Merak edilen veya bilinmeyen görüşleriyle Bediüzzaman Said-i Nursi -4
Üstad, büyük günahların çok olduğunu söyler. Fakat en büyükleri; adam öldürme, zina, içki içme, ana-babaya asi olma, yakınlarla ilişkiyi kesme, kumar oynama, yalancı şahitlikte bulunma ve dine zarar veren bidatlere taraftar olmaktır.
Muhammed Şakir / doğruhaber
BÜYÜK GÜNAHLAR
Üstad, büyük günahların çok olduğunu söyler. Fakat en büyükleri; adam öldürme, zina, içki içme, ana-babaya asi olma, yakınlarla ilişkiyi kesme, kumar oynama, yalancı şahitlikte bulunma ve dine zarar veren bidatlere taraftar olmaktır.
Bediüzzaman, kıyamete yakın bir zamanda, bir şahsın hata ve günahlarının çokça bir yekûn teşkil ettiğine dair yer alan rivayetlerin doğruluğuna radyo gibi kitle iletişim araçlarının bir delil olduğunu, çünkü radyonun, bir adamın bir tek kelime ile bir milyon büyük günahı birden işleyebileceğini ve milyonlarca insanı dinlettirmekle günahlara sokabildiğini gösterdiğini söylemektedir.
Gerçekten de biz, kitle iletişim araçlarının vasıtasıyla dünyanın dört bir yanında halkların nasıl da ifsada sürüklendiğini bugün hakka’l yakin olarak görmekteyiz...
TEKFİR
Müslümanları bugün en çok meşgul eden büyük musibetlerden biri tekfirdir. Ülkemizde olsun İslam âleminin diğer yerlerinde olsun hala aktif varlığını koruyan bu musibet, Müslümanlar arasında fitne ve ihtilaflara neden olmaktadır. İslam düşmanlarının da bir silah gibi kullandıkları bu musibet hakkında Bediüzzaman’ın görüşü özetle şöyledir:
“Küfür olarak nitelenen bir sıfat için küfürdür demek, o sıfat imandan neşet etmemiş, o sıfat kâfiredir demektir. O haysiyet ile kişi küfür etti, denilir. Fakat küfür sayılan alameti taşıyan kişinin zatı masum ve iman emareleri gösteren başka vasıflara da sahip olduğundan o zat kâfirdir, denilmez. Tek bir şartla küfrüne hükmedilebilir ki o da o sıfatın küfürden neşet ettiğini yakinen bilmekle olur. Zira başka sebeplerden de neşet edebilir. Sıfatın delaletinde şek olup imanın vücudunda da yakin varsa şek, yakinin hükmünü izale etmeyeceğinden hemen tekfire cüret edenlerin düşünmesi lazım gelir.”
NAMAZ, ZEKÂT, ORUÇ, HAC
Namaz bütün iyiliklerin fihristesi olduğu gibi oruç, hac, zekât ve sair hakikatleri de bünyesinde toplar. Ayrıca yaratılmışların “ihtiyari” ve “fıtri” ibadetlerinin numunelerini de kapsar.
Namaz, nasıl ki dinin direği ise zekât da İslam’ın köprüsüdür. Üstad; namazın dinin disiplini, zekâtın ise toplum düzenini muhafaza eden iki ilahi esas olduğunu belirtir. Zekât ve sadakanın layık oldukları yeri bulmaları için bazı şartların varlığını da ifade eder.
İslam’ın önemli rükünlerinden biri de oruçtur. Üstad, orucun insana sebeplerin önemsizliğini, bütün nimetlerin doğrudan doğruya Allah’tan geldiğini gösterdiğini ve insanın şahsi ve içtimai hayatında büyük rol oynadığını açıklar.
Haccın herkes için külli mertebede bulunan bir ibadet olduğunu beyan eden Bediüzzaman, hacda bir hacının ne kadar basit ve âmi de olsa çeşitli mertebeleri aşmış bir veli gibi bütün kâinatın Rabbine yöneldiği ve külli bir ubudiyetle müşerref olduğu görüşündedir. Haccın gayesini de Müslümanların birbiriyle tanışması ve fikirlerini birleştirmeleri, birbirlerine yardım etmeleri ve teşrik-i mesaiyi temin etmek olan İslam’ın yüksek siyaseti ve geniş toplumsal maslahatları olarak değerlendirmektedir.
Risale-i Nur külliyatında İslam’ın bu esas rükünlerine dair uzun uzun izahatlar bulunmaktadır. Okuyucuyu oraya havale ediyoruz.
DUA
Üstad’ın hem hayatında, hem de risalelerinde duanın apayrı bir yeri bulunmaktadır. Üstad, duayı âlemin yaratılış sebeplerinden biri olarak görmektedir. İnsan için imandan sonra asil ve fıtri bir vazife olan duanın kaynağı acz ve ihtiyaçtır. Ezelden ebede kadar insanın vazifesi yalnız duadır. Bu sebeple, çocuğun eli yetişmediği bir şeyi anne ve babasından istediği gibi kul da acz ve fakrıyla Rabbine iltica edip O’ndan istemelidir.
Üstada göre dua bir ibadettir. İbadet ve duanın sebebi Allah’ın emri, neticesi ise Allah’ın rızasıdır. Faydası uhrevidir. Kul kendi acizliğini ancak dua ile ilan eder. Zahiri maksatlar ise o duanın vakitleri olup hakiki maksatları değildir. Duanın kabul edilmeme sebeplerinden biri de duayı ibadet kaydıyla yapmayarak matlubun tahsiline tahsis (istenilenin elde edilmesine has) etmesidir. “Bana dua edin ki size cevap vereyim” (Mü’min; 40/60) ayeti gereğince her duaya cevap verilir. Ama duaya cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. İlaç isteyen hasta bir çocuğa hekim, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
ZİKİR VE TESBİHAT
Bediüzzaman’ın üzerinde durduğu konulardan biri de zikir ve tesbihattır. İbadetin tamamlanması, kalbin ve ruhun uyanık ve zindeliği ve de Rabbiyle rabıtası açısından bunu fazlasıyla önemser.
Üstad, ilahi zikirler sayesinde insanda var olan benlik duygusunun kaybolacağını söyler. Nakşibendiler ve Kadirilerin zikir yöntemlerinden yola çıkarak meseleyi değerlendirir. Nakşibendiler zikr-i hafi (gizlice zikir) yoluyla kalbin fethiyle enaniyeti öldürüp nefs-i emmareyi kırmaya muvaffak olurlarken Kadiriler, zikr-i cehri (açıktan zikir) yoluyla tabiat tağutlarını yerle bir etmede muvaffak olurlar. Üstad, kelime-i tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek, kalbin pek çok şeylerle bağlı olan bağlarını, iplerini kırmak içindir, der. Ayrıca, zikredenin ilahi feyzi alan çeşitli latifeleri vardır. Bir kısmı kalb ve aklın şuuruna bağlı iken bir kısmı da şuurunda olmaksızın meydana gelir. Bu sebeple gaflet ile yapılan zikirler bile bir feyze vesiledir.
Namazdan sonra yapılan tesbihatın sırrına göre zikreden kişinin bütün yeryüzünü çevreleyen bir halkaya tasavvur olarak girdiğine değinen Üstad, “Bu tesbihatların Hz. Peygamber (a.s)’in yolu ve onun virdleri olduğundan ehemmiyeti büyüktür ve tarikat virdlerinin çok çok üzerindedir” der.
RIZIK
Üstad, “Rızk, Allah’ın taahhüdü altındadır” der. Aciz, iktidarsız hayvan ve bitkilerin rızıklarının umulmadık yerden ayaklarına kadar gelmesini, bütün yavrulara safi bir sütün sunulmasını helal rızkın iktidar ve irade ile orantılı olmayıp onların zaaf ve aczlerine nisbeten verildiğine işaret olarak gösterir.
Üstad, rızkı ikiye ayırır. Allah’ın taahhüdü altında olan rızka ‘hakiki’ ve ‘fıtri’; alışkanlık ve israf ile zaruret hükmüne geçen rızka ise ‘mecazi’ , ‘sun’i’ rızk demektedir. İkinci kısım Allah’ın taahhüdü altında olmayıp ihsanına tabidir. Bazen verir, bazen vermez. Üstad’a göre Allah’ın kefil olduğu fıtri rızksızlıktan ölen yoktur. Çünkü Allah bedenlere, yetecek kadar rızkı yağ suretinde, hatta her bir hücrenin bir yerinde ihtiyat olarak sağlar. Hiçbir şey yemediği zaman insan bu rızıkla 40 gün kadar yaşar. Bu rızık bitmeden ölenler rızıksızlıktan değil, alıştıkları bir âdetin terkinden doğan hastalıktan ölürler.
“Rızk için çalışmak bir nevi ibadettir” diyor Üstad fakat ona göre insan, rızk için çalışmayı bahane ederek diğer ibadetlerini terk edip bu çabayı ibadetlerin terki için bir özür olarak ileri süremez.
SÜNNETE İTTİBA
Üstad’ın hayatında ve eserlerinde en fazla üzerinde durduğu konulardan biri hiç kuşkusuz Peygamber (a.s.)’ın sünnet-i seniyyesine ittiba meselesidir. Bu mesele, eserlerinde ana konulardan biri olarak bulunmaktadır. Üstad özetle, Allah’ı sevmenin yolu Hz. Peygamberin sünnetine ittiba etmekten geçer, demektedir. Çünkü Allah’a itaat yolları içinde en makbulü, en müstakimi, en kısası Allah’ın sevgilisinin gösterdiği yoldur. Hz. Peygamber (a.s.)’in her bir sünneti dalâlet yollarını aydınlatan bir güneş gibi parlamaktadır. Sünnetin içinde en mühimi İslamiyet alametleri olan ve ‘Şeaire’ taalluk eden sünnetlerdir. Nafile nev’inden de olsa şahsi farzlardan daha ehemmiyetlidir.
HZ. PEYGAMBER’E SALAT VE SELAM
Nimetlerin en büyüğü, iman gibi bir nimete vesile olan Hz. Peygamber (SAV)’e insanlığın sonsuzluğa kadar medh ve sena borçlu olduğunu söyleyen Üstad, Peygamber (SAV)’e salavat getirmenin hikmetini o nurani kafileye iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmek ve bu salavat ile Hz. Peygamberin dua ve niyazına iştirak etmek, onun şefaatini yüce Allah’tan istemek olduğunu ifade eder. Ona göre, Hz. Peygamber (SAV) bütün ümmetinin dertleriyle ve saadetleriyle alakadar olduğu sebebiyle nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Allah’a kul olduğu cihetiyle salat (dua vb.)Allah’tan kullara doğru görevli olduğu Risâlet cihetiyle de selam (kabul, tasdik vb.) istemektedir.