NAMAZ MOLASI
Yaşları 20 civarında olan 2 genç, Abdullah ve Hüseyin. Ankaraya gitmek üzere bindikleri otobüste yol alırken sabah namazının vakti girmişti. Orta boylu hafif kilolu olan Hüseyin,
-Sabah namazının vakti girdi abi ne yapacağız, diye sordu Abdullah’a.
-Önümüzdeki ilk tesiste namaz için mola verilecektir. İnşallah orada eda ederiz, temennisinde bulundu.
Dakikalar birbirini kovalıyor, güneş hızlı bir şekilde zamanı öldürüyordu. Öyle ki doğmasına az bir vakit kalmıştı. Sabırsızlık içerisinde saniyeleri sayan iki arkadaş, diken üstünde gibiydiler. İçlerindeki sıkıntı tesislerin bir bir geçilmesi ve hiç birinde mola verilmemesiyle daha da artıyordu. Abdullah otobüsün içine göz gezdirerek yolculara baktı. Yolcuların büyük bir kısmı mışıl mışıl uyurken birkaç kişi de önlerindeki ekrana kilitlenmişlerdi.
Hiçbirinde herhangi bir kaygı emaresi yoktu. İçini saran bir ürperti hissetti. Bu gidişle otobüs durmayacak gibiydi.
-Allah’ım, dedi içinden. Nedir bu Müslümanların hali, neden hiçbirinde namaz endişesi yok? Bu otobüs neden durmuyor? Sorular beynine üşüşmüştü. Ne yapmalıydı bu durum karşısında, bilemiyordu. Birden ayağa kalkıp otobüste avazı çıktığı kadar, “Hey! Müslümanlar, beni dinleyin. Biraz sonra namazınız kaçacak. Uyanın, uyanın, demek geldi içinden.”
Hemen başının üst kısmında bulunan istek düğmesine bastı. Kısa bir süre sonra gelen muavine,
-Vakit çıkmak üzere, namaz için mola vermeyecek misiniz? diye sordu, sitem ederek.
-Maalesef efendim. Programımızda 7. 30’dan önce mola yok.
-Ama o ana kadar vakit çıkacak ve namazımızı kılamayacağız.
-Benim yapabileceğim hiç bir şey yok efendim.
Ama yine de şoför beye sorup geleyim istiyorsanız.
Abdullah’ın onayıyla muavin şoför tarafına yöneldi. Abdullah’ın kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. İlk defa namazına engel olunmak isteniyordu. Kısa bir müddet sonra dönen muavin, mola veremeyeceklerini namazlarını kazaya bırakabileceklerini söyledi. Muavinin umursamazca cevabı Abdullah’la Hüseyin’i sinirlendirmişti.
-Ne demek kaza edebilirsiniz, diye çıkıştı Abdullah. Şoför beyle konuşmak istiyorum, diyerek yerinden kalktı. Şoförün yanına gitti.
-Şoför bey. Biz namazımızı kılmak istiyoruz. Müsait bir yerde kısa bir mola vermeyecek misiniz? Sesi kısık ve yumuşakçaydı.
Şoför kısa bir bakış attı Abdullah’a umursamazca.
-Bakın beyefendi bu otobüste sadece siz Müslüman değilsiniz. Elhamdulillah biz de Müslüman’ız.
Şoförün isteğiyle alakası olmayan bir cevabı vermesi Abdullah’ı şaşırtmıştı.
-Bakın şoför bey, ben sadece biz Müslüman’ız diye bir iddiada bulunmadım. Sadece sizden namazımızı kılmak için kısa bir ihtiyaç molası vermenizi talep ettim.
-Bak beyefendi ben sadece senin ve arkadaşın için bu otobüsü durduramam, yolcular bu duruma tepki gösterir. Hem bu kadar kişinin hakkına da girdiğinin farkında mısın? Bu kadar kişi seni beklemek zorunda kalsa bunun hesabını Allah’a nasıl vereceksin?
Allah’ım bu nasıl bir mukayesedir böyle? Namaza engel olması yetmiyormuş gibi, bir de hak hukuktan, Allah’a hesap vermekten bahsediyordu. Abdullah’ın nabız atışları hızlanmaya başlamıştı.
-Biz yolcu değil miyiz, dedi sitemle. Bizim hakkımız ne olacak? Hem siz namazımıza engel olmanın hesabını Allah’a nasıl vereceksiniz?
Şoför hiç böyle bir cevabı beklemiyordu. Ne diyeceğini şaşırdı.
-Bir de şunu sorayım, diye devam etti Abdullah. Şu anda tuvalet ihtiyacı olduğunu ve sizden 5 dakikalık bir mola vermenizi talep eden bir yolcu olursa ne yaparsınız?
-Tabi ki müsait bir yerde dururum. Altına mı yapsın adam?
-Bakın şoför bey! Anlayıp anlamadığınızı bilmiyorum ama bizim için namaz ihtiyacı her şeyimizden daha önemlidir. Siz ya müsait bir yerde mola verirsiniz, ya da ilk tesiste bizi indirir yolunuza devam edersiniz. Ama şunu da unutmayın ki ahirette hesabını veremeyeceğiniz bir iş yapıyorsunuz.
Abdullah’ın son sözleri şoförü ürkütmüştü. İçine bir korku girdiğini hissetti ahiret lafını duyunca. Ömrü boyunca çok nadir kıldığı ve sürekli arka plana attığı namaz için, bu genç hiç tanımadığı bilmediği bir yerde dahi inmeyi göze alıyordu. Şaşırmıştı. Büyük bir acizlik içinde hissediyordu kendisini. Aslında vicdanı gencin haklı olduğunu kendisinin haksız olduğunu söylüyordu ama nefsi bunu kabul etmiyordu. Deminden beri yola odaklamış olduğu gözlerini Abdullah’a çevirdi, dik dik baktı. Kendi açığını kapatmak isteyen birinin ruh haline bürünerek tekrar cahilce vaizliğine devam etti.
-Dinimizin kolaylık dini olduğunu bilmiyor musun? Neden bu işi bu kadar büyütüyorsun. Kaza edersiniz olur biter. Hem dinimizde seferilik diye bir şey de var. Namazınızı sonra kılabilirsiniz.
Abdullah acı bir tebessümle birlikte derin bir ah çekti. Dininden habersiz bu zavallı Müslümanların haline acıyordu.
-Bakın şoför bey, size tavsiyem öğrendiğiniz bilgileri doğru bir şekilde öğrenmenizdir. Eğer doğru öğrenmiş olsaydınız, İslam’da seferilerin sabah namazını erteleyemeyeceklerinden de haberiniz olurdu.
-Peki, otobüste namaz kılınabileceğini söyleyen hocalara ne diyeceksin.
-Mars’a veya Uzay’a gitmiyoruz şoför bey. Çay, yemek, tuvalet gibi şeylerin molasının verildiği bir yolculuktayız. O dediğiniz şey, aracı durduğunuz taktirde başınıza büyük bir felaketin geleceğini bildiğiniz durumlarda geçerli olan bir fetvadır. Olayı fazla uzatmadan kısa bir mola vermeniz yeterli olacaktır.
Şoför köşeye sıkıştığını hissetti. Ne diyeceğini bilemedi. Kaçamak cevaplarla soruları geçiştirmeye çalışıyordu ama her defasında önü tıkanıyordu. Öne sürdüğü bütün bahanelerin tutmadığını görünce ilk tesiste kısa bir mola vermek zorunda kalmıştı.
Mola verilmesine rağmen otobüsten Abdullah ve Hüseyin’den başka hiç kimse namaz için inmemişti.
Namazlarını eda ettikten sonra yollarına devam etmişlerdi. Abdullah ve Hüseyin bir taraftan namazlarını eda ettiklerinden dolayı huzurlu olurken, diğer taraftan kendilerinden başkasının namaz kılmamış olması da onları derinden üzmüştü.
Abdullah şoför’ün telefonla bir şeyler konuştuğunu fark etti birden. Kendileriyle ilgili konuştuğunu fark edince de bütün dikkatini oraya topladı. Şoför mahalline yakın olduğundan dolayı konuşulanları net olmasa da anlayabiliyordu.
Şoför telefonun karşısındakine az önce yaşanılan olayları özetliyordu. Konuşmasının sonunda şu soruyu sormuştu,
-Genç bana dinimizi iyi öğrenelim, kendi dinimizden uzak bir şekilde yaşıyoruz, bunun sorumluluğu çok büyüktür, dedi. Ben de şüpheye düştüm. Acaba gerçekten de biz dinimizi bilmiyor muyuz?
Demek ki Abdullah’ın sözleri Şoförü bayağı etkilemişti. Özellikle gençlerin namazlarına olan bu düşkünlükleri onu etkileyen en önemli etken olmalıydı. Şoförün hemen imam olan arkadaşını arayarak durumu ondan sorması bunun göstergesiydi. İşte ne yazık ki kendi asıl değerlerinden koparılmaya çalışılıp kokuşmuş batı medeniyetine bağlanmaya çalışılan bu toplum genç yaşlarında namaz kılan kişilere hayret eder duruma gelmişti.
Bunları düşünen Abdullah’ın dilinden, yürekten gelen şu sözler dökülüyordu.
Allah’ım Muhakkak ki Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin. Senin gücün her şeye yeter. Cahil bırakılmış bu insanlara gerçek davanın ulaşması için onlara acı, yardım et. Bizleri de bu topluma hakkıyla İslam’ı götürebilecek davetçilerden eyle…
Not: Yukarıda anlatılan olay gerçek hayattan alıntıdır.
Süleyman KIZILÇINAR / Söz ve Kalem Dergisi Mart 2013