Körlük Bulaşıcı mıdır?
Ahmet Hakan geçen hafta yazdığı yazılardan birinde 28 Şubatta aslında pek o kadar da önemli baskıların olmadığını yazmıştı.
Hüseyin Kaya / haber-yorum
Şöyle demişti yazısında:
“28 Şubat’ta hepi topu “yumuşak” bir darbeye maruz kaldılar.
İktidardan ince bir katakulli ile düşürüldüler.
Birkaç aylık hapis cezasına çarptırıldılar.
Haksız yere askeriyeden atıldılar.
Bazı bürokratların yükselişine engel olundu.
Tank geçişiyle gözleri korkutuldu.
Zaten var olan türban yasağı daha da ağırlaştı.
Sonuç?
Tam 15 yıldır…
“Tarihin görüp göreceği en büyük zulme uğradık” diye ağlayıp duruyorlar.
O zaman çok dikkate değer bulmadım bu yazısını Ahmet Hakan’ın.
“Yeni mahallesinde akşamdan kalmanın mahmurluğuyla biraz bulanık görüyor” diye de düşündüm aslında.
Ona cevap olarak yazılan bir yazıyı okuyuncaya konuya değinme ihtiyacı hissettim.
Ahmet Kekeç, son yazdığı yazılardan birinde isim vermeden cevap verdi Ahmet Hakan’a.
“Öyle ya, 28 Şubat sürecinde (ve devamında) kimsenin burnu kanamadı...
Buna rağmen, 12 Eylül mağdurlarından rol çalıyorlar. “Eziyet gördük” diyorlar. “Psikolojimiz bozuldu”diyorlar. “Zulme uğradık” diyorlar.
Nurettin Şirin diye bir gazeteci hiç yaşamadı.
Salih Mirzabeyoğlu diye biri yok.
Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç, Abdülhamit Çelik, Mehmet Şahin ağır işkenceden geçmediler, “Uğur Mumcu’nun katilleri”
ilan edilmediler, ayaküstü kurulmuş bir örgüte (Tevhidi Selam Örgütü’ne) üye yazılıp yıllarca içeride tutulmadılar.
Bakın ne olmuş?
28 Şubat işkenceleriyle ilgili soruşturma başlatılmış.
Şimdi ipi kuşağına denk bir soytarı çıkar, “28 Şubat’ta tutuklulara işkence mi yapıldı?” der.
Diyorlar da zaten...
28 Şubat’ın steril bir darbe olduğunu sanıyorlar. Ya da öyle göstermek istiyorlar.
Darbeciler tek tek içeri alınacak, tank yürüten komutanlardan hesap sorulacak ama işkenceciler bundan muaf tutulacak... Öyle mi?
Soruşturmada, özellikle bir isim üzerinde duruluyor.
Bir dönemin Organize Suçlar Müdürü...”
Kekeç’in söz ettiği polis müdürü A. Serdar Saçan…
İşkence mağdurlarıyla yüzyüze geldiğinde bile pişkinlikle sırıtan bir adam…
Yani Kekeç’in yazdıklarında bir problem yok.
Söz ettiği isimler de olaylar da doğru.
Asıl problem söz etmediklerinde.
Öyle ya 1997-98’lerde yaşananlardan söz ediyorsun da neden 2000’lerden söz etmiyorsun.
Sorun herkes gibi o döneme “kör kalmak”la mı alakalıdır?
Yoksa kör kalmanın dönemle değil de camia ile alakası mı vardır?
Ve körlük bulaşıcı bir şey midir?
İsterseniz biraz gerilere gidelim. İslami kimliği ile bilinen iki üniversite öğrencisinden söz edelim. 1993’te Abdüsselam İrdem’in 1995’te Murat Bilig’in vahşi işkencelere maruz kalarak şehid edilmesinden haberiniz yok mu? Bu olaylarda hem öğrenci olmak hem de hayatını kaybetmek var, yani görmemenize imkan yok! Yine de kör kaldınız, kör kalıyorsunuz. Yoksa birileri hepinizi çağırıp hangi mağduriyetlere değinip hangilerine değinmeyeceğinizi mi belirledi?
Dedim ya körlük bulaşıcı değilse insanın aklına bin türlü şey geliyor.