Babasının Sırrı
"Evlad, babasının sırrıdır" buyuruyor Peygamber Efendimiz. Şüphesiz Fatıma anamızda da babasının sırrı zuhur etmiştir. Bu sır onu, Allah'ın tertemiz kılmayı murat ettiği Ehl-i beytin bir ferdi eylemiştir. Ümmetin şehadeti ile malumdur ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz, hem Fatıma Hazretleri'ni hem de torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i cennet ehlinin seyyidleri olarak nitelemiştir.
Babasının Sırrı Fatıma Hazretleri
"Evlad, babasının sırrıdır" buyuruyor Peygamber Efendimiz. Şüphesiz Fatıma anamızda da babasının sırrı zuhur etmiştir. Bu sır onu, Allah'ın tertemiz kılmayı murat ettiği Ehl-i beytin bir ferdi eylemiştir. Zira Nübüvvet hanesinin evladı olmak dernek kıyamete dek sürecek siyadetin bir rüknü olmak demektir. Fatıma Hazretleri, Muhammed Ali'nin validesi olan bir soy-anasıdır. Ümmetin şehadeti ile malumdur ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz, hem Fatıma Hazretleri'ni hem de torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i cennet ehlinin seyyidleri olarak nitelemiştir. Dolayısıyla bu ilan da göstermektedir ki Rasûlullah (sav)'ın Ehl-i beyti, iki cihanın da seyyidleridir. İşte bu siyadet, Fatıma Hazretleri ile varlığa bürünmüş bir nebevi al sırrıdır.
Fatıma Hazretleri'nin veladeti, risaletin başlangıcına yakın bir tarihti. Kureyş'in Kâbe’yi yeniden inşa ettiği sene dünyayı teşrif etmiş olduğu söylenir. Müşrikler, bu inşa sırasında Hacerü'l-Esved'i yerine yerleştirme vazifesini, gönül huzuru ile Hz. Muhammed'e teslim ederken, O'nu Emin olarak vasıflandırmışlardı. Bu vasıf Hz. Peygamber'in yüce ahlakının ayrılmaz bir parçasıdır ve bu vasfın bir numunesi Fatıma Hazretleridir. O, babasının eminidir. Babası onu ilk olarak ateşten emin kıldı; cehennem azabından uzak anlamında ona Fatıma ismini verdi. Hazreti Peygamber, “Kızımı, Fatıma diye adlandırmamın tek sebebi, Allah’ın onu ve onu sevenleri Cehennemden uzak tutacağı hakikatidir” ifadesiyle, bu manayı açıklar. Bu isimle Fâtıma, tertemiz bir ahlaka erdi; yüz aydınlığının kuvveti sebebiyle ‘Zehra’ ve Allah’a kurbiyetine, iffetine binaen de ‘Betül’ idi.
Fatıma ismi, Peygamber soyunun nesilden nesile naklolan bir zenginliği idi aynı zamanda. Öyle ki Rasûlullah (sav) “Ben Fatımalar’ın evlâdıyım” buyurmuştur, Zira Cenab-ı Peygamber'in büyük annesi ile Hazreti Hatice ve Hazreti Ali'nin annelerinin adları da Fatıma'dır. Bu söyleyiş şekli Ehl-i beyt arasında devam edecek, Hazreti Hasan ve Hüseyin de “Fatımalar’ın çocuğu” olarak anılacaktır.
Oğullarına nispetle 'Ümmü'l-Haseneyn (Hasan ve Hüseyin'in annesi)’ künyesi ile hitap edilen Fatıma Validemizin, şeref payesi niteliğindeki diğer künyesi ise 'Ümmü Ebiha (babasının annesi)'dır. Hazreti Fatıma, Hazreti Peygamber'e en çok benzeyen kişi olması hasebiyle bu künye ile tavsif edilmiştir. Fatımaların çocuğu ifadesinde zikredildiği gibi, annesi yerinde olup Rasûlullah (sav)'ı büyütüp yetiştiren amcası Ebu Talib'in hanımı ve Hazreti Ali'nin de annesi Fatıma bint Esed'in hatırası ile özdeşleştirilerek bu künyenin vücut bulduğu düşünülebilir. Ancak şu husus bir gerçektir ki ömrü, nübüvvet yılları ile yaşıt olan Fatıma Hazretleri bir an bile babasından ayrı hayat sürmemiştir ve bu müşfik birliktelik ve babası nezdindeki mümtaz mevkii, Rasûlullah (sav)'ın kızı Fatıma'ya bu latif hitabı bahşetmiştir.
Fatıma'nın ömrü asr-ı saadettir. Ahlaki nübüvvetin aynasıdır. Hazreti Fatıma'nın vazgeçilmez bir parçası olduğu Ehl-i beyti sevmek, Peygamberimiz'in bizlere vasiyetidir. Bu vasiyet, Rasûlullah (sav)'ın aşıladığı meveddet/muhabbet sırrıdır.
Fatıma Hazretleri, tebliğ sürecini birebir yaşayarak tecrübe etmiştir. Bu safha içerisinde, sarsılmaz bir iman neşvesiyle hakiki bir mü’mini şahsında temsil etmiştir. Mekke döneminin acımasız sosyal ortamının baskıcı, alaycı ve tahrikkâr işkence uygulamalarını bizzat tatmıştır. Küçük yaşına ve kız çocuğu olmasına rağmen, Cenab-ı Peygamber’e yönelen müşrik sataşmaların karşısında fiili ve sözü ile korkusuzca kendisini siper etmiştir.
Söz konusu hadiselerden birisi Kâbe’de meydana gelmişti. Hazreti Peygamber tek başına namaz kılıyordu. Müşrikler ise oturdukları yerden müstehzi bir tavırla O’nu izliyorlardı. O sırada Ebu Cehil'in teklifi üzerine Ukbe b. Ebu Muayt, ölmüş bir devenin yavru yatağını getirip secdede bulunan Hazreti Muhammed (sav)’in omuzlarının arasına yerleştirdi. Müşrikler alay ederek eğlenirken olayı görenlerden birisi Hazreti Fatıma’ya haber verdi. Bunun üzerine derhal Kâbe'ye koşup gelen Hazreti Fatıma, sevgili babasının sırtındaki necaseti temizlemiş ve bu hakaret karşısında duyduğu üzüntü ile ağlayarak oradaki müşriklere beddua etmiştir.
Mekke döneminde Hazreti Fatıma’nın yaşadığı diğer talihsiz hadise ise Ebu Cehil ile arasında geçmiştir. İslam'ın günden güne canlanarak intişar etmesi karşısında duyduğu öfkeyi dizginleyemez hale gelen Ebu Cehil, yolda karşısına çıkan çocuğu yaşındaki Hazreti Fatıma’nın yanına gelerek Hazreti Rasûl (sav)’e hakaret etmişti. Nazenin bir kız olmakla birlikte Hazreti Fatıma, bu fütursuz sözler karşısında susmamış, azılı müşrikten korkmamış, gerekli cevabı vermiştir. Bunun üzerine daha da kızan Ebu Cehil, Hazreti Peygamber’in yavrusuna bir tokat vurma cür'etini göstermiştir. Orada hazır bulunan Ebu Süfyan, kendisi de İslam’ın önde giden düşmanlarından olmakla birlikte bu kadarını hazmedememiş olsa gerek, Hazreti Fatıma’ya arka çıkarak yandaşı Ebu Cehil'i sert bir dille kınamış ve kısasen Hazreti Fatıma’nın da ona bir tokat akşetmesini temin etmiştir. Ebü Süfyan’ın bu davranışı Mekke’nin fethinde Hazreti Peygamber’in ona göstereceği hüsn-i muamele ile karşılığını bulacaktır.
Risaletin Hicret sonrası Medine döneminde ise, İslamiyet’i tebliğ basamaklarında müşriklerle ve ehl-i kitapla mücadelenin ikinci safhasına geçilmiştir. Bu mücadelede Fatıma Hazretleri tebliğin öncüsü olarak, Nebiyyi Ekrem'in beraberinde yine ön safta yerini almıştır. Her zaman Rasûlullah (sav)'ın yanı başında bulunan Hazreti Fatıma, Uhud Gazvesine de iştirak etmiş, burada gazilere yiyecek ve su taşımış, yaralıları tedavi etmişti. Bu savaş esnasında Hazreti Peygamber'in yan dişlerinden birisinin kırılması, yüzünün yaralanması üzerine Hazreti Fatıma babasının yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini yüzündeki yaraya bastırmak suretiyle akan kanı durdurmuştu.
Fatıma Validemiz dürüst ve güvenilir bir şahsiyetti. Hazreti Aişe, onun Hazreti Peygamber'den sonraki en doğru sözlü kişi olduğunu söylemektedir. Bu sebeple kimi zaman Ezvac-i Tahirat'ın bazı meselelerini Râsul-i Ekrem’e iletmek üzere elçi tayin edilirdi. Benzer bir örnek de Mekke'nin fethi öncesinde yaşanır. Kureyş, Hudeybiye muahedesinin şartlarını ihlal edince Ebu Süfyan Medine’ye gelerek Hazreti Peygamber'le aralarını bulması için Hazreti Fatıma’dan yardım istemişti; ancak Rasûlullah (sav)’ın kızı bu talebi, dirençli tutumu, asil duruşu ile sert bir dille reddetmiştir.
Hazreti Fatıma ve ailesi Rasûlullah (sav)’ın tevhid mücadelesine halel getirmeyecek vasıflarla mücehhezdi ve bu yolda O’nun sarsılmaz dayanaklarıydı. Nitekim hicretin dokuzuncu senesinde Medine'ye gelen Necranlı Hıristiyanlar ile Hazreti Peygamber arasındaki müzakereler sırasında mübâhele ayeti (Al-i İmran 3/61) nazil olmuş ve görüşmelerin tıkandığı noktada Râsul-i Ekrem “Eğer size söylediklerimi inkâr ederseniz, geliniz sizinle mübâhele edeceğim” diyerek kızını, damadını ve iki torununu yanına alarak onlara meydan okumuştur. Diğer taraftan Hazret-i Peygamber, koyduğu kuralların uygulanmasında kendi ailesine hiçbir şekilde ayrıcalık tanımamıştır.
Cenab-ı Peygamber'in alakası, sürekli Hazreti Fatıma ve ailesinin üzerinde olmuştur. Hazreti Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in üzerine hırkasını örtüp “Ey Ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri/kusuru giderip tertemiz yapmak ister” ayetini okuyarak, “Allah’ım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye dua buyurmuştur. Böylece Ehl-i beyt sırrı, Al-i aba sırrı olarak kendisini ifşa etmiştir.
ABA SIRRI
Kızı Fatıma Hazretlerinin her haliyle hem-dem olan Peygamber Efendimiz, onu emanet edeceği, birlikte yuva kurmasını onaylayacağı kişi hakkında da son derece hassas davranmıştır. Zira kızını emanet edeceği damadı, bu nikâh ile Rasûlullah (sav)’ın neseb sırrına iştirak edecek ve aynı beytin ehli olmakla ayrıca bu vahdet sırrına agâh olacaktı.
O'nun damadı olma şerefini kazanmak sâikiyle önce Hazreti Ebu Bekir, sonra Hazreti Ömer Hazreti Fatıma'ya talip olmuşlar, ancak Hazreti Peygamber bu teklifleri kabul etmemişti. Sonunda işaret gelmiş, Nebiyy-i Zişan, kızını emanet edebileceği yegâne kişi olarak tanıttığı Hazreti Ali'nin bu konudaki talebine müsbet cevap vermiştir. Ki Ali kerramallahu vechehü, hicret yolculuğuna çıkan Rasûl-i Ekrem'in emanetlerini sahiplerine teslim ettiği gibi, Hazret-i Fatıma ile birlikte aile efradını da emanet olarak Medine'ye getirerek Cenab-ı Peygamber'e kavuşturmuştu.
Hazret-i Fatıma ve Ali'nin düğünleri. 2. yılın Zilhicce ayında (Haziran 624) o günün geleneklerine uygun, fakat mütevazı imkânlarla yapıldı. Hazret-i Ali, Bedir Harbi'nde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre de devesini ve bir kısım eşyasını satarak yaklaşık 450 dirhem mehir verdi. Hazret-i Fatıma'nın çeyizi ise kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş bir deri yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından müteşekkildi. Nikâhları Rasûlullah (sav)'ın “Allah’ım sen onları ve soylarını kutlu kıl” duasıyla kıyıldı. Düğün yemeklerini Hazreti Peygamber kendi elleriyle hazırladı. Sahabi Harise b. Nu'man'ın, Mescid-i Nebevi'ye çok yakın olan bir evini genç evlilere hediye etmesi ise ayrıca sevinç yarattı; böylece Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali, baba ocağından ayrılmamış oldular.
Hazreti Fatıma, Hazreti Ali'nin tek eşi olmuştur. Hazreti Ali, Mekke’nin fethinden sonra Ebu Cehil’in kızı Cüveyriyye ile evlendirilmek istendiğinde, Peygamber Efendimiz bu duruma razı olmamış, kızının üzülmesini istemediğini söylemiş ve damadının, ancak Hazreti Fatıma'dan boşanırsa bir başka hanımla evlenebileceğini beyan etmiştir.
Cenab-ı Peygamber'in alakası, sürekli Hazreti Fatıma ve ailesinin üzerinde olmuştur. Bir peygamber soyuna mensup olmanın gereklerini yerine getirmeleri, asalet ve faziletlerini muhafaza etmeleri, ibadetlerini yerine getirmeleri için titizlik göstermiştir. Hazreti Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in üzerine hırkasını örtüp “Ey Ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri/kusuru giderip tertemiz yapmak ister” (el-Ahzab 33/33) ayetini okuyarak, “Allah’ım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye dua buyurmuştur. Böylece Ehl-i Beyt sırrı, Âl-i aba sırrı olarak kendisini ifşa etmiştir.
KANAAT SIRRI
Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali'nin mes'ûd bir aile hayatları olmuştur. Ufak tefek anlaşmazlıkları ise kısa sürede tatlıya bağlarlardı. Hazreti Ali, Fatıma Anamıza kırıldığı zaman ona bir şey söylemez, onunla hoşnut olmayacağı tarzda konuşmazdı; sadece bir parça toprak alarak başının üstüne koyardı. Hazreti Peygamber bu toprak parçasını gördüğünde, Hazreti Fatıma’ya dargın olduğunu anlar, “Neyin var ya Eba Türab! Ne olduğunu Allah bilir” buyururdu.
Hazreti Peygamber ve Ezvac-i Tahirat'ın sade ve mütevazı hayat şartları, Hazreti Fatıma ve Ali'nin hanelerinde de geçerli idi. Bu durum yokluktan değil, ihtiyaçtan fazlasına sahip olmamak, olanı bağışlamak itiyadından kaynaklanıyordu.
Hazreti Peygamber, beytülmaldeki şahsına ait hesabından belli miktarda kızına da hisse ayırırdı. O günün imkânlarında evlerinde hizmetli çalıştırabilecek konumda olmalarına rağmen Peygamberimiz bu hususta kendi ailesine ve kızına ruhsat vermemiştir. Hazreti Fatıma, tek başına ev işlerinin üstesinden gelmekte zorlandığını söylediğinde Nebiyy-i Zişan kızına otuz üçer kere “Subhanallah, Elhamdülillah ve Allahü Ekber” diyerek tespih etmesini ve sonunda da “La ilahe illallahu vahdehü la şerike leh, lehü'l-mülk ve lehii'l-hamd ve hüve ala külli şey'in kadir” şeklinde dua etmesini tavsiye ve tenbih etmiş, bu sözlerin istediği hizmetliden daha hayırlı olduğunu buyurmuştur. Böylece Resul-i Ekrem'in yüce ahlakının bir parçası olan kanaat özelliği de, Fatıma aynasının sırrı olmuştur.
Hazret-i Peygamber, kızı Fatıma'ya derin bir muhabbet besler ve her vesile ile sevgisini izhar ederdi. Fatıma'yı gözünden sakınır, kimsenin onu üzmesine müsaade etmezdi. Âlemlerin Efendisi sık sık “Fatıma benden bir parçadır. Onu hoşnut eden her şey beni memnun eder. Onu üzen her şey de beni üzer” düsturunu hatırlatırdı.
MUHABBET SIRRI
Hazret-i Peygamber, kızı Fatıma'ya derin bir muhabbet besler ve her vesile ile sevgisini izhar ederdi. Fatıma'yı gözünden sakınır, kimsenin onu üzmesine müsaade etmezdi. Âlemlerin Efendisi sık sık “Fatıma benden bir parçadır. Onu hoşnut eden her şey beni memnun eder. Onu üzen her şey de beni üzer” düsturunu hatırlatırdı.
Hazret-i Fatıma, zahiren ve bâtınen babasına benzetildiği güzel vasıflara sahip bir evlattı. Rasûlullah (sav) onu görünce sevinir, ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Hazret-i Fatıma da onu aynı şekilde karşılar ve ağırlardı. Hazret-i Peygamber sefere giderken aile efradından en son Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü. Hazret-i Fatıma, güzel ahlakı, zühd ve takvası sebebiyle Resul-i Ekrem'in teveccühüne mazhar oldu. “Bana melek gelerek Fatıma'nın cennet hanımlarının efendisi olduğunu müjdeledi” ifadesinde olduğu gibi, “İnsanlık âlemine şeref olarak şu dört kadın yeter: İsâ'nın annesi Meryem, Firavun'un iman eden karısı Asiye, benim eşim Hatice ve benim kızım Fatıma” beyanı da, Hazret-i Fatıma'nın rüchâniyetini ilan etmektedir.
Risalet vazifesinin tamamlandığını bilen ve son günlerini idrak etmekte olduğunu anlayan Hazreti Peygamber, baba şefkatiyle kızını bu ayrılığa hazırlamıştı. Rahatsızlığı esnasında Hazreti Fatıma'nın kulağına eğilerek, o sene Cebrail Aleyhisselam'ın Kur'ân-ı Kerîm'i mukabele etmek üzere iki kere geldiğini ve bunun, vefatının yaklaştığına bir işaret olduğunu fısıldadı. Kızının son derece kederlendiğini ve ağladığını görünce de ailesinden ilk olarak onunla kavuşacaklarını haber verdi. Bu haberi bir müjde kabul eden Hazreti Fatıma'nın hüznü yerini sevince bırakmıştır. İrtihal-i Nebevi üzerine Hazreti Fatıma “Ey Tanrısının emr ü fermanı kendisine erişen babacığım! Senin mevt haberini Cibril Aleyhisselam'a duyuralım” diye nida eder. Hazreti Fatıma'nın bundan sonraki günleri babasına duyduğu tahassür ile geçmiştir.
Nebiyy-i Ekrem'in âlem-i bekaya irtihalinden bir müddet sonra Hazreti Fatıma rahatsızlandı. Belli bir süre tedavi gördü. Hazreti Peygamber'in müjdelediği gibi O'na kavuşacak olmanın süruruyla 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde Salı günü, 29 yaşlarında ebedi âleme göçtü. Nübüvveti karşıladığı gibi Nebi'yi uğurlamış ve tez vakitte ona kavuşmuştur. Mübarek na’şını Hazret-i Ebu Bekir'in hanımı Esma bint Umeys ve Selma gaslettiler. Cenazesi kendi vasiyeti uyarınca, o zaman ilk defa tatbik edilen bir usulle üst kısmı kapalı bir şekilde tabut içinde taşındı. Cenaze namazını Hazreti Ali (veya Abbas b. Abdülmuttalib) kıldırdı. Vasiyeti üzerine gece, Hazreti Ali, Abbas ve oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-Baki' da sırlandı.
Fatıma'nın ömrü asr-ı saadettir. Ahlaki nübüvvetin aynasıdır. Hazreti Fatıma'nın vazgeçilmez bir parçası olduğu Ehl-i beyti sevmek, Peygamberimiz'in bizlere vasiyetidir. Bu vasiyet, Rasûlullah (sav)'ın aşıladığı meveddet/muhabbet sırrıdır.
Yazan: Doç. Dr. Gülgün Uyar / Sonpeygamber.info