Malatya'da 28 Şubat'ın yaşattığı zulümler konuşuldu
Malatya Turgut Özal Üniversite tarafından düzenlenen programa katılan 28 Şubat mağdurları, terörist ilan edilip idamla yargılandıklarını, psikolojilerinin bozulduğunu ve hala dönemin izlerinin hayatlarında olduğuna dikkat çektiler.
28 Şubat post modern askeri darbenin yıl dönümü nedeniyle Malatya Turgut Özal Üniversitesinde online olarak e-söyleşi programı düzenlendi.
Rektör Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut’un moderatörlüğünde düzenlenen e-konferans programına; 28 Şubat mağduru ve ÖNDER İmam Hatipliler Derneği Kültür Sanat Komisyon Başkanı Tuba Yıldız, 28 Şubat mağduru tarih öğretmeni Sevgi Acun, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.
Program, Malatya Turgut Özal Üniversitesi tarafından hazırlanan 28 Şubat Türkiye’nin Kara Lekesi isimli video gösterimi ile başladı.
Tarihe kara bir leke olarak geçen; vesayet odaklarına hizmeti amaçlayan 28 Şubat post modern askeri darbenin yıldönümü sebebi ile bir araya geldiklerini ifade eden Rektör Prof. Dr. Karabulut, ülkenin güçlü iradesi ne şubatın soğuğunda ne temmuzun sıcağında darbelere geçit vermediğini ve vermeyeceklerini kaydetti.
“28 Şubat döneminin en büyük hedefi kadınlar olmuştur”
28 Şubat darbesini, tüm darbeleri ve darbecileri kınadığını belirten Prof. Dr. Karabulut, 28 Şubat döneminin en büyük hedefinin kadınlar olduğunu belirtti. Rektör Karabulut “Özelde kadın haklarının gasp edildiği bir dönem yaşanmıştır. 28 Şubat döneminin en büyük mağduru ve mazlumu kadınlardır. 28 Şubat döneminde başörtüsü yasağı kadınlar üzerinde ciddi boyutlarda psikolojik sorunlara ve tahribata neden olmuştur. Başörtülü kadınlar; Melis’ten, üniversitelerden, okullardan, resmi dairelerden, hatta ve çok üzücüdür resmi daire lojmanlarından, kamusal alanda dışlanmıştır.” şeklinde konuştu.
“Hocalarımız tarafından fişleniyorduk”
ÖNDER İmam Hatipliler Derneği Kültür Sanat Komisyon Başkanı Tuba Yıldız ise 28 Şubat döneminde yaşadıklarını şu şekilde anlattı:
“1979 Malatya doğumluyum. 1997 yılında İnönü Üniversitesi sınıf öğretmenliği bölümünü kazandım. Birinci sınıfın sonlarına doğru İstanbul Üniversitesi’nde başörtü yasağı başlamıştı. Aynı dönemde İnönü Üniversitesi tıp fakültesinde de yasaklar başladı. Ertesi yıl da tüm fakültelerde yasaklar ilan edildi. İlk başlarda sınıflarımıza başörtülü bir şekilde girebiliyorduk ama hocalarımız tarafından fişleniyorduk. Sınavlara da girebiliyor fakat bu durumda da bir hayalet gibi görünüyor ve sınavlarımız geçerli olarak kabul edilmiyordu. Uyarı, kınama, bir hafta, 15 gün, bir ay, bir dönem ve nihayet iki dönem uzaklaştırmalar alıp sonrasında da 1999 yılında devamsızlıktan dolayı üniversiteden ilişiğim kesildi. 2011 yılında afla üniversiteye dönerek ancak 2013 yılında mezun olabildim.”
“Bizi irticacı, terörist ilan ettiler. Başımızı açmamız için ailelerimize tehdit mektupları gönderdiler”
İnönü Üniversitesinin başörtü yasağının uygulandığı pilot üniversitelerden biri olduğunu dikkat çeken Yıldız “Öğrencilerin ve halkın nabzının ölçülebileceği bir üniversiteydi. Kız öğrencilerinin çoğunluğu başörtülüydü. Bu yüzden bizler yasağın Malatya'da uygulanamayacağını düşünüyorduk ama maalesef üniversite yönetiminin uyguladığı psikolojik baskılar ve cezaların giderek ağırlaşması sonucunda arkadaşlarımızın çoğu başlarını açtılar ya da açmak zorunda bırakıldılar. Açtılar dedim çünkü o dönemdeki malum hainlerin başı 'Başörtüsü teferruattır' fetvasını verdikten sonra birçoğu başını açarak hak arayışımız olan direnişimize büyük zarar verdiler. O günden sonra sayımız giderek azaldı. Tabi bizim üzerimizdeki baskılar da arttı. Bizi irticacı, terörist ilan ettiler. Bizleri silahlı terör örgütlerinden dahi daha tehlikeli ilan eden bildiriler yayınlandı. Ailelerimize, kızlarınız başını açmıyor bu yüzden okuldan atılacaklar. İkna edin başlarını açsınlar yazan tehdit mektupları gönderdiler. Aile baskısı ile psikolojisi bozulan, başını açan çok kardeşimiz oldu.” diyerek o dönem yaşadıkları mağduriyetleri anlattı.
“Tüm yazım sokaklarda elimde kalem ve A4 kâğıdı imza toplayarak geçti”
28 Şubat mağduru Tarih Öğretmeni Sevgi Acun ise başından geçenleri şöyle anlattı: “Atatürk Üniversitesinde de bu kararlar biz başörtülü öğrencilere hocalarımız aracılığı ile sözlü olarak tebliğ edildi ve artık derslere başörtüsü ile giremeyeceğimiz, girenler hakkında soruşturma başlatılacağı bildirilmişti. Bu uyarının ardından sonraki gün derse başörtüsü ile geldiğim için direk hakkım da soruşturma başladı. Arkadaşlarım ya başörtüsünü çıkarıyor ya da peruk takıyorlardı. Kimi aile baskısı kimi kendi rızası kimi de bulunduğu cemaatin 'Başörtüsü teferruattır' emri gereği bu kararı almışlardı. Ailem ile durumu konuştum onlar benim hangi zorluklarla üniversiteye gittiğimi hatırlatarak açmamı istedi fakat benim aklımın ucuna dahi gelmiyordu. Ailem ya açarsın ya da sana artık para göndermeyiz dedi. Soruşturmam sonucu uyarı sonra açılan başka soruşturmam sonucu kınama başka soruşturma derken yaz tatili oldu. Tüm yazım sokaklarda elimde kalem ve A4 kâğıdı imza toplayarak geçti. Öyle bir kaos ortamı vardı ki insanlara başörtüsü serbest olsun diye imza topluyorum imza atar mısınız dediğimde 10 kişiden belki de altısı korkuyordu Elimizden gelen başka bir şey yoktu. Çevreden memurluktan atılan hapse atılan insanların durumunu duyuyordum.”
“Değil fakülteye kapalı girmek kampüse bile giremiyorduk”
Acun, “Bu arada tüm Türkiye de özgürlük zinciri adıyla bir yürüyüş başlamıştı. Katıldığım bu olayda polis tarafından tutuklandım ve nezarete atıldım. Korkutma amacıyla yapıldığı için bir gün sürmüştü. Artık askeriye duruma el atmış, değil fakülteye kapalı girmek kampüse bile giremiyorduk. Kampüse giren tüm araçlar aranıyor başörtülüler içeri alınmıyordu. Öyle ki diş hastanesine giden kadınlar bile alınmıyordu. Okulu bu süreçte bırakmaya karar verdim ve memlekete döndüm. Resmiyette devamsızlıktan kalmıştım. Zor süreç memleket de de devam etti. Yani kısacası yaşadıklarım bedenen ve ruhen çok yordu. Psikolojim bozuldu. Dilerim bu ülkenin tarihine böyle bir olay bir daha kaydedilmez." dedi.
“28 Şubat sürecinde yürüyüş düzenleyen ayaklar ile 15 Temmuz darbecilerini alkışlayan eller, aynı vücudun uzuvları”
Türkiye’de bir darbeler tarihinin var olduğunu ve ülkenin neredeyse 10 yılda bir darbe ile karşı karşıya kaldığına dikkat çeken Battalgazi MYO Yerel Yönetimler Bölüm Başkanı Öğretim Görevlisi Cumali Aydoğan, “Cumhuriyet tarihinde darbeler 1960’ta başlayıp en son 15 Temmuz’da darbe girişimi gerçekleşmiştir. Garip ama gerçek: 28 Şubat sürecinde yürüyüş düzenleyen ayaklar ile 15 Temmuz darbecilerini alkışlayan eller, aynı vücudun uzuvları. Her darbe aynı zamanda toplumsal bir travmadır. 28 Şubat darbesi ise etki alanı oldukça geniş, sayıları milyonları bulan insanın hayatında travmatik sonuçları olan darbelerden biri. Yaşanan son darbe girişimi olan 15 Temmuz’da Milletimizin iradesiyle daha önce görülmemiş bir şekilde darbeye karşı çıkmasıyla bertaraf edildi.” ifadelerini kullandı.
28 Şubat günü yaşanılanları anlatan Doğanşehir Vahap Küçük MYO Dr. Öğretim Üyesi Gül Seda Acet İnce de “28 Şubat ülkemiz açısından oldukça sancılı bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu sancılı süreç birçok alanda olduğu gibi üniversitelerimizde de yaşanmıştır. Bilim yuvaları olarak kurulan üniversitelerimizde aslında bir “insanlık suçu” olarak bile adlandırılabilecek uygulamalar olmuştur. O dönemde İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak görev yapan Nur Serter üniversiteye kayıt yaptırmak için gelen başörtülü kız öğrencilere, üniversitenin karanlık koridorlarında hazırlanan “ikna odalarında” başlarını açmaları yönünde telkinde bulunulduğunu bunların kayıt altına alındığını ve ikna edilemeyen öğrencilerin de kayıtlarının silinmeye zorlandığı ortaya çıkmıştır. O dönemde ülkenin aydınlık yüzü olan başarılı kız öğrencilerin başlarını açmadan üniversitelere girmeleri yasaklanmış ve üniversite kapılarında polis gözetiminde başlarını açmaya zorlanmışlardır.” sözlerine yer verdi.(İLKHA)