KÜRTLER… DEVLETTEN MİLLETE
Belki de bugün pek çok Kürt'ün bir ikilem ve siyasi kimliğin reddi olarak gördüğü tüm bu sorunlar, özünde, uzun bir uykudan sonra yükselmeye motive olan İslam dünyasının kalbindeki nüfuzunu geri kazanmaları adına tarihi bir fırsattır.
DOĞRUHABER / Muhammed Muhtar Eş-Şankıti / Analiz
Bahar Yaprakları
KÜRTLER… DEVLETTEN MİLLETE
Selahaddin, zamanının Müslüman toplumunda kültürel seçkinleri temsil eden Araplara veya o dönemde İslam dünyasının kaderini elinde tutan askeri ve siyasi eliti temsil eden Türklere etnik olarak bağlı değildi. Aksine, asil ve köklü bir Kürt’tü ve kökeninin Arap olduğu dedikoduları sorulduğunda, "Bu kökenin temeli yoktur" derdi. Buna rağmen Selahaddin Kürt-Arap-Türk ortak zeminine uyum sağlamayı /entegre olmayı başardı ve İslam ve insanlık tarihinin en büyük liderlerinden biri olarak tarihe en geniş kapısından girdi. Selahaddin -Kürt halkına liderliğini kolaylaştıran Kürt soyundan olması avantajının yanı sıra- akli kapasitesi, kuşatıcı kişiliği ve İslam davasına bağlılığı göz önüne alındığında diğer Müslüman halklara uyum sağlayabilmiş ve farklı arka plana sahip önde gelen orduları "Haçlı Seferlerinin Sünni-Şii İlişkileri Üzerindeki Etkisi" kitabımda uzun uzadıya açıkladığım gibi bütünleştirmeyi başarabilmiştir.
Selahaddin'in Türk siyasi ve askeri seçkinleriyle bütünleşmesi, küçük bir sözle bile olsa bir kişinin Türkleri kötülemesi durumunda onları savunması noktasına kadar ulaşmıştı. Musullu şair İbnü’d -Dehhan ile olan hikayesi bunun bir göstergesidir. İbnü'd-Dehhan, Fatımi veziri Talai’ b. Rüzzik'i övdüğü bir şiirde Türkleri kötüledi. Olayın üzerinden günler geçti, Fatımi devleti yıkıldı ve şair İbnü'd-Dehhan, -şairlerde adet olduğu üzere- hediye almak için Selahaddin'in huzuruna çıktı. Hikayenin devamını “Selahaddin” kitabının yazarı İmad El-Isfahani'den alıntı yaparak hikayeyi aktaran İbnü'l-İmad el-Hanbali'ye bırakıyoruz. Yazar olayı şöyle aktarmakta: “Sultan Selahaddin Humus'a geldiğinde, İbnü'd-Dehhan bize uğradı. Onu tanıtarak İbn Ruzzik'i övdüğü bir şiirde şöyle söylediğini aktardım: Türkler şiir nedir bilmezken/Türkleri övüp onlardan bir ikram mı bekleyeceğim
Bunun üzerine sultan ona yüz dinar verdi ve “Böylece artık şiirin Türkler tarafından terk edildiğini söylemeyeceksin.” dedi. (İbnü'l-İmad el-Hanbelî, Şezeratüz- zeheb fi Ahbarin min Zeheb).
Yirminci yüzyılın ilk yarısında sömürge güçlerinin keyfe-ma-yeşa ve çıkarlarına göre siyasi olarak dağıttığı tek halk Kürt halkı değildir. Türkler, Araplar ve diğer halklar da aynı durumu yaşamıştır.
Arap kültürel elitiyle bütünleşmeye gelince, bu Selahaddin için daha kolay ve daha erişilebilirdi. Zira Arap binicilik kültürüne ve Arap edebiyatına çok hakimdi. Selahaddin’in kadısı ve aynı zamanda biyografi yazarı İbni Şeddat'ın, “Selahaddin'in Arapların soylarını ve tarihlerini ezbere bildiği, geçirdikleri tarihi evrelere ve koşullara vakıf olduğu, Arap atları soylarının koruyucusu" olduğundan bahsetmesi buna ışık tutması açısından yeterlidir. (İbni Şeddad, En-Nevadir al-Sultaniyye) Keza Zehebi “İslam Tarihi” kitabında Selahaddin’in Ebi Temam’ın “Hamaset” kitabını ezbere bildiğini aktarmıştır ki bu kitap Arap binicilik ve kahramanlıklarıyla ilgili şiir için bir kaynak mesabesindedir.
Günümüzdeki Kürt sorununun kaderi üzerine düşünürken, büyük Kürt lideri Selahaddin el-Eyyubi modelini sık sık hatırlarım. Bu makalede, açgözlü uluslararası güçlerin beyhudeliğinden ve bencil siyasi elitlerinin cehaletinden etkilenen bu bölgedeki sorunlara ve çözümlere parçacı yaklaşım reddedilerek Kürt sorunu kavramının ve geleceğinin bütüncül bir perspektifle ele alınması ve sunulması amaçlanmaktadır. Kürt sorununun kapsamlı bir bölgesel bağlam dışında bir çözümü yoktur ve şüphesiz bazı Kürt liderlerin taktiksel adımları bütünsel ve stratejik bakış açısının yerini tutamaz. Bu fikirleri -sözlü olarak - Doha'daki El Cezire Araştırma Merkezi'nin Kürt sorunu üzerine düzenlediği bir çalıştayda da sundum.
Kürtler, İslam dünyasının kalbinde yer alan dört ülkeye dağılmış bulunmakta ve böylece Müslüman devletler siyasi coğrafya haritasında önemli bir yer işgal etmektedirler. İslam dünyasını bir kafası, kalbi ve iki kanadı olan bir kuş şeklinde ele alırsak -haritasından da anlaşılacağı gibi - Kürt coğrafi ve demografik ağırlık merkezinin Türkiye sınırları içinde, yani İslam kuşunun vücudunun baş bölgesinde olduğunu göreceğiz. Keza Irak ve Suriye'de yani İslam kuşunun göğüs bölgesinde de önemli sayıda Kürt var. Kayda değer bir Kürt nüfusunun İran'da- yani kuşun sağ kanadının merkezinde- olduğu gerçeği de göz önüne alındığında bu konumun önemi kendini daha açık göstermektedir.
Müslüman devletler siyasi coğrafyanın kalbindeki bu konum, Kürtleri, benimsedikleri siyasi ve stratejik seçeneklere göre, İslami bedende en büyük birleşme ve kaynaşma faktörlerinden biri veya parçalanmasının en tehlikeli nedenlerinden biri olarak konumlandırıyor. Böylelikle Kürtler, İslam ulusunun birleştirici kalbi olabilirken aynı zamanda onu parçalayan bombaya da dönüşebilir.
Kürt sorununun anahtarı Irak, İran veya Suriye'de değil, Kürtlerin coğrafi ve demografik ağırlık merkezini teşkil eden Türkiye’dedir. Türkiye’nin Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmasına izin vermesinin düşünülemez olduğu bir gerçek. Çünkü bu siyasi, sosyal ve stratejik bir intihar olacaktır.
Kronik Kürt krizine çözüm ancak üç seçenekten biri ile olabilir:
İlk seçenek, Kürt insanının ve kültürünün otoriter bir şekilde zorla asimile edilmesidir. Bu milliyetçi rejimlerin -Arap, Türk ve Fars- zaman zaman Kürtlere karşı benimsediği başarılı olması imkansız faşist bir yöntem, gayrı ahlaki bir tutum ve stratejik bir aptallıktır. Kürtler ve siyasi olarak ait oldukları ülkeler için bunun sonuçları yıkıcı olmuştur. Belki de Irak'ın ardından Suriye'nin başına gelen yıkım, her iki ülkede de Kürtlere karşı bu yolu izleyen Baas rejiminin faşist tutumudur.
İkinci seçenek, Kürtlerin dağınık bir şekilde bulunduğu dört ülkeden (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) siyasi olarak ayrılması ve yeni bir Kürt varlığının inşasıdır. Bu pratik olmayan bir çözümdür ve herhangi bir girişim ters etki yaratacaktır. Kürtlerin dört ülkeye dağılımı, jeopolitik olarak meseleyi çok karmaşık bir konu haline getiriyor. Kürtlerin dört ülkeden birinden bağımsızlığı -son zamanlarda Irak'ta girişimde bulunulduğu gibi- Kürt sorununa bir çözüm değil, daha karmaşık bir mesele olmasına sebep olacaktır. Zira bu, söz konusu ülkelerde iç savaşı tetikleyecektir ve bunun sonuçları Kürt halkı ve tüm bölge halkları için tehlikeli olacaktır.
Üçüncü seçenek, dört ülkedeki Kürtler arasında iletişim ve ulaşım imkanlarını sağlayacak, Kürtler -ve diğerler milletler- için tüm dil ve kültürel hakları garanti edecek eşit vatandaşlık temelinde demokratik ülkelerde bir arada yaşamayı sağlayacak olan çözümdür. Herkesin hakkını koruyacak olan mantıklı çözüm budur. Zaten parçalanmış olan bu bölge, daha fazla parçalanma ve ayrılmayı kaldıramaz. Aynı zamanda bölgenin tarihi ve ortak İslam medeniyetindeki pozisyonuyla tutarlı bir çözümdür. Bu seçeneği Kürt sorununun tek ahlaki ve pratik çözümü olarak gördüğümüzden, bu makalenin geri kalanında odak noktamız bu çözüm olacaktır.
Kürt ve Türk popülasyonları arasındaki içiçelilik ve kaynaşma çok derindir. Dünyadaki en büyük Kürt yoğunluğunun İstanbul'da olduğunu bilmek bu anlamda yeterlidir.
Bazı Kürtler, kendilerine ait bir siyasi varlık inşa etmekten mahrum bırakıldıklarından, dilsel ve kültürel kimliklerinden ve kendilerini ait hissedecekleri bir ülkeden mahrum kalmayı kendilerine düşen tarihi bir adaletsizlik olarak görmekte ve bu konuda şikayetlerde bulunmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki modern çağda bu bölgenin hiçbir yeri kendi doğal kanunlarına göre oluşmamıştır. Yirminci yüzyılın ilk yarısında sömürgeci güçlerin keyfi bir şekilde ve çıkarlarına göre siyasi olarak dağıttığı ve kendi siyasi geleceğini tayin etmekten mahrum bıraktığı tek halk Kürtler değildir. Türk ve Arap milletleri -ve daha nice başkaları- aynı durumu yaşamıştır.
Aynı şekilde, kimliğini kendi siyasi varlığında somutlaştırmaktan mahrum bırakılan ve bir devlete sahip olmadan birkaç ülke arasında dağıtılan dünyadaki -veya bu bölgedeki- tek milliyet Kürtler değildir. Dünya çapında bir devlete sahip olmayan birçok millet vardır ve bunların bazıları, bu ülkelerin hiçbirinde çoğunluk olmadan birden fazla ülkeye dağılmıştır. Bu olgu siyaset bilimcileri tarafından "devletsiz milletler" olarak adlandırılır. Bölgemiz dışındaki örnekler arasında Hindistan ve Sri Lanka arasında dağılmış olan Tamil ulusu verilebilir ki bu ulusun sayısı yaklaşık seksen milyon, yani Kürtlerin neredeyse iki katıdır.
Tamil milliyetçiliği örneği bu bakımdan önemlidir, çünkü Tamiller merkezci olmayan bir demokratik yönetime sahip Hindistan’da sıkıntısız yaşarken bunun aksine askeri yöntemi ve baskıyı seçen Sri Lanka'ya karşı acı ve kanlı bir savaş yürüttüler. Bu örnek aynı zamanda karşılaştığımız siyasi olayların sorumlusunun Kürtler olmadığı anlamına geliyor. Bölgemizdeki ülkeler çok dilliliği ve kültürü kabul edip demokratik ve esnek olsalardı, Kürt meselesi ayrılıktansa birleşme ruhuna daha yakın bir şekilde ilerleyebilirdi.
Bölgemizde ise "devletsiz milletler"in belki de en çarpıcı örneği, siyasi dağılımda Kürtlere benzeyen, kendisinde dillerini ve milli kimliklerini koruyabilecekleri ve çoğunluğunu oluşturdukları bir devletten yoksun Berberilerdir. Berberiler -Kürtlerin yanı sıra- İslam'ı savunmada görkemli bir tarihe ve İslam medeniyetinde büyük katkılara sahiptirler. Bu millet Kürtlerin yaşadığı siyasi durumu Fas, Cezayir, Libya, Tunus ve batı Mısır'da yaşamaktadır. Bununla birlikte, Berberiler bir Berberi devleti kurmak için bu ülkelerden ayrılma veya onları parçalama girişimlerinde bulunmamışlardır.
Belki de Amerika'nın Kürtleri yarı yolda bırakması onlar için, bölgede bir ayrılık unsuru değil birleştirici bir faktör olmanın daha iyi olduğunu fark etmeleri ve ortak İslam medeniyeti temelli bir yaklaşımla davalarına mantıklı çözümler aramaları için daha iyi olacaktır.
İslami kimlik bu ülkelerdeki Araplar ve Berberiler arasındaki bağı korumuştur. Gerçekten de pek çok Berberinin, Şam'daki ve diğer bölgesel şehirlerdeki birçok Kürt gibi, ırksal olarak değil lakin kültürel manada Araplığa nispet edilme konusunda hiçbir sorunu yoktur. Zira Arap diline Kur’an tarafından evrensel bir kuşatıcılık verilmiştir ve Müslümanın onu sevmesi ve önemsemesi için Arap olmasına gerek yoktur. Fransız işgali altındaki Cezayir’in Arap ve İslami kimliğini korumada büyük ölçüde katkıları olan Şeyh Abdülhamid ibn Badis'in Arap değil, Berberi olduğunu bilmek bu anlamda ufuk açıcı olacaktır. Şu ünlü iki beyti söyleyen odur:
Cezayir halkı Müslümandır ve Araptır
Kim aslını şaşırmış veya ölmüş derse yalandır
Pek çok kişinin gözden kaçırdığı önemli şeylerden biri de Kürtlerin coğrafi ve demografik ağırlık merkezinin Türkiye olduğu gerçeğidir. Dünyadaki (farklılaşan istatistiklere göre sayıları 35 ile 45 milyon arasında olan) Kürtlerin yaklaşık yarısı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve dünyadaki Kürt nüfuslu bölgelerin yaklaşık olarak yarısı Türkiye sınırları içindedir. Hiçbir bilge politikacının görmezden gelemeyeceği gerçek şu ki Kürt sorununun anahtarı Irak, İran veya Suriye'de değil, Kürtlerin coğrafi ve demografik ağırlık merkezi olan Türkiye'dedir.
Müslümanların birliğini talep eden ayrılığı yasaklayan İslami/ahlaki perspektif ve çağdaş dağıtım adaleti felsefesi bir yana Türkiye'nin, Kürtlerin bağımsızlığına izin vermesi makul değildir. Zira bu Türkiye için siyasi, sosyal ve stratejik bir intihar olur. Modern ulus devletleri -doğdukları koşullar ne olursa olsun- birçok milletin gayretleriyle nesiller boyu inşa edildiklerinden ortak gayrimenkul mülkiyeti hükmündedirler. Bu nedenle bunu karşılıklı rıza ve istişare olmaksızın bölmek; tıpkı gayrimenkul mülkiyetinde bir ortağın kendi isteğiyle diğer ortaklara danışmadan veya onların rızası olmadan gayrı menkulünü satmasının mümkün olmaması gibi haksız bir davranıştır.
Kürtler, faşist ve başarısızlığa mahkum bir yöntem olan zorunlu kültürel ve sosyal entegrasyonu reddetme hakkına sahiptir. Ancak öte yandan siyasi ayrılığın, halkların kimliğini elde etme ve kendi kaderini tayin hakkının tek ifadesi olmadığının da farkına varmak onların görevidir. Kürtlerin Türkiye'den bağımsızlığını imkansız kılan başka pratik konular da vardır. Kürtler ve Türkler arasındaki insan içiçeliği ve kaynaşması çok derindir. Dünyanın en büyük Kürt yoğunluğunun İstanbul'da olduğunu bilmek bu anlamda yeterlidir. Halbuki İstanbul Türkiye'nin (Kürt tarihi köklerine sahip bölgesi olan) güneydoğu bölgelerinden çok uzaktadır. Aynı şekilde, Türkiye'nin metropol bölgelerindeki Kürtler -tıpkı Şam'daki Kürtler gibi- büyük ölçüde ulusal, sosyal ve kültürel dokuya karışmış durumdadır.
Bugün Kürt sahnesine koşuşturmacalarıyla yön veren ve ayrılık bayrağını yükselten aşırı sol gruplara gelince, bunlar Kürt halkının köklerini, dindarlıklarını ve İslam milletiyle ve vicdanıyla derin bağlarını temsil etmiyorlar. Bu gruplar istismarları, bencillikleri, Amerika ve israil'in kuklalığını yapmaları ve en zor dönemde İslam’la bağları kesmeleri ve ümmeti sırtından hançerlemeleriyle Kürt davasına yeterince zarar verdiler.
Sonuç olarak, tarihsel, kültürel, coğrafik ve stratejik gerçekler bugün Kürtlerin bölgede birleştirici bir etken haline gelmesini gerektirmektedir. Şüphesiz bu gerek onlar ve gerekse diğer herkes için ayrılık ve parçalanma yolunda devam etmekten daha hayırlıdır. Geçmişte Kürtler, önceleri gördüğümüz gibi Selahattin’in Kürt kökenliliği Arap kültürlülüğü, Türk siyasetliliği şeklinde tezahür eden birleştirici şahsiyeti sayesinde, kırılma anlarında ve düşmanlarla savaşta birleştirici bir rol üstlenmişti. Kültürel açıdan, eski Kürt alim ve bilim adamlarının çoğu kitaplarını Arapça, Türkçe ve Farsça yazmışlardır. Atalarından miras aldıkları bu birleştirici faktör olma ülküsünü -ana dillerine de sadık kalarak- sürdürmek bugün torunlarına zarar vermeyecektir. Önceden de belirttiğimiz üzere Kürtler coğrafik olarak İslam siyasi coğrafyasının kalbinde ümmeti birleştirici niteliğe sahip özel bir yerde konumlanmıştır.
Stratejik olarak, Kürtler -iç içe oldukları Müslüman halklarla birleşerek- İslam dünyasının kalbini bugün yaşadığı stratejik saldırılara karşı güçlendirmeye katkıda bulunabilirler. Bu görev tek başına Kürtlerin sorumluluğunda değildir. Bilakis bu; Araplar, Türkler, Kürtler, Persler ve diğerleri dahil olmak üzere tüm bölge halkları tarafından üstlenilmesi gereken etik, insani ve siyasi bir sorumluluktur. Ahmet Davutoğlu, (Stratejik Derinlik) adlı kitabında, bölge halklarını üç şeye çağırarak iyi iş çıkarmıştır: “Karşılıklı olarak biriken psikolojik [olumsuzlukları] atlatmak için girişimde bulunmak, ortak bir bölgesel kader konusunda farkındalık oluşturmak ve küresel dengelerin etkisi altında kalan karşılıklı ilişkileri korumak.
"Belki de bugün birçok Kürt'ün bir ikilem ve siyasi kimliğin reddi olarak gördüğü şey, özünde, İslam dünyasının kalbindeki nüfuzlarını geri kazanmak için tarihi bir fırsattır.
Batı'ya duyulan saf güvene karşılık coğrafya, din ve tarih kardeşlerinden kopuş ise aşağılanmanın en kısa yoludur. Bazı Kürt milliyetçi elitleri yirminci yüzyılın başlarında dizginlerini İngiliz istihbarat subayı Lawrence'a teslim eden ve Lawrence’in onları soktuğu çıkmazdan halen çıkamamış olan Arap milliyetçi elitlerinin yolunu takip etmektedir. Amerika'nın, tıpkı İngiltere'nin yüz yıl önce Arap ulusal elitlerine yaptığı gibi Kerkük ve ardından Afrin'deki Kürt ulusal elitlerini terk etmesi -tarihsel bir algıya sahip olanlar için- şaşırtıcı değildir. Belki de Amerika'nın Kürtleri terk etmesi, Kürtler için bir ayrılık unsuru olmaktan ziyade bölgede birleştirici bir faktör olmalarının ve onları kullanan ve onlara hizmet etmeyen Amerika'ya güvenmek yerine ortak İslam medeniyeti alanı içinde davalarına mantıklı çözümler aramalarının daha iyi olduğunu fark etmeleri adına daha hayırlıdır.
Çeşitli yön ve boyutlarıyla karmaşık Kürt sorununun çözümü -benim tahminime göre-siyasi olarak bağımsız bir "Kürt devleti" yerine, siyasi sınırları aşan kültürel olarak bağımsız bir "Kürt ulusu" inşa etmekte yatıyor. Bu formülle Kürtlerin durumu, Fransız kimliğinden ve kültüründen hiçbir şey kaybetmeden Avrupa ulusları arasında bir bağ görevi görerek İsviçre ve Belçika da yaşayan Fransızların durumuna benzer hale geliyor. Bugün Fransa'ya katılma ya da bulundukları yerde kalma arasında bir seçim yapılsaydı, bulundukları yerde kalmayı seçerlerdi.
Belki de burada savunduğumuz şey, Suriye Ulusal Konseyi'nin eski başkanı Dr. Abdul-Basit Seyda'nın Kürt meselesi üzerine El-Cezire Çalışmalar Merkezi sempozyumunda yaptığı bir "Kürt Birliği” önerisine yakındır. "Ufku olmayan beyhude savaşlarla dört ülkeyi parçalamadan Kürt Birliği fikrini gerçekleştirmek mümkündür. Dört ülkedeki Kürtlere kolay iletişim, insani ve kültürel etkileşim ve gerekirse çifte vatandaşlığı garanti eden bölgesel anlaşmalar yoluyla "Kürt Birliği" fikrini olumlu bir yaklaşımla ele alma sorumluluğu bu dört ülkeye (Türkiye, Suriye, İran ve Irak) aittir.
Bu "Kürt birliği" ya da -daha çok tercih ettiğim söylemle- "Kürt milleti" fikri başarılırsa ve Kürtler, bölge halklarının üzerinde bir yöneticinin veya daha baskın nüfusun lehine olmayan gerçek bir demokrasi inşa etme çabalarına girişirse o zaman Kürtler, İslam milletinin yaralarının sarılmasına ve dini, tarihi ve coğrafik anlamda kendilerine ve kardeşlerine hizmet etmeye bir kez daha katkıda bulunabileceklerdir.
Kürtler, faşist ve başarısız bir yöntem olduğu için zorunlu kültürel ve sosyal entegrasyonu reddetme hakkına sahiptir ancak siyasi ayrılığın halkların kimliğinin ve kendi kaderini tayininin tek ifadesi olmadığını ve bu durumun saldırganlığa ve tüm taraflar için yıkıcı bir parçalanmaya dönüşeceğini bilmelidirler. Zannımızca Kürtler bu iki tutum arasında dengeli bir yaklaşım bulmak zorundadır. Belki de bugün pek çok Kürt'ün bir ikilem ve siyasi kimliğin reddi olarak gördüğü tüm bu sorunlar, özünde, uzun bir uykudan sonra yükselmeye motive olan İslam dünyasının kalbindeki nüfuzunu geri kazanmaları adına tarihi bir fırsattır.
“Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Bakara 216)
Tercüme: Muhammed Nur Yaşar