Dünyanın en büyük tohum ambarı: Svalbard Tohum Deposu
Svalbard Küresel Tohum Deposu, Norveç'te bir depoda dünyadaki bütün bitki tohumlarını bir araya getirip muhafaza etmeyi amaçlayan projedir.
Svalbard Küresel Tohum Deposu, dünyanın dört bir yanından toplanan organik tohumları barındıran büyük bir silodur. Depo, Norveç'in Longyearbyen şehrinde yer alır. 2008 yılında açılmıştır.
Depo, tarım ürünlerini iklim değişikliğinden, depremlerden, nükleer saldırılardan, savaşlardan ve doğal felaketlerden korumak iddiasıyla Kuzey Kutbu civarında, Norveç'in Longyearbyen şehrindeki Svalbard adasında, donmuş bir dağın 130 metre altında inşa edildi. Tesis, 27 metre uzunlukta, 10 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğinde 3 adet ambardan oluşuyor.
2008 yılında kurulan ve Norveç hükümetiyle ‘Kültür Bitkileri Çeşitliliği Küresel Fonu' (Global Crop Diversity Trust) ve Kuzey Genetik Kaynaklar Merkezi tarafından desteklenen depo, sürekli yeni tohum numuneleriyle zenginleştiriliyor.
Tesis, dünyanın dört bir yanından getirilecek 4,5 milyon tohum örneğinin her birinden 500 adet, yani toplam 2,25 milyar örnek depolama ve koruma kapasitesine sahip.
Spitsbergen Adası üzerinde bir kayanın içine oyulan ve dünyadaki tüm tohum türlerini barındırmayı ve dünya tohum çeşitliliğini korumayı hedeflediği belirtilen depodaki hava sıcaklığı, bazı dayanıklı tohumların binlerce yıl yaşayabileceği ve korunabileceği sıcaklık olarak tespit edilen -18 dereceye sabitlenmiş durumda.
Tohumların, çeşidine göre, 55 yıl (ay çekirdeği tohumu) ile 10 bin yıl (bezelye tohumları) dayanabileceği öngörülüyor.
Hedeflenen çeşitliliğe ve rakamlara ulaşılmasından sonra deponun kapılarının kapatılması ve çok gerekli olmadıkça depoya girişlerin ve çıkışların durdurulması planlanıyor. Bu süre içinde deponun gözetimi ve gerekli kontroller İsveç’teki bir merkez üzerinden yapılacak.
Svalbard Küresel Tohum Deposu, küresel ısınma, deprem ve hatta nükleer saldırılara karşı dirençli bir şekilde inşa edildi. Eski bir kömür yatağının 120 metre kadar içine giren bir sığınak şeklindeki tesis içinde inşa edilen ve şu anki deniz seviyesinin 130 metre üzerinde bulunan depoların, iklim değişikliğine bağlı olarak su seviyesinin büyük ölçüde yükselmesi durumunda bile güvende olacağı hesaplanıyor. İnşasında kullanılan malzemelerin nükleer savaş ya da uçak çarpmasına karşı da dayanıklı olduğu belirtiliyor.
Tohum mahzeninde depolanan en büyük tohum erzak sayısı pirinç, buğday ve arpa çeşitlerine ait. 150 binden fazla buğday ve pirinç örneği ve 80 bine yakın arpa örneği var. Sayıca fazla olan diğer tohumlar, fasulye, mısır, börülce, soya fasulyesi, nohut, patates, bezelye, yer fıstığı, yulaf, çavdardan oluşuyor.
Yabani tohumlara da çetin hava koşullarına dayanıklılıkları nedeniyle özel önem veriliyor. Yabani tohumların hayatta kalabilmek için dayanıklı oldukları, kuraklığa karşı direnç ya da haşere ve hastalıklara karşı dayanma gibi karakter özellikleri olduğu biliniyor. Bu nedenle gelecekte iklime uyum gösteren çeşitler yetiştirme konusunda çok değerli olacakları düşünülüyor.
Sistemin yönetimini üstlenen ve Nordik Gen Bankası’nda koordinatör olarak çalışan Asmund Asdal "Tohumlar bir dağın dehlizlerinde depolanıyor. Bu alanda sıcaklık eksi 18 dereceden daha fazla olmamalı. Zaten bölgenin normal koşullardaki sıcaklığı da yaklaşık eksi 4 civarında, geriye kalan eksi 14’lük kısmında ekstra soğutma sistemleri kurarak gerçekleştiriyoruz. Bunun için gereken enerjiyi, bölgede kömürle çalışan elektrik üretim santrali sağlıyor." diyor.
Ambara su sızıntısı oldu
Ambara, Mayıs 2017'nin sonlarında, artan sıcaklıklar nedeniyle eriyen buzlardan arta kalan suların sızdığına dair haberler basında yer aldı.
Buna göre, mahzenin üzerini kaplayan buzul tabakası, aşırı sıcaklar nedeniyle eridi ve giriş kapısına sızdı. Depo, eriyen karların tetiklediği bir selin ortasında kaldı. Bilim insanları ve kuruluş yetkilileri tarafından yapılan açıklamaya göre yılın büyük bir bölümünde donmuş olarak kalan toprak, küresel ısınmadan kaynaklanan yüksek sıcaklıklardan dolayı çözünmeye başladı ve selin oluşmasına katkı sağladı.
Yetkililer, adada böyle bir olayın yaşanabileceğini düşünmedikleri için güvenlik önlemleri almadıklarını ancak bu noktadan sonra daha dikkatli olacaklarını açıkladılar.
Sel sularının doldurduğu 100 metre uzunluğundaki deponun girişi, elektronik aygıtlar başta olmak üzere boşaltılmış ve tohumların bulunduğu depolara önlem amacıyla su pompaları yerleştirilmiştir. Tohumların bulunduğu depolar, tsunaminin veya selin yaşanması durumunda güvende olması amacıyla girişten 5-7 kat yukarıda bulunuyor. Bu nedenle selin çok büyük boyutlara ulaşmadığı sürece deponun güvende olacağı düşünülüyor.
Tohumların sığınağa aktarılmasından sorumlu olan tedarikçi Statsbygg firmasının sözcüsü Hege Njaa Aschim, endişe edilecek bir durumun olmadığını açıkladı.
Tohumların sulardan zarar görmediğini söyleyen Aschim bununla birlikte işlerini şansa bırakmayacaklarını ve sızmalardan doğabilecek olası zararı engellemek üzere tünelin girişinde bir dizi önlem alacaklarını söyledi.
Kitap da depolanıyor
Öte yandan depo, tohumlar için oluşturulmuş olsa da dünyanın en önemli eserleri de dijital ortama aktarılarak burada muhafaza edilmeye başlandı.
Norveç devlet televizyonu NRK’nın haberine göre, dünyanın en değerli kitaplarının da burada dijital film ortamına aktarılarak, nükleer savaşlardan ve büyük afetlerden korunması hedefleniyor.
Kitapların ve eserlerin burada muhafaza edilmesinin gerekçesi de yine aynı şekilde nükleer savaşlardan korunmaları olarak belirtiliyor. İçerisinde mini bir kütüphane oluşturulan ambarda ilk olarak Dünya Arktik Arşivi açıldı. Bu kütüphaneye Brezilya, Meksika ve Norveç’ten eserler getirildi ve kopyaları depolandı.
Depolama işlemini gerçekleşen Piql şirketinden Katrine Loen Thomson, “Geliştirdiğimiz metotla kitapları en az bin yıl koruyabileceğiz. Brezilya ve Meksika’ya zamanla diğer ülkelerin de katılmasını bekliyoruz” dedi.
21 TB'lık açık kaynaklı kod depoya taşındı
ABD merkezli teknoloji şirketi Microsoft'un sahibi olduğu Github, 21 TB büyüklüğündeki açık kaynaklı kodu depoya taşıdı.
Norveç'teki Svalbard Küresel Tohum Deposu'nun yakınlarındaki bir kömür madenine veri taşıyan GitHub'un nihai hedefi ise 'GitHub Kuzey Kutbu Kod Deposu'nu oluşturmak olarak belirtildi.
Yedeklenen verilerin içerisinde hangi açık kaynaklı kodların bulunduğuna dair bir açıklama bulunmuyor. GitHub, sürecin ne zaman tamamlanacağına dair de bir açıklama yapmadı.
Projeye karşı itirazlar: "İyi tohumlar mı?" "Ölüm tohumları mı?"
Projeye karşı itirazlar da bulunuyor. Örneğin Amerikalı gazeteci F. William Engdahl 2007 yılında yayınladığı "Ölüm Tohumları" (Seeds of Destruction) isimli kitabında Spitsbergen Adası'nın buzullarının altında "dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme planları" nın oluşturulduğunu belirtti.
Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun kurucu ortakları arasında Bill Gates, Rockefeller Vakfı, GDO'lu tohum üreticileri Monsanto, Syngenta ve Norveç hükümeti bulunuyor. Rockefeller Fonu'nun da bu tohum deposunun düzenli bağışçıları arasında yer alması oldukça dikkat çekici olarak görülüyor.
Depodan bütün insanların faydalanamayacağı konusunda teoriler ortaya atıldı. Olası felaketlerden sonra hangi insanlara tohum verileceği de bir başka tartışma konusu.
Hileli gıda konusu sık sık gündeme gelen bir konu. Kısaca konuşup sonra konu kapatılıyor. Arkasında ne var; neden, nasıl gibi araştırılmadan büyük resim gözden kaçırılıyor.
Gıdanın ana üretim materyali ve başta insanlık ve yeryüzü canlılarının türünün devamını sağlamasındaki en büyük ihtiyaç toprak, tohum ve sudur.
Tohumlar, binlerce yıldır doğada kendi kendine yetişmiş, günümüzden 10.000 yıl önce planlı olarak ekilmeye başlamıştır. Yani insanoğlu artık avcılık ve toplayıcılığı terk ederek tarım sistemine geçmiştir. Yeryüzünde tarım yapılacak toprak ve su ne kadar önemli ise o topraklarda sistemi tamamlayacak unsur "tohum"dur.
Özellikle Ortadoğu coğrafyasında Batı emperyalizminin başlattığı işgal sürecinde amaç; işgal edilen ülkelerin sadece petrol, maden ve çok bilinen tarihi eserlerini soymak gasp etmekle kalmadı. O ülkelerin can damarı sayılabilecek yerli tohum depoları da yağmalanıp götürüldü.
Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan ne?
"Norveç’teki tohum deposu dünyayı ele geçirme planının bir parçası” diyen Alman asıllı Amerikalı araştırmacı gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin insanlık için gerçek bir sorun olacağını söylüyor.
Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak olarak belirtiliyor. Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor.
Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili yazdıkları dikkat çekici. Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin, Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia ediyor. Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor.
İlk baskısı 2007’de yapılan, Nisan 2009’da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında yayınlanan bir söyleşisi var. Engdahl'ın söyleşisini soruları ve cevapları şöyle:
Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
"Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998’e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı.
Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülâsyonunu düşürmek amacıyla 1952’de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var.
Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri ise; Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
1970’lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir beklenmedik durum karşısında kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde zaten var olan tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacak? Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak, medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir.
Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da bir araya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve "terörist eylemler" ile yok etmek çok kolay olacak!
Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
Peki, tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomi mi?
Bunu açıklamak için önce 'kıyamet muhafızları'nın kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim.
Rockefeller 1971’de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı (Consultative Group for International Agricultural Research) kurdu.
CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular.
CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.
Üstün ırk oluşturma projesi tam olarak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920’lerden beri genetik olarak üstün ırk oluşturmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna arî üstün ırk diyorlardı.
(Öjenik, ilk kullanımı Eflatun’a kadar gitse de modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir.)
Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser WiIhelm Instilutcs’nün arî ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilimlerine” indirgemeye çalışan sözde molekülel biyoloji bilimini oluşturmuştu ve sonunda insan (özelliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı.)
Hitler’in öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessizce ABD’ye götürülmüş ve çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusunda ilk adımları atmışlardır.
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk oluşturmak mı?
Aslında daha da kötüsü... Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk oluşturma) lobisinin 1920’den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir.
“Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir.
Aile Planlaması Enternasyonalin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939’da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı.
Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.
Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yenildiği zaman erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı.
Epicyte, Svalbard’ın iki mali destekçisi olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığından (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti.
Bir başka örnek; 1990’larda BM Dünya Sağlık Örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi.
Test sonuçları ile Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (HCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan HCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu.
Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972’de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı.
Ayrıca Svalbard Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor. Rockefeller Vakfı 1946’da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı.
Neydi Yeşil Devrim?
60’larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu.
Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim, gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu.
Hibrid tohum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı.
Hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petrokimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçları da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi.
Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar. Sonuç olarak, bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler, genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.
Amaç yine GDO tohumlarının ve kimyasalların yaygınlaştırılması mı?
Bugün de Gates ve Rockefeller, Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumlarının ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme olasılığı da var.
Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler."
Engdahl: "Amaç, ABD üzerinden dünyayı kontrol altına almak"
F. William Engdahl, "Ölüm Tohumları" adlı eserinde siyonist düzenin nasıl işlediğini ayrıntıları ile anlatıyor. Yazar, ABD üzerinden insanlığı kontrol altına almak; bazı milletleri kısırlaştırarak yok etmek gibi çok kirli planları olan şirketlerin içyüzünün deşifre edilmesi adına kitabın giriş bölümünde şunların yazılı olduğunu belirtir:
Küresel güçlerin söylemi tam da şöyle: “Biz dünya nüfusunun yüzde 6,3’ünü oluşturuyoruz ama zenginliğinin yarısına sahibiz. Bu farklılık özellikle bizler ve Asyalılar kadar büyük. Böyle bir durumda kıskanılma ve gücenilme gibi bir durumda olamayız. Gelecek dönemdeki asil görevimiz, ulusal güvenliğimize bir zarar getirmeden bu farklılık durumunu sürdürebileceğimiz bir ilişki kalıbı tasarlamaktır. Bunu yapmak için de tüm duygusallık ve hayallerden uzak durup dünyanın her yerindeki ulusal hedeflerimize odaklanmalıyız. Kendimizi çıkarlarımızdan fedakârlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok.” (İLKHA)