• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...
Haberin Videosunu İzlemek İçin Tıklayınız

Küresel emperyalizm, savaşlarla yapamadığı tahribatı kültürel yozlaşma ile yapmaya çalışıyor. Özellikle son 20 yılda sokak ve caddelerde hemen her gün karşılaştığımız tabela isimleri ve markaların birçoğunun, batıdan ithal edilen isimler olduğu göze çarpıyor. Söz konusu yabancı terim ve sloganları kullananların çoğunun bunun tam olarak ne manaya geldiğini bilmemesi ve sadece telafuzunun kulağa hoş gelmesi sebebiyle tercih etmesi de olayın vahametini açıkça ortaya koyuyor.

Kültür, gelenek ve dini açıdan çok zengin bir geçmişe sahip olmamıza rağmen yaşanan bu dönüşüm akıllara 'Kültürel olarak işgal mi edildik?' sorusunu getiriyor.

Yaşanan bu dönüşüme 'dur' demek ve özellikle gençlerin kendi değerlerine, kültürüne sahip çıkması adına 'Türkçe tişört' hareketini başlatan Yazar-Karikatürist Fehmi Demirbağ, ürettiği ürünlerle hem gençlere güzel bir mesaj vermek hem de gençler arasında oluşan marka tutkusu ve gereksiz rekabetin önüne geçmeyi amaçlıyor.

Yaptığı çalışmalar hakkında İLKHA muhabirine konuşan Demirbağ, batının kültürel yozlaşma çalışmalarına karşı değer ve inançlarımıza uygun terimlerle gençliğe mesaj vermek istediğini söyledi.

"Dünü olmayanların yarınları da olmaz"

Demirbağ, "1894 yılında ilk defa Türkçe-İngilizce sözlüğü hazırlayan James Redhouse 120 bin Türkçe kelime ile karşılaşıyor. Bu kelime zenginliğinin karşısında hayretlerini gizleyemez. Bu kelime sayısını harf devrimi, muasırlaşma derken kaybettik. Bugün okullarda en fazla 10 bin kelime ile üniversitelerimizde 250 kelime ile konuşan bir nesil üretmeye başladık. Dilimiz kimliğimizdir. Dilini yitiren topluluklar bir şekilde dinlerinden de uzaklaşıyor. Dinini kaybedenlerin de dün ile bağlantıları kesiliyor. Dünü olmayanların da yarınları olmayacak." dedi.

"Marka düşkünlüğüne, lüzumsuz rekabete dur demek için Türkçe tişört dedik"

Yabancı markalaşmaya, yozlaşmasına karşı bir tavır koymak, dikkat çekmek adına Türkçe tişörtü yaptıklarını söyleyen Demirbağ, "Bir taraftan üretmediğimiz şeyler için dışarıya ciddi bedeller ödüyoruz. Tekstil üreten bir ülkesiyiz. Ürettiklerimizi tekrardan Kapıkule gümrüğünden geri alıyoruz. 17milyar dolar ihracatımızı 34 milyar dolar ithalat olarak geri alıyoruz. İşin ekonomik boyutu, kültürel boyutu, aidiyet boyutu var. 'Dilimiz kimliğimizdir' mantığıyla yola çıkarak Türkçe tişörtü ürettik. İstiyoruz ki, bugün Merter'i, Laleli'si, Osmanbey'i Bursa'sı hatta Denizli'si yani kendi ürettiklerimize kendi tabelalarımızı, markalarımızı, etiketlerimizi koyalım. Bu kompleks (karmaşık) ve eziklik bizi gençler üzerinden bitirecek. Bu marka düşkünlüğü özellikle çocuklar arasında lüzumsuz bir rekabete de sebebiyet veriyor. Buna dikkat çekmek, dur demek için 'Türkçe tişört' dedik." diye konuştu.

"Kültürel olarak birçok yönden kuşatıldık"

Hadis ve ayetlerin manasını içeren kısa terimlerle güzeli ve iyiyi anlatmaya çalıştığını belirten Demirbağ, şunları kaydetti:

En basitinden 'gülümse' diye yazıyoruz. Bu, 'Müminin mümine gülümsemesi sadakadır' hadisinin karşılığıdır. İlla ki buna hadis demeye gerek yok. Bizim atasözlerimiz de Kur'an ayetleri, Efendimizin hadislerinin hayatımıza tezahürüdür. Dolayısıyla kendi tavırlarımızı ortaya koymalıyız. Dilde yozlaşma tişörtte çok yoğun yaşanıyor. Öyle bir noktaya geldi ki ABD Erbil'i ilk işgal ettiğinde 100 bin tane tişört dağıttı. Irak halkı ile dalga geçmek için İngilizce yazılar (hakaret ve küfür içerikli) yazılar yazdı. Tesettürlü bacımız 'kiss me (beni öp)' yazısıyla dolaşıyor. Yazıların içeriği de ilginç. Delikanlı namaza duruyor ama sırtında 'no god (tanrı yok)' yazıyor. Bu yozlaşmayı sadece burada değil bir dönem müzikte de gördük. Bir dönem Eminem diye bir şarkıcının 'Buraya köpekler ve Türkler giremez' diye şarkı sözleri vardı. Delikanlılar da bu sözleri dinlerken kafa sallıyordu. Karşı taraf istediği şekilde dalga geçip aklımızla da alay ediyor. Bunu çizgi filmlerde, çocuk edebiyatında görüyoruz. AVM'lerin isimleri değişti. İstanbul'un adını bile sitelerle değiştirdik. Sadece kıyafetle değil tüm kavramlarla kuşatıldık. Hukuk dilimiz eski Türkçeydi ama bunu, tıptaki dilimizi kaybettik. Bir taraftan İbni Sina'nın kitabı Batı'da 600 sene okutuldu diye hava atıyoruz ama öte yandan Latince tıp eğitimi alıyoruz. Yani kendi kendimizle çelişiyoruz. Bir taraftan gelecekle ilgili de yeni nesile bir şey aktaramıyoruz. Çerçeveyi böyle görmek gerekir.

"Şeksizlik ve şüphesizlik noktasında bir Rabbi işaret eden inancın var"

Demirbağ, "'Açken sen sen değilsin' diye bir reklam var. Söz çok güzel. Eğer duygusal anlamda, ruhen açsan sen sen değilsin. Dolayısıyla açlığınızı gidermek için ambalajlı ürünlere yöneliyorsunuz. Batının ne kadar değeri varsa almış oluyorsunuz. Hâlbuki senin sofranda, senin kültüründe tok tutacak çok sayıda gıdan var. Şeksizlik ve şüphesizlik noktasında bir Rabbi işaret eden bir inancın var. Tek bir harfi bile değişmeyen Kur'an-ı Kerim'in var. Onu açıp okusana. Orada Alemlerin Efendisi diye işaret edilen tek önerimizi Peygamberimiz var. Onun fedakârlıklarına bak, onu rol model al. Allah aşkına Fatih Sultan Mehmet mi? Marks mı?" şeklinde konuştu. (İLKHA)

Haberin Videosunu İzlemek İçin Tıklayınız