Geçmişin acı ve özlemlerinin şairliğe yönelttiği Şair: Mahmut Ataş
Sosyal medyada yazdığı Zazaca şiirler ile ilgi uyandıran Mahmut Ataş, ilk denemelerinde annesine duyduğu özlemlerini mısralara dökmesiyle şairliğe başladığını belirtti.
Zaza şairlerden Mahmut Ataş 1965 yılında, Palu ilçesi Gökdere (Erdürek) köyünde doğdu. 5 kız 5 erkek kardeşi olan Ataş, 7 yıl okul okudu. Geçim sıkıntısı nedeniyle Elâzığ'a taşınan Ataş, esnaflık yapmaya başladı.
2'si kız, 2'si erkek olmak üzere 4 çocuk babası olan Ataş, geçmişin özlem ve acıları aklına geldikçe yüreğinin yandığını ve bu yürek yangını ile şiir yazdığını belirtti.
Kendini tanıtırken Zazaca konuşan Şair Mahmut Ataş, İLKHA'ya verdiği Zazaca röportajda şöyle konuştu:
Benim ismim Mahmut Ataş, Zazaca bana Mahmud Meh Davıd derler. Köylüleri bilirsiniz, hiç kimsenin ismini tam olarak söylemezler. Eğer çevremdekilerden Mehemıd Davud deseler, kimse fazla tanımaz. Ama Meh Davud ya da Meh Dav İse diye sorsalar herkes beni tanır.
Verdiği röportajda hayat hikayesinde kesitler sunan Ataş, "Biz 5'i kız, 5'i erkek 10 kardeşiz. Köylülerimizin büyük çoğunluğu fakir insanlardan oluşurdu. Ancak fakir ile zengin arasında pek fazla bir fark yoktu. Zenginin katırı, beygiri, fakirin ise eşeği vardı. En zengin olanımızın 9-10 tane keçisi, 2 ineği vardı. Maddi olarak köyde geçinebilseydik bizim şehirde ne işimiz vardı. Şimdilerde insanların 'dönüm' dedikleri 9-10 ölçek tohumluk (dönümlük) tarlamız vardı. Bizler eskiden 'Falan kişinin 10-15 ölçek tohum tarlası var.' derdik. Tarlalarımızın bir kısmı sulu, bir kısmı ise susuzdu. Sulu olanlar daha bir kıymetliydi. Köyde geçim için yer kalmayınca bizler de şehre göç etmek zorunda kaldık." dedi.
"Acılar ve geçmişe özlem beni şiire yöneltti"
Şiire nasıl yöneldiğini anlatan Ataş, insanların yaşadığı acıların, geçmişe duyulan özlemlerin kendisini şiir yazmaya yönlendirdiğini aktardı.
Yaşı ilerledikçe geçmişe duyduğu özlemin arttığını, annesinin çekmiş olduğu çileli hayat aklına geldikçe duygulandığını ve duygularla şiir yazmaya başladığını dile getiren Ataş, şöyle konuştu:
İşin doğrusu şiir yazmaya nasıl başladığımı ben de anlamış değilim. Demek biraz yaşımız da geçti. 45-50 yaşına kadar dünya idaresi ve işleriyle uğraştık. Yaşımız ilerledikçe, geçmiş yıllar aklıma geliyordu. Annem aklıma geliyordu. Bunlar aklıma geldikçe de insanımızın o mazlumiyetine üzülüyordum. Annem çok fakirlik çekti. Annem her aklıma geldikçe içim yanıyor, hüzünleniyordum.
"Halkımızın yaşadığı mazlumiyet beni söylettiyor"
İlk şairlik deneyimini anlatan Ataş, "Bir gün, birkaç arkadaşımın internette Zazaca şiir yazıp yayımladıklarını gördüm. Kendilerinin yazıp okudukları şiirleri dinleyince kendi kendime durup biraz düşündüm. Bana göre Zazaca şiir daha güzel olmalı ve okunabilmeliydi. 'Acaba ben de bu şekilde yapamaz mıyım?' diye düşünmeye başladım. Önce deneme olarak birkaç kelimeyi bir araya getirip onları okudum ve videoya aldım. Birkaç arkadaşıma izlettim. Böyle başlayan şairlik serüvenim o günden bu yana devam ediyor. Kısacası halkımızın yaşadığı mazlumiyet beni söylettiriyor. Yoksa o kadar hünerli biri değilim." dedi.
Annesinin çok zor şartlarda bir hayat sürdüğünü aktaran Ataş, tam biraz rahata ereceği, imkanlara kavuştuğu bir sırada 56-57 yaşında vefat ettiğini dile getirdi.
Geçmişle günümüz arasındaki kıyaslamaların ön plana çıktığı şiirlerinde Şair, ilk şiirini annesine yazdığını belirterek bazı pasajlar paylaştı:
Dayîkê mî/Anneciğim
Tı sek şiya axret/Sen ahrete göçtüğünde
Ez kîc biyu nehçi biyu o vext/Ben küçüktüm, çocuktum o zaman
Babi mîz ume tu het/Babam da senin yanına geldi
Ma pêr uca yin piêser Dayê ruêce qeyumet/Anne! Kıyamet günü hepimiz bir araya geleceğiz
Ma zaf bedlîye dayê, tî zûna ma kot çî hal/Biz çok değiştik anne sen biliyor musun ne hale düştük
Ma bi zengîn bi vûhar mal/Mal sahibi olup zengin olduk
Key yewbînûn nêşin nîkin dî xeber û dî qal/Birbirinin evine gidip iki kelam etmez olduk
Roşanunîz nîşin dayê, nîe ke ap nîe ke xal/Anne, bayramlarda da birbirimize gitmiyoruz ne amcaya ne de dayıya
Tû bastiyeq dên, gırotien pırcın o serraid/Sen pestil verir, karşılığında elek ile kalbur alırdın
Tû tirki nêzunen zaf, vêy den tû çerçi qad/Türkçe'yi iyi bilmediğin için Çerçi Kadir sana çok pahalıya mal satardı
Tû dên ma, zaf rê tûr nımînden hebê zad/Sen bize yemek verir, ama sana hiçbir şey kalmazdı
Ma ınkê he loqanted vun daye, şîn hetta çırre yad/Anne biz şimdi lokantalarda yemek yiyor ta Yado Çeşmesine gidiyoruz.
Derd ez kerdu pir, tî zaf kewna mı vir/Dert beni yaşlandırdı, aklımdan hiç çıkmıyorsun
"Zamane gençlerinin ahlaki durumlarına baktıkça aklım yerinden oynuyor"
Eskiden insanların, özellikle kadınların çok hayalı olduğunu belirten Ataş, günümüzde ise insanların artık bunu önemsemediği gibi buna riayet edenleri de yadırgar hale geldiğine dikkat çekti.
Geçmişte kadınların adap ve edep konularına ne kadar riayet ettiklerini örnekler vererek anlatan şair Ataş, "Eskiden gelinler gebe kaldıklarında bunu kaynanalarına söyler, onlar da kendi kocalarına 'gelin hastadır' derdi. Gelinin kayınbabası bunun ne manaya geldiğini anlardı. Şayet gelinin kayınbabası durumu anlamaz da 'Ne rahatsızlığı var?' diye irdeleseydi, kaynana aynı sözü tekrar ederek 'hasta işte' der ve anlamasını sağlardı. Başka çare kalmayınca en sonunda 'hamiledir' derlerdi. Eğer gelinin kayınbabası eve gelse kız hamileliğini gizler, yan durur, bol giyinir, belli etmemeye çalışırdı." dedi.
Günümüzde yaşananları geçmişle kıyaslarken dehşete kapıldığını dile getiren Ataş şöyle konuştu:
Şimdiki kadınlar ne yapıyor? Daha çocuk anne karnında kan pıhtısı halinde iken, 'hamileyim' diye herkese duyuruyorlar. İnternetlere kendilerini veriyorlar. Oraya buraya duyuru yapıyorlar. Bu zamanın gençlerinin bu tür ahlaki durumlarına baktıkça aklım yerinden oynuyor.
"Yeni adetleri bir türlü içime sindiremedim"
Ataş, kendisini şairliğe yönelten sebeplerden bahsederken son olarak şöyle konuştu:
"Eski zamanlarda şehirden fırın ekmeği geldiği zaman, annelerimiz bizden bunu saklardı. Çünkü buğday ekmeği çok kıymetliydi. Hele ilk somun ekmeğini gördüğümüzde ve tadına baktığımızda bu cennetten mi gelmiş diye şaşırırdık. Köy ekmeğinin içine somun ekmeğini koyarak yerdik. Şimdi ise çocuk daha doğmadan, cinsiyeti de belli olduktan sonra, özel odalar hazırlanıyor, içine birçok şey koyuyorlar. Balonlar ile süslüyorlar. Oyuncaklardan odaya girilmeyecek hale getiriyorlar. Ben bu duruma baktığımda aklım yerinden oynuyor. Bir türlü bu yeni adetleri içime sindiremiyorum." dedi. (İLKHA)