Aktaş: Türkiye'de idari sistem halkın inanç ve ihtiyaçlarına cevap vermiyor
Köklü Değişim Kadın Kolları tarafından düzenlenen "Adalet Arayışı Neden Son Bulmuyor?" isimli panelde konuşan HÜDA PAR İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Münevver Aktaş, "Türkiye'de idari sistem halkın inanç ve ihtiyaçlarına cevap vermiyor" dedi.
Köklü Değişim Kadın Kolları, ülkemizde sıkça tartışılan ve bir türlü çözüme kavuşamayan adalet sorununun temelinde yatan problemlerin ele alındığı "Adalet Arayışı Neden Son Bulmuyor?" başlıklı bir panel düzenledi.
Online olarak düzenlenen panelde konuşan HÜDA PAR İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Münevver Aktaş, seçimle işbaşına gelenlerin halkın talep ve değerlerine uygun şekilde davranmaları, batıdan ithal edilen CEDAW, İstanbul Sözleşmesi gibi halkın değerlerinden uzak olan sözleşmelerin iptal edilmesi, genç evlilik mağdurlarının mağduriyetinin giderilmesi gerektiğini söyledi.
"İktidar seçildiği halkın değerlerini gözetmelidir"
Aktaş, "İktidarın şu an sürekli dillendirdiği söylem, demokrasinin tanımını oluşturuyor. Fakat icraatta bunu tam anlamıyla görmek mümkün değil. Demokrasi, siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın özgürce seçtiği yönetim, toplumsal ve ekonomik durumu, ırkı mezhebi her ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir. Aslında demokrasiyle yönetilen halkın, seçimini yaparken buna dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü seçimlerle başa gelen iktidar artık halkın temsilcisidir. Halkın seçtiği milletvekilleri de halkın sözcüsüdür. Meclise taşıdıkları halkın talepleri olmalıdır. Bir nevi halkın düşünceleri, iktidarın düşüncesi diye formülize edebiliriz. İktidar seçildiği halkın değerlerini gözetmelidir." dedi.
Şu anki mevcut yargının halkın iradesini yansıtmadığını ve bazı yargılamalarda ciddi tahribatların yaşandığını belirten Aktaş, batıdan ithal edilen bazı sözleşmelerle toplumun değerlerinin tahrip edildiğini, toplumun değerlerine uygun yasaların olması gerektiğini vurguladı.
Aktaş, "CEDAW 1985 yılında imzalanan bir sözleşmedir. İlk imzalandığı tarihte Türk hukukunda bulunan bazı maddelerle çeliştiği için birkaç maddeye çekince konulmuştur. Sonradan Türk medeni kanununda yapılan düzenlemelerle bu çekincelerin çoğu kaldırılmıştır.
İstanbul Sözleşmesi 'cinsel ayrımcılık, kadına şiddet, kadını koruma' gibi başlıklarla önümüze konuldu ve hızlı bir şekilde uygulamaya geçildi. Son 6 yıldır biz bunun mücadelesini veriyoruz. Bu sözleşmeyi açıp incelediğimizde maalesef ki sözleşmenin çoktan uygulanmaya başlandığını, pilot bölge ve okullar seçilerek zehrin akıtılmaya başlandığını gördük." ifadelerini kullandı
"Batılı sözleşmeler toplumumuzun değerleriyle uyuşmuyor"
Sözleşmelerde geçen bazı ayrıntıları paylaşan Aktaş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Madde 3'te kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyetine ilaveten toplumun baskısı ile oluşturulan cinsiyet kavramı ortaya çıkıyor. Yani 'cinsiyet değiştirilebilir' açılımında cinsiyetsizliği, sonradan kazandırılan cinsiyet kavramlarını görüyoruz. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. Toplumumuzu, neslimizi, kültürümüzü, inancımızı tehdit eden çok tehlikeli bir maddedir.İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet tanımı yapan ilk uluslararası bir anlaşmadır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvuramazsınız. Kadını koruma kılıfıyla 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği' başlığını seçen, eleştirilere duyarsız tek taraflı kural koyan bir metin görünümündedir. Bu haliyle, bir toplumu ayakta tutan kültürel, tarihi, inanç yani bizi değerli kılan tüm vasıfları hiçe sayan yeni bir emperyalizm türüdür.
Madde 12/1’de kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerden bahsediyor. Şu net bilinmeli ki toplumumuzun aile yapısında, kültürümüzde, tarihimizde bir otorite çatışması yoktur. Görev paylaşımı esası vardır. Eşler arası dayanışma, fedakârlık, merhamet vardır. Kadın da erkek de kendi sahasında otoritedir. Bu antlaşmaların içeriğinde görüyoruz ki; Maalesef ki Türkiye'de halkın iradesi yargıya yansımıyor.
Türkiye'de idari sistem, yargıyı halkın inanç ve ihtiyaçlarına cevap veren nitelikte değil; daha çok halkı dizayn eden bir aygıt, dayatma olarak görmüş ve uygulamıştır. Buna bir örnek de genç evlilik mağduriyeti, tamamen kanun kurbanları diyorum. Genç yaşta evlendiği için istismarcı olarak cezaevinde.
Çok tuhaftır ki evlilik cüzdanını veren de evlendiren de devletin evlendirme dairesi. Nikâh memurunun gençleri evlendirirken 'evliliğinizde bir mâni görülmemiştir' demesine ve nikâhı kıymasına rağmen devlet 5-6 yıl sonra o genci 'istismarcı' olmakla suçlayıp 16-25 yıl arasında ceza verebiliyor.
İnsanların kanunlardan kaynaklanan ciddi anlamda mağduriyet yaşadığını hatırlatan Aktaş, "Bugün özellikle İstanbul Sözleşmesi'ni konuşmamızın sebebi, neden olduğu ve olacağı ciddi tahribatlardır. Bizim, bize ait kimliğimizin köklü bir tarihi var; değerleri, adapları, şairleri, âlimleri, önderleri vs. Fakat İstanbul Sözleşmesine baktığımızda, batının 'olmayan aile toplum düzeninin' copy paste (kopyala yapıştır) versiyonunu görüyoruz. Bunlar hiçbir şekilde toplumumuzun inanç dünyasını yansıtmaz. Yansıtmadığı gibi biraz önce saydığım maddeler doğrultusunda halkın değerlerine, görüşüne, inancına açık bir şekilde düşman olan düzenlemeler içerir."
"Adalet arayışımız devam etmeli"
Aktaş, "Kadın hakları söylemi altında dünya üzerindeki muktedirlerin, söz konusu sözleşmeleri adeta bir sopa olarak kullanmasına ve genel olarak kadınlara ve özelde Müslüman coğrafyalardaki kadınlara, erkeklere rol biçme, kadını koruyor gibi gözükerek, özgürlük sloganı ile erkeği ötekileştirme projesini asla kabul etmiyoruz. Biz bu proje bazlı yöntemi tarih sayfalarında da gördük. Tarih tekerrürden ibarettir. Kadından yola çıkan benzer sloganlar ile kutuplaştır, böl, parçala projesi. Dikkat edin, bugün kanunlar azınlık bir kesimin ihtiyaç ve isteklerini göre çıkarılmaktadır. Özellikle bu azınlık kesimin sesi gür çıkmakta ve algı oluşturma noktasında çok profesyoneller. Bu anlamda inancını, değerlerini koruma çabasında olan bizlerin de adalet arayışı ve adil bir düzen inşa etme gayreti kesintisiz devam etmeli. Aslında bizim bu sözleşmelere karşı eleştirilerimiz de en yüksek düzeyde bir adalet arayışıdır." diye konuştu.
"İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, genç evlilik mağduriyeti, 6284 sayılı kanuna itiraz ediyoruz"
Söz konusu sözleşmelerin tekrar gözden geçirilmesi, halkın inançlarına göre düzenlenmesi veya tamamen sözleşmelerden çekilme kararının alınması gerektiğini savunan Aktaş, yapılması gerekenlerle ilgili şunları kaydetti:
Bu sözleşmelerin iyileştirilmesini, tekrar düzenlenmesini ya da sözleşmeden geri çekilme talebimizi dillendirmeye devam edeceğiz. Bu konuda birlikte, yoğun bir kitle ile hareket etmeliyiz ki sesimiz gür çıksın. Bunun için sosyal medyayı da sahadaki görüşmelerimizi de kullanacağız.Bu konuyu birkaç parti ve STK ile görüştük. Son 6 yıl içerisinde gördük ki İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, genç evlilik mağduriyeti, 6284 sayılı kanuna itiraz ediyoruz. Bu konuda görüştüğümüz tüm parti ve STK mensupları ile hemfikiriz.
Bir hakikati bilmeliyiz. Adalet arayışı hiçbir zaman son bulmaz. İnsanoğlunun yaratılışından bugüne dek öyle ya da böyle bir adalet arayışı hep olmuştur. Yani insanoğlunun ideale ulaşma çabası her zaman mevcuttur. Biz de bu ideale İslam diyoruz. Necip Fazıl, 'Ya İslam ile yükselir ya inkârla çürürsün' diyor.
İslam'ı doğru okumalı, vereceğimiz hükümlerde, atacağımız adımlarda İslam esasını gözetmeliyiz. Şu an bu esas gözetilmediği için beşerî sistemlerde adalet ve hukukun adeta bir muktedir sopası gibi kullanıldığına şahit oluyoruz. Dayatma ve yaptırımlarda kullanılan bu yargı sopasının sebep olduğu tahribatları toplum olarak hepimiz yaşıyoruz.
Açıkçası bu durum daha çok bizden sonraki nesillerimiz için bizi kaygılandırıyor. Çabamız da bundandır.
Online olarak düzenlenen panele MAZLUMDER İstanbul Şubesinden Av. Rumeysa Kılıç Uğurlu, HÜDA PAR İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Münevver Aktaş, genç evlilik mağdurlarından Merve Tıraş, Hizb-ut Tahrir yargılamaları mağdurlarından olan Mehmet Sena Erat'ın eşi Gurbet Erat katıldı. (İLKHA)