• DOLAR 32.52
  • EURO 34.897
  • ALTIN 2450.534
  • ...
Ölüm Ve İlahi Kelam
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Ölümü hatırlamak, kendini hatırlamak, kendini fark etmektir. Ölümü tefekkür edenlerin hayatında zulüm olmaz, yaşantılarında günahlar olmaz, çünkü günahlara karşı bir dezenfektedir ölümü tefekkür etmek! Nitekim İnsanlar da iki sınıftır; Ölümden korkanlar ile ölüme koşanlar. Bir tarafta ölümü özleyenler, öte yandan ölümü öteleyenler. Ne yazık ki; Ölmüş kalplerimize ölümde nasihat etmiyor artık. ‘`Bize nasihat et, ey Allah`ın Resulü`` diyen Hz. Ömer`e hitaben; ‘` Öğüt verici olarak ölüm sana yeter, ey Ömer!`` Diyor Efendimiz (sav) Bizler ölümün moduna girerek diri kalabiliriz ancak. Hz. Aişe kalbinin katılığında şikâyet eden bir hanıma,‘`Ölümü çok hatırla, kalbin yumuşar``diyor…
 
Ve kelamın gücü!
İnsanoğlu kirlerden bilincini kelimelerle temizledi. Âdem`i beşer olmaktan çıkarıp meleklerin önünde eğildiği varlık eden kelimeler, Âdem Rabbine isyan edip yoldan çıkınca yine imdada yetişti. Âdeme tevbe edip yola girmesi için kelimeler sundu. Âdem`de o ilahi kelimelerle Rabbine tekrar yöneldi, bilincini tazeledi... İnsanı kelimelerin doyurduğu kadar hiçbir şeyin doyurmadığına inanırım. Yürek açlığını, zihin açlığını ilahi kelam dışında hangi sofra doyurabilir ki? Kelimelerin gücüne inanmayan insanlık tarihinin en büyük iman hamlelerinden biri olan Kur`an inkılâbını anlayabilir mi? Hani Hz. Ömer eniştesi ve kız kardeşi sırf Müslüman oldular diye onları öldürmeye gitmişti. Hz. Ömer kapıya geldiğinde içerde okunan Taha suresine kulak misafiri olacaktı. Kuran Hz. Ömer`in yüreğini fethetmişti, tıpkı Hz. Ömer`den önce onlarca insanın yüreğini fethettiği gibi. Hz. Mus`ab Yesribe öğretmen olarak geldiğinde iman eden insan sayısı akabede iman eden bir avuç insanla sınırlıydı. Mus`ab`ın yaptığı tek şey vardı, onlara Kur`an okumak; ‘`Sizden sadece okuyacaklarımı dinlemenizi istiyorum, daha sonra istemezseniz çeker giderim`` demesidir. İki yılda koca şehir Kuran ile fetholuyor. Kelimelerin, kelamın mucizesi sürüyor. Ama biz görebiliyor muyuz? Sorun bizim kelimelerin gücünü keşfedip etmediğimizde, onların gücüne inanıp inanmadığımızda. İlk defa kendimi tanımaya başlamıştım. Ölüm ve kelamın gücünü düşünürken…
 
Danimarka`da Sosyal Sağlık Danışmanı olan bir abla ile mesleği hakkında derin bir muhabbete dalmıştık. Konu hastaların ölüm anından önceki hallerine geldi. Bana harfi harfine yarım Türkçesiyle şunları söyledi; ‘`Keşke mesleğim sadece kul olmak olsaydı. Fakat Kapalı Psikiyatri Bölümünde var oluş ile yok oluş arasında bir köprüyüm ben. Ve ölüm anında ölümü seyreden son nefeslerinde ışıkları kapatan ben, canı alan ise Rabbim… Bazen göklere bakıyorlar, inkâr ettikleri Rablerinden medet umuyorlar, ‘`Bilmem ki, eğer varsan acı bana`` diye yalvarıyorlar. Bilmiyorlar ki Allah`ın varlığı yaratılış fıtratlarına islemişti. Bazen intihar vakalarında nöbet tutuyorum, ya da esrar bağımlısı yabancı çocukların zor sınavında başlarında bekliyorum. Çaresizliğin son deminde dualara sığınıyorum. Ölüm psikolojisinde bir proje yazmam gerekiyordu, eğer sınavı geçemezsem, iki sene daha okuyacaktım. Yazdıklarımı bir kenara koyup, hastalardan özür dileyerek gözlerini kapatmalarını istedim. Ölüm anında hissettiklerimi ve inancımız ne olursa olsun hesaba çekileceğimizi, var oluş gayemizi uzun uzun anlattım. Işıkları açtım bütün hastalar ağlıyordu. İnançsız kalpler ölümü ve sonrasını düşünerek gözyaşı akıtıyordu. Ve sınavı geçtim, hem ölüm hakikatini idrak ettirmiştim, hem de sınavı geçmiştim.``

Gözpınarlarımdan boşalmaya başlamıştı gözyaşlarım…

Doğru ya, onların ülkesi böyleydi. Onların ülkesinde büyük balık, küçük balığı hep yutardı. İlk defa kimsesiz olmadıklarını fark etmişlerdi belki. Anne, baba, eş, dost, arkadaş yoktu herkes ve her şey yoktu, yalnız o vardı! Bir şey… Bir şey ki, o şeyle biz başımızı alıp nereye gitsek o da bizimle geliyordu…‘`Haz ve lezzetleri bıçak gibi kesen ölüm!``
Psikiyatri bölümünde gençlere destek olan ablamız anlatırken, madde âlemini aşmış, gönlümle, çoktan göç etmiştim mana âlemine. Mana âlemindeki yükselişim devam etsin istiyordum… ‘`Anlatın!`` dedim. İnançsız kalpleri ölüme hazırlıyorsunuz, fakat biz güya inançlı kalpler ne derece mana âlemine tefekkür edebiliyoruz? Biz Azrail`in bizimle blöf yapmadığını bilseydik, gölgesini görseydik, çokça yakarırdık Yaratana ve affımızı isterdik. Mana kâsesini gözyaşlarıyla doldururduk ve bu tatla son nefesimizi verirdik. Çünkü Kur`an bize soruyordu; ‘`Eynel meker- Kaçış nereye!`` Bu ağır soruyu nasıl cevaplayacağımızı yine Kur`an öğretiyordu bize; ‘`Fefirru ilallah-Allah`a koşun!``
 
Devam ediyordu ablamız; ‘`…Elin diye Bir Hanımefendi vardı. Çok hastaydı. Son günlerini yaşıyordu. Rüzgârın yaprağı savurduğu gibi hayat da öyle savurmuştu Elin`i yalnızlığın limanına ve Elin artık mevsimlerden sonbaharı yaşıyordu. Hayatın kristal büyüsü Elin`in gözlerinde bir bir yok olmuştu. Sapsarı bir hüzün yaprağı gibi solmuştu yüzü, titrek elleriyle korku dolu bakışlarıyla ıssız odasını, yorgun düşen yıllarından geride kalan çerçeveye sığdırmaya çalıştığı hayatını kapsayan simaları bir bir okşuyordu. Elin Babasının elinden tutmuş, Kiliseye doğru gittiği fotoğrafa uzun uzun bakıyordu… Elin soluyor ben ise onu izliyordum kendimi izler gibi. İçimde ona hiç söyleyemediklerimin üzüntüsünü yaşıyordum. Elin son günlerini yaşıyordu, morfika denen cihaz sancılarına fayda vermiyordu. Dudaklarına bir damla suyu değdirmeye çaba gösteriyorken, bir an dayanamadım, biliyordum bir yerde içinde bir Yaratanın olduğunu biliyordu. ‘`Ne olur Allah`ım! İzin ver senin kelamınla dua edeyim Elin`e``dedim. Bir umutla elini yavaşça tutup bildiğim ayetleri sesli okumaya başladım. En güzel tonla kalbine ritim olsun diye salâvatlar getirdim. Biliyordum, rahatlayacaktı. Elin`in üzerine bir hafiflik çökmüştü fakat Ellin son üç gündür tavandan hiç gözlerini ayırmadan, korkuyla, ‘`Git, gelme, git`` diyordu… Artık Ellin son saatlerini yaşıyordu. Fakat daha sessiz ve hafifti sancıları. Elin ilk defa elini uzattı ellerime ve gözlerime mana dolu bakarak; ‘`Biliyor musun, günlerdir beni ziyaret eden varlık seninle aynı dili konuşuyordu, bir şeyler soruyordu, senin okuduğun kelam ile. Çok korktum varlığından ve senin okudukların bana verilen morfikadan daha iyi geldi`` dedi…

O an ellerim boşluğa düştü, dilim lal, gözlerim ise dolu dolu yağmak isterken, zor tutuyordum kendimi… Demek bizimle Arapça konuşacak Azrail (a.s). Peygamberimizin diliyle iletişim kuracak ruhumuzla. Bedenimize dokunduğunda Rabbimden, sevgiliden geldiğini bilmek ne güzel değil mi?`` Dedi. Sadece; ‘`Bugün benim son günüm!` bilincini yaşat bana Rabbim!`` diyebildim…

İnançsız insanlar arasında bile inancını yaşama hassasiyeti gösteren bu ablamızdan Allah razı olsun… Evet, Allah`ın bir "hikmet"i, bir "tecelli”si, hikmetinden sual olunmadığı gibi, ne zaman tecelli edeceği belli olmayan ölüm üzerinde tefekküre dalalım! Ruhlarını şirk ve zulümle kirletenlerin cesetleri zemzemle yıkansa da, Kâbe`nin örtüsüyle kefenlense de, Hacer`ül Esved mezar taşları olsa da, Kâbe`nin eşiğine gömülseler de, gidecekleri yer bellidir. Ölümün Hamzacası, Musabcası, Hüseyincesini arzu edelim. Onlar ‘`Hoş geldin ölüm meleği`` diyorlardı. Firavunların zulmünden gına gelince, ‘`Ölüm var`` deyip teskin oluyorlardı. Zalimlerin pençesine düşünce, ‘`Ölüm var``deyip, ölümü arzuluyorlardı…
Yarabbim! Bizlere sana kavuşma aşkıyla son nefesimizi vermeyi nasip et… (âmin)
 
Meryem KOCA / doğruhaber
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir