Modern Haçlı Teşkilatı: NATO
Türkiye sahip olduğu coğrafya nedeniyle hakim devletlerin sürekli olarak dikkatini çekmi, bu nedenle bitmek bilmeyen mücadelelerin yaşandığı bir sahayı oluşturmuştur.
Mehmet Emin Özmer / Doğruhaber / Araştırma
BATILILAŞMA SÜRECİ
Osmanlı Devleti özellikle son iki yüzyılında Batı’yı yakalamaya yoğunlaşmıştır. Çünkü Batılı devletler Reform, Rönesans ve ardından Sanayi Devrimi ile giderek güçlenmişlerdi. Bu şu anlama geliyordu: Osmanlı geriliyordu. Bu gerileme Osmanlı Devlet adamlarını düşündürüp çareler aramalarına sevk etti. Çünkü Osmanlı’nın Batı karşısındaki üstünlüğü elden çıkmıştı. Bu da beraberinde yıkımı getirecekti. Aç çakallar gibi bekleyen Batı, zayıf ve hasta bir Osmanlı sofrasını göz ardı etmeyecekti. Osmanlı Devleti, Batı karşısındaki gerilemesini ve çöküntüsünü durdurmak amacıyla Batılı tarzda düzenlemelere gitmekteydi. Batı’ya yönelimin adımları olarak, Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın ardından Meşruti yönetimine geçilmiştir.
Fakat alınan tedbirler yeterli olmuyor, devletin çökmesi için tüm şartlar bir araya geliyordu. Birinci Dünya Savaşı var olan gerilemenin çöküntü ile neticelenmesi için son dönemeçti. Savaştan sonra başlatılan Kurtuluş Mücadelesinin liderleri yüzlerini tamamen Batı’ya çevirdiler. Oysa Müslüman halk Batılı devletlerle savaşıyordu. Anadolu halkı “Allah Allah” sesleri ile savaşa giderken savaş sonrasında İslami rejimin rafa kalktığı, laik ulusal bir devletin kurulacağından habersizdiler.
İzmir İktisat Kongresi’nde yeni kurulan Cumhuriyetin artık Batıcı tarzda bir ekonomik yapıya kavuşturulacağı anlaşılmıştır. Bu anlamda idari, sosyal, hukuki, siyasi ve ekonomik düzenlemeler Batı eksenli olmuştur. İkinci Dünya Savaşında, Almanya’nın tüm ısrarlarına rağmen Türkiye savaş dışında kalmış ve bu nedenle bir yalnızlığın içine girmiştir. Dünya Batılı Devletler ile Sovyetler Birliği arasında paylaşılacak bir pasta halini almıştı.
TÜRKİYE’NİN NATO’YA ÜYELİK SERÜVENİ
Türkiye zaten yönünü Batı’ya çevirmişti. Yani Batı Dünyası ile entegre olabilmek için bahaneler arıyordu. Bu fırsatı Stalin altın tepside Türkiye’ye sundu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin, Boğazlar üzerinde egemenlik kurmak ve Doğu Anadolu’dan da toprak istedi. Türkiye hem iç hem de dış kamuoyunu ikna edecek bir bahane bulmuştu. Belki de Türkiye’yi İslami mihverden uzaklaştırmak ve Batı Dünyasına empoze etmek için küfür sistemleri kendi aralarında danışıklı bir dövüş yapmışlardı.
Bu tehditlere karşı Türkiye, Batı’nın güvenlik sistemine dâhil olmak istedi ve NATO’ya girmek için başvurdu. İngiltere, Hollanda, Danimarka ve Belçika; Sovyetler Birliğinden korktukları için Türkiye’nin üyeliğine itiraz ettiler. Türkiye Eylül, Ekim 1950’de Kore Savaşı’na katıldı. Bu sayede NATO’ya katılmak isteği gerçekleştirilecekti. Yani Batı’ya yaranmak istiyordu. Bu şekilde Türkiye kendisiyle ilgisi bulunmayan bir yerde savaşa başladı. 25 Haziran 1950 tarihinde başlayan Kore Savaşına, Demokrat Parti’nin kararıyla birlikte, Birleşmiş Milletlerin emrine bir tugaylık kuvvet veren Türkiye bu savaşa en geniş ve en aktif bir şekilde katılan birkaç devletten biri oldu. Savaşta 721 asker hayatını kaybetti. Bunun yanı sıra 175 kayıp, 2147 yaralı, 234 esir verildi.
Aslında ilk başvuruyu CHP yapmış olmasına rağmen, Kore savaşında verilen kayıplar dönemin muhalefet lideri İsmet İnönü ve partisi CHP tarafından NATO üyeliği için yapılan bir taviz olarak adlandırılmıştır. Samet Ağaoğlu isimli Demokrat Partili tarafından yapılan; “Bir avuç kan karşılığı büyük devletler arasına girdik” açıklaması her şeyi özetliyor. Ayrıca gelişen dünya konjonktürü karşısında Amerika ve Batı’nın da Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Sovyetler Birliğine kaptırmamak için Türkiye ve Yunanistan’a yardım yapılması fikrini ABD Başkanı Harry Truman ortaya attı ve daha sonra buna Truman Doktrini dendi. Truman Doktrini üzere Yunanistan’a 300, Türkiye’ye 100 milyon dolar yardım yapıldı. Böylece 18 Şubat 1952 yılında Türkiye ile birlikte Yunanistan da NATO’ya kabul edildi.
TÜRKİYE MÜSTEMLEKE Mİ?
Sovyetler Birliği tehdidi veya Batı’ya daha fazla yakınlaşmak saikıyla, hangisi olursa olsun güçlü bir Devletin tehdidinden kaçan Türkiye, bir başka güçlü devletin müstemlekesi konumuna düşüyordu. Çünkü Amerika ile Türkiye arasında yardımlarla ilgili yapılan anlaşmaya göre Türkiye bu yardımları amaç dışı kullanamazdı. Bu madde Türkiye’nin karşısına Kıbrıs sorununda çok çıktı. Yine bu anlaşmalarda geçen ve yargı erkinin devredildiğine dair madde ülke egemenliğini yok sayan unsurlardan biridir.
28 Temmuz 1956’da Türkiye’nin Amerikalılara verdiği 4625 sayılı nota ile Amerikalı personelin Türkiye’de işledikleri suçların Türk yargısınca yargılayamayacağını kabul etmiştir. Görev başındaki Amerikalılar işledikleri suçlardan dolayı ancak kendi yargı mercilerinde yargılanabileceklerdir. Görev başında olup-olmadıklarına karar verme yetkisi ise ABD makamlarındadır. Mesela 5 Kasım 1959’da bir gece kulübünden içkili çıkan ABD’li Binbaşı Morrison, on bir eri çiğner ve bir kaçı ölür. Türkiye’deki ABD makamlarınca “Görev” başında olduğu bildirilen binbaşı, sinir bozukluğu gerekçesiyle Miami’ye tatile yollanır. Bu anlamda Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçlar ile ilgili olarak gazetelere epey haber yansımış olmasına rağmen bunların çoğu ceza almamış veya verilen cezalar ertelenmiştir.
NATO İÇİN YENİ HEDEF: İSLAM DÜNYASI
Bilindiği üzere NATO, Sovyet tehdidine karşı kurulmuş bir örgüttü. Sovyetler buna karşın sosyalist blokta yer alan ülkelerden kurulu Varşova Paktı’nı kurdu. Ancak Komünizmin iflası ve dolayısıyla bu rejim ile yönetilen ülkelerin bir bir ideolojilerini terk etmesi sonucu Varşova Paktı dağıldı. Ama NATO hala iş başında. Peki kime karşı?
Cevap çok basit: Tabi ki Müslümanlara karşı. Müsaade ederseniz Ali Bulaç’ın konu ile ilgili bazı tespitlerini buraya aktarmak istiyorum. Bulaç, 09 Nisan 2012 tarihli Zaman Gazete’sinde şöyle demektedir: “NATO’nun yeni dönemde kendine belirlediği ana stratejik hedefler, “İslam Dünyası’nın Batı karşısında -veya Batı’nın izni dışında- güç birliği oluşturmasına imkan vermemek; Batı’ya karşı koyabilecek herhangi bir gücün teşekkülüne engel olmak; Bölgede İsrail’den daha güçlü ve daha etkin bir gücün oluşmasına fırsat vermemek. İslam Dünyası’nın enerji kaynaklarını, enerji nakil hatlarını, beşeri ve tabii zenginliklerini kontrol etmek; İslam’ın sosyo-kültürel bir din, alternatif bir medeniyet ve bölgesel-küresel bir sistem olarak iddia sahibi olmasının önüne geçmek”
İşin garip tarafı İslam Dünya’sına karşı yürütülen bu mücadelede Türkiye bir Müslüman ülke olarak Batı’nın yanında yer almaktadır. Müslüman Türkiye, NATO’daki bu konumuyla emperyalizmin ileri karakolu vazifesini yürütmektedir. Eskiden Türkiye’deki solcular NATO karşıtı epey eyleme imza atmışlardı. Tabi o zamanlar NATO daha çok sol ülkelere karşı mücadele ediyordu. Ortada sol diye bir şey kalmayınca solcu diye bir şey de kalmadı. Acıdır ki solcuların bir zamanlar gösterdikleri tepkileri bugün Müslümanlar gösterememektedir. Veyl biz Müslümanlara ki; NATO çeşitli adlar altında ülkelerimize girmekte, işgaller yapmakta, sivilleri katletmekte, hatta ve hatta kadınlarımızın ırzına geçmektedir. İşte görüyoruz: ABD askerleri Afganistan’da cesetlerin üzerine idrarlarını yapmaktadırlar. Ölen Afgan savaşçıların üzerine işerken görüntülenen Amerikan askerlerinden biri, rütbe indirimi ve para cezasına çarptırıldı. İş bu kadar basit. Hâlbuki olay basına ilk yansıdığında, Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta yaptığı açıklamada, ‘’Bu olaya karıştığı tespit edilenlere bunun hesabının sonuna kadar sorulacağını’’ kaydetmişti. Ne hesap sormaymış ama. Daha yakın zamanda, üstelik müttefik olarak bulundukları İncirlik Üssünde bulunan Cami’ye dadanan zorba Amerikalılar, cami minberini kırmış ve Kur’an’ı Kerimleri de yırtmışlardı. Olay STK’ların kınamasıyla geçişti. En kutsallarımız Amerikan postalları altında ezilmekte. Üstelik, Türkiye bütün bunlara ortak.
TÜRKİYE İŞGAL ALTINDA
İncirlik Hava Üssü - Adana (ABD hava kuvvetleri 39. Ana jet üssü burada görev yapıyor), İzmir Hava Üssü (42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmış), Şile Üssü (Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır), Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı (Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS`lar burada üslenmiştir), Balıkesir 9. Hava Jet Üssü (Bu üsde 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.) Bunlar Amerika’nın kullandığı üslerden bazıları. Daha bunun gibi onlarca üs. Görüldüğü üzere, Türkiye işgal altında. Amerikan askerlerinin ihtiyaçları kendi ülkelerinden gelmekte ve gümrük muafiyeti tanınmaktadır. Daha yeni konuşlandırılan patriot füze bataryaları da yine İslam Dünyasına karşı kullanılmak üzere bir tedbir değil mi? Peki bu halde bulunan bir Türkiye İslam Dünyasına nasıl liderlik yapabilir? Ya da NATO ile İslam Dünyası arasında meydana gelen bunca olaydan ve NATO’nun işlediği bu kadar katliamdan sonra İslami halklar Türkiye’ye hangi gözle bakıyor?
Türkiye’nin bulunduğu konumu zamanın ABD Dışişleri Bakanı Acheson çok iyi belirler. Bu şahıs, siyasi ve askeri bir birlik olan NATO’nun kuruluş amacını şöyle ifade ediyor : “Antlaşmanın gerekçesi burada temsil edilen milletler topluluğunun inanç, fikir ve menfaat birliğidir. Hedefi, ortak bir iktidara ulaşmak değildir. Bütün vasıtalara başvurarak, korumak ve sürdürmek istedikleri bir yaşama biçiminin gerektirdiği manevi ve ahlaki değerlerin savunulmasıdır”.
Evet, şu an Türkiye, Haçlı zihniyetini esas alan ve İslam Medeniyetine karşı cephe açmış NATO’nun yanında saf tutmuş durumdadır. Gerçi çok önemsenmese de NATO’nun sembolünün haç olduğunu burada hatırlatmış olalım. Bizden söylemesi.