Haftanın ÖNE ÇIKANLARı
Haftanın ‘Bit Yeniği`...
Hüseyin Sağlam/ DOĞRUHABER/ ANALİZ
Bir hafta boyunca Amerikan vatandaşı Sarai Sierra’nın Türkiye’de kayboluşuyla ilgili koparılan kıyametlere şahit olduk. Sanki dünyada hiçbir Amerikan vatandaşının başına bir şey gelmiyormuş gibi şa’şaalı aramalar, medyatik dramlar eşliğinde bizlere sunuldu.
Nihayet cesedi bulundu. Ancak Sierra’nın kim olduğu, neden bu kadar gündemde tutulduğu ise bir türlü anlaşılamadı.
Nihayet Sarai Sierra cinayetini Türk emniyeti ile birlikte araştıran FBI ajanları, Sierra’nın Türkiye’de sadece fotoğraf çekmek için gittiğine inanmadıklarını, 33 yaşında iki çocuk annesi genç kadının tek başına gerçekleştirdiği seyahati sırasında bazı kriminal kişilerlerle görüştüğünün belirlendiğini, cinayet ile ilgili çok sayıda cevapsız soru bulunduğunu söylediler.
Amerikalı bir Narkotik Şube Ajanı da “Sarai Sierra’nın profili uyuşturucu sevkiyatı yapan çeteler için çok uygun. Bu, suç örgütlerinin rahatça kullanmak isteyeceği ve hiç dikkat çekmeyecek bir uyuşturucu kuryesi görünümünde” olduğunu belirtti.
Sakın “Hııımmm.. anlaşıldı!” demeye kalkmayın. Bunca önem atfedilen Sierra’nın sadece kuşkulu bağlantılar şüphesini taşıdığına da inanmayın. FBI bu derecede önemsediğine göre işin içinde mutlaka bir “Bit yeniği” olduğundan emin olabilirsiniz. Çete bağlantısı ya da kurye kuşkusu ise sadece inanmanızı hedefleyen çok basit bir senaryo. Yerseniz tabii!
Haftanın Çakıl Taşları
Sırbistan’a giderken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, israil jetlerinin Suriye’de bir askeri tesisi vurmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Beşşar Esad’ı eleştiren Davutoğlu, “Kendi masum sivil halkına karşı 22 aydır havadan uçaklarla karadan tankla ve topla saldıran Suriye ordusu, niye İsrail’in bu operasyonuna karşılık vermedi?”
“Niye İsrail uçakları Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor? “ diye konuştu.
“İsrail’le Esad’ın arasında gizli bir anlaşma mı var?” diye soran Ahmet Davutoğlu, İsrail’in hiçbir Müslüman ülkeye yaptığı operasyona kayıtsız ve tepkisiz kalmayacağını da sözlerine ekledi.
Davutoğlu’nun Esad’a tepki babından sorduğu sorular, avamın da aklına gelen ve ilk anda tepkisellikle beraber zuhur eden sıradan sorulardır. Sıradan sorular, sıradan halk için bir anlam ifade edebilir. Ancak siyasi, akademik, diplomatik çevrelerin ağırlıklı olarak saldırgan tarafa yüklenmek yerine saldırılan tarafa yüklenmelerinde aynı soruların kayda değer bir tarafının olmadığını belirtmek gerekir.
Suriye’de iki yıla yakındır süren silahlı çatışmalarda yapıcı olmayan bir tutumla taraf tutmakla aslında Türkiye, varsa şayet, söz konusu ettiği “ülkesinin onuru”na en az İsrail kadar çomak soktuğu unutulmamalıdır.
Kaldı ki israil’in bir önceki saldırıda Suriye hedeflerini vururken Esad’la dostluğun tavan yaptığı bir dönemdi ve İsrail uçakları Türk hava sahasını kullanmış, yakıt tankları Hatay ve Antep civarlarına düşmüştü.
Durum bu iken “Neden israil’e bir çakıl taşı atmadı?” sorusunun da aslında haksız bir yanı olmamakla beraber, uluslar arası sularda aynı İsrail, dokuz Türkiye vatandaşını katlederken Türkiye neden “Bir çakıl taşı” dahi atamadıysa, Esad’ın da “Bir çakıl taşı” bile atamamış olmasının sebebi de odur. Ve bu sebebi en iyi şekilde bilmesi gereken de yine Davutoğlu’nun kendisi olması gerekmektedir.
Haftanın ‘Çomak’ı
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin baş danışmanlarından Fethi Şihab Eddim basına yaptığı açıklamada, 2.Dünya Savaşı’nda öldükleri söylenen 6 milyon Yahudi sivilin hiçbir zaman gaz odalarında katledilmediğini, hepsinin gizli bir operasyon ile ABD’ye taşındığını söyledi.
Eddim, Holokost’un tamamen bir CIA masalı olduğunu, ABD ve müttefiklerinin Nazi Almanyası’nı insanlığın gözünden düşürmek ve Japonya’ya atom bombası atılmasını dünyaya haklı göstermek için böyle trajik bir insanlık trajedisi senaryosu yazdıklarını ifade etti.
Eddim, Avrupa’da yok edilen 6 milyon Yahudi nüfusunu da, CIA ve batılı istihbarat örgütleri tarafından gizlice Amerika Birleşik Devletleri’ne transfer edilmek ile açıkladı.
İsrail’in mağduriyet edebiyatına ve ekonomik istismarına çomak sokan her gazeteci, siyasetçi ya da akademisyen, bunun bedelini çok ağır ödemişlerdir. Nitekim Fransız Müslüman düşünür Garaudy, bu bedeli en ağır ödeyenler arasında sembol haline gelmiştir.
Hala bile sözüm ona mağdurlar adına Avrupa ülkelerinden özellikle de Almanya’dan almaya devam ettikleri sözde tazminatlarla sözde soykırımı endüstriye boyuta taşıyan dünya siyonizminin bu efsane çarkına hiç kimse çomak sokmaya cesaret edemiyor durumdadır.
Umarız yapılan bu son çıkış, hem yalana dayalı efsaneye, hem de “Soykırım Endüstrisi” oluşturan saldırgan siyonizmin kanlı çarkına taze bir çomak olur.
Haftanın Silahşörü
Son aylarda Yemen, ülkede ele geçirilen silah partileriyle gündeme gelmişti. Bazı silah partilerinin Türk menşeli çıkması ise, Türkiye’yi de tartışmaların merkezine oturtmuştu. Hatta bazı silahların yakalanmasında rolü bulunan Yemenli üst düzey bir polis yetkilisi de düzenlenen bir suikastla ortadan kaldırılmıştı.
İlk tahminler, Yemen’e gönderilen silahların Yemen’de süren iç çatışmalarla ilgili olduğu yönündeydi.
Ancak bu hafta içerisinde Yemen’de yayımlanan el-Oulaye gazetesi, Yemen sahil güvenlik güçleri ve bölgedeki Amerikan deniz kuvvetleri tarafından ele geçirilen silah yüklü bir geminin Katar tarafından finanse edildiğini ve taşıdığı silahları Suriye’deki silahlı gruplara götürdüğünü bildirdi.
Geminin Ukrayna’dan yüklediği silahların bir kısmını Yemen’de indirdikten sonra geri kalanını Suriye’deki silahlı gruplara ulaştırmak için yola çıktığını belirten gazete; ancak geminin Yemen sahil güvenliği ve Amerikan deniz kuvvetleri tarafından durdurulduğunu yazdı.
Gazeteye göre gemide çok sayıda omuzdan atılan SAM-2 ve SAM-3 füzelerinin bulunduğu belirtildi.
Yani anlayacağınız, her taşın altından çıktığı gibi Yemen’deki silahların altından da karışık bölgede çapından büyük işlere kalkışan yine Körfez’in minik silahşör ülkesi çıktı.
Haftanın Sınavı
MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a, İsrail’in Suriye’ye gerçekleştirdiği saldırıda Malatya Kürecik Radar Savunma Üssü’nün aktif olarak kullanılıp kullanılmadığını içeren bir soru önergesi verdi.
İsmet Yılmaz cevaplandırır mı bilinmez. Ancak yöneltilen sorular da yutulacak cinsten değildi:
Saldırının Türkiye’de Suriye sınırı yakınlarına yerleştirilen Patriot Füzeleri’nin Almanya’dan gelen bataryalarının çalışmaya başlamasından sonra gerçekleştirilmesi dikkat çekmiş; İsrail’in, saldırı öncesinde, Malatya Kürecik’teki radarla bağlantılı “Demir Kubbe” hava savunma sistemini kuzeye taşıdığı haberlerde yer almıştır. Buna göre;
1-İsrail, Suriye’yi vururken Malatya Kürecik Radar Savunma Üssü aktif olarak görev yapmış mıdır?
2- İsrail’in düzenlediği saldırıda Kürecik aktif görev yaptıysa bu; NATO tesislerinin savunulması amacıyla Türkiye’ye konuşlandırıldığı öne sürülen Patriotlar’ın İsrail’in korunmasına yönelik görevinin kanıtlandığı anlamına gelmez mi?
3- Mart ayında yaptığınız açıklamada NATO radar üssüyle ilgili olarak, “Bu radar savunma amaçlıdır. Bu radarla hiç bir ülke hedef alınmamıştır’’ iddiasında bulunmanıza rağmen İsrail’in son saldırısıyla bu üssün savunma amaçlı kullanıldığını ve hiçbir ülkenin hedef alınmadığını düşünüyor musunuz?
4- Saldırının Türkiye’de Suriye sınırı yakınlarına yerleştirilen Patriot Füzeleri’nin Almanya’dan gelen bataryalarının çalışmaya başlamasından sonra gerçekleştirilmesi bir tesadüf müdür, yoksa önceden planlanmış mıdır?
Sorular, gelişmeler göz önüne alındığında “Cuk!” diye oturan cinsten. Ancak soru tekniği açısından klasik oluşu, test üslubuna göre şekillenen sınav tekniğine aykırı düşmektedir.
İyisi mi, bu sorular sorulurken bir de eleme şıkları ve joker hakkının tanınması eklenmeliydi ki, cevap verilirken hem fazla terleme-titreme olmasın; Hem de “Dostlar”dan kopya çekilmeye tevessül edilmesin!
Haftanın Diyalogu
Hafta içerisinde Ergenekon-Balyoz vs. yargılamaları etrafında “Balyozcu Başı” edasıyla ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone ilginç açıklamalarda bulundu.
Ricciardone’ye sert tepki ise hükümet kanadını temsilen Hüseyin Çelik’ten gelince ortaya matrak bir diyalog çıkıverdi:
Ricciardone: Milletvekilleri, profesör ve komutanlar neyle suçlandıklarını bilmeden hapis yatıyorlar. Haklarındaki suçlamalar da tam anlaşılmış değil.
H.Çelik: Türkiye’de göreve başladığınızda da benzer açıklamalarınız oldu. Başbakan Erdoğan sizi ‘acemi büyükelçi’ diye niteledi. Öyle anlaşılıyor ki bu geçen süre içinde siz haddinizi bilmeyi öğrenememişsiniz.
Ricciardone: Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler. Profesörler var. Eski YÖK Başkanı, hakkındaki 16 yıl önce görevdeyken yaptğı çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla demir parmaklıklar ardında tutuluyor. Harçları protesto için barışçı gösteri yapan öğrenciler hapiste.
H.Çelik : Bakın, siz bir diplomatsınız, içeriğine tam vakıf olmadığınız, tüm detaylarını bilmediğiniz bir meseleden dolayı, nasıl bir ülkenin içişleriyle ilgili, yargı sistemiyle ilgili ahkam kesersiniz? Bu hakkı size kim veriyor? Netice itibariyle bu Türkiye’nin iç meselsidir.
Ricciardone: Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğrurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri’nin buna karşılık vermesi zor olur.
H.Çelik : Sayın Ricciardone! Sizin mahkemeleriniz bizim mahkemelerin temyiz mahkemesi değil, bir üst mahkemesi de değil. Dolayısıyla sizin mahkemeleriniz anlar ya da anlamaz, onların problemi.
Ayrıca, biz sizi kendi sınırları ve hudutları içinde kalmaya davet ediyoruz. Bunu hoş karşılamadığımızı, kınadığımızı, ayıpladığımızı ifade ediyorum. Bir kez daha söylüyorum, sayın büyükelçi haddini bilmelisin.
Ricciardone: Yargı sisteminizdeki sıkıntılar, mahkeme öncesi uzun tutukluluk, suçlamalarda belirsizlikler, şeffaflık eksikliği olarak sıralanmaktadır. Bunu ben söylemiyorum. Muhalefetiniz de söylemiyor, yabancı liderler de söylemiyor. Bunu bizzat hükümet yetkilileriniz, bakanlarınız söylüyor.
İnsanların düşünce suçlarından dolayı hapse girmemesi gerekir. Başarılı olmak zorundasınız. Ki biz de sizin için elimizden geleni yapalım.
H.Çelik: Sayın Ricciardone, önce şunu hatırlatırım; Siz önce Guantanamo’yu izah edin dünyaya. ‘Dinime ta’n eden bari Müselman olsa.’ Önce kendine bak kardeşim!
* * *
Ayrı zaman ve mekanlarda olsa da diyalog müthiş! Ricciardone, geride bıraktığımız dönem içerisinde başlarını yediği Türk evlatlarına mı yanıyor, yoksa denge politikası mı uyguluyor, ona siz karar verin.
Söylediklerine hükümet kanadının açıklamalarını dayanak göstermesi ise başlı başına bir mesele.
Özellikle Başbakan’ın aynı konu etrafında yaptığı açıklamalar göz önüne alındığında Ricciardone’nin sözlerinin de yerinde olmadığı söylenemez. İyi de Başbakan’la aşağı yukarı aynı minval üzere konuşan Ricciardone’ye sert posta koymanın anlamı ne oluyor?
Mesele şu: Başbakan konuşurken, iktidar kavgasında taraf olan ve iktidar alanına yargı üzerinden müdahil olan malum odağı hedef almakta, bu paralelde yargıya ayar çekeceğinin mesajını vermektedir. Kısacası bunu Türkiye’nin iç dengeleriyle ilgili bir mesaj olarak algılayabilirsiniz.
Ricciardone ise durumdan vazife çıkararak eski evlatlarını unutmadığının mesajını vererek bilinen dengeleri gözetme durumuna vurgu yapmaktadır.
Bugün avukatlığına soyundukları kesimin yeddi ceddinin telefon kayıtlarını, esrarengiz belge ve ilişkilerini deşifre ederek onları demir parmaklıkların arkasına mahkum eden güç, Ricciardone’nin temsil ettiği güç değil miydi?