• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
Devlet, Cemaatler konusunda Ergenekon tezleriyle hareket ediyor!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğruhaber – Haber Yorum

Öyle ki, dönemin yöneticileri bu yapılara devletin tüm olanaklarını sunmuş, yetmemiş saltanatlarına rağmen ARİF’LERİN ve ÂLİMLERİN kapısına gitmişler, önlerinde el pençe divan durmayı bir şeref bilmişlerdir.

Böyle olunca da güçlü bağlarla birbirine bağlanmış güçlü bir toplum ve bu toplumun üzerine inşa edilmiş güçlü devletler varlık göstermiştir.

Abbasiler, Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlı’daki devlet yapısının temelini daima sosyolojik bir doku olarak Tarikatlar ve Cemaatler oluşturmuştur.

Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün, İmam Gazzali’nin peşinden koşturup ünlü Nizamiye Medreselerinin başına geçmesi için çırpınması, Memlüklerin İzz b. Abdüsselam’a ülkede söz sahibiymiş gibi değer vermesi, Orta Asya’da Ahmet Yesevi hazretlerinin, Ahi Evran’ın, Anadolu’da Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Şeyh Edebali’nin, Molla Gürani’nin, Akşemsettin’in…Sultanlar ve devlet erkanı nezdindeki yerleri aslında tarikat ve cemaatlere nasıl bakıldığını anlamak açısından yeterlidir.

Tabii tüm bunlara rağmen tarih boyunca yanlışlar yapan bazı kesimler de olmuş, bahsi geçen Devletler hukuk önünde gereğini yapmışlardır.

Mesela Osmanlının son demlerinde bazı kışkırtmalar neticesinde, şaibeli birileri tarikat adıyla isyana girişmiş yönetim gerekli cezayı vermiş ve olayı kapatmıştır.

Ancak hiçbir zaman Osmanlı yönetimi bu fevri yanlışlardan yola çıkarak tüm Cemaat ve Tarikatları hedef tahtasına oturtmamış bunun konuşulmasını dahi hoş karşılamamıştır.

Ne yazık ki Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk günden başlayarak bu İslami yapılar ‘Sakıncalı alanlar” olarak ilan edilmiş ve bunlar tümüyle ortadan kaldırılmaya veya mutlak kontrol altına alınmaya çalışılmıştır.

Bu gayretin bir devamı bir daha yaşanıyor gibi.

Son günlerde Şeyh- Hacı- Hoca sıfatları üzerinden İslam’a ve Müslümanlara yapılan kumpas ve saldırıların belki de önemli nedeni bu yapıların tamamıyla itibarsızlaştırılması, zayıflatılması ve kontrol edilmesi çabasıdır.

Bu konuda her söz açıldığında hain 15 Temmuz Darbe Girişiminden dem vurulması da bu planın bir parçası gibi.

Oysa yeri geldiğinde herkes “FETÖ yapılanmasının bir istihbarat yapılanması olduğunu ve İslami hedeflerinin bulunmadığını..” söylüyor.

Buna rağmen geçen günlerde Uşşaki Tarikatı lideri olarak (bu tarikat mezkur şahısla bir ilgilerinin olmadığını bildirmesine rağmen) takdim edilen şahsın çirkin olayında olay ne hikmetse Tarikatlar ve Cemaatler üzerinden yorumlanmaya başlanıyor.

Bunlardan biri de Cumhurbaşkanı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Cemil Çiçek.

Çiçek sorular üzerine şu açıklamada bulunuyor:

"Tarikat ve cemaatler toplumun gerçeğidir. Bize mahsus da değildir…

Türkiye'de bir kısım devlet uygulamalarından sonra bunlar kayıt dışı sosyolojik yapılar haline geldi. Yani şeffaf ve geliri gideri belli olmayan, ticarete yönelen... FETÖ'den sonra gördük ki, bir kısım yapılar insandan ziyade çıkar elde etmeye, servet biriktirmeye, devleti yönetmeye, becerebilirse ele geçirmeye çalışıyor. Hepsi mi böyle? Ben kuralı koyuyorum. Herkes çevresine baksın."

"Yeteri kadar ibret olmadı. Çünkü 15 Temmuz sadece FETÖ olayı değildir. Elbette asli faili FETÖ'dür. Ancak belli ki din anlayışımızda sıkıntılar var. Yani kolibasilli (bakterili) bir din anlayışımız var."

"Türkiye'de üç tür kayıt dışılık var: Ekonomide, siyasette ve dinde kayıt dışılık. Dinde olmayan bir anlayış bugün Türkiye'de Müslümanlık olarak takdim ediliyor. Rüyalara, mübalağalı köpürtmelere dayalı, ispatı mümkün olmayan din anlayışı ne kadar İslamidir? İşte, “Peygamberi rüyada gördüm” diyor. “Allah'la konuştum” diyor. Dinde bu söylemlerin ne kadar yeri var? Bakıyorsunuz, haramla uğraşanlara keramet izafe ediliyor. Bu insanların kerameti varsa, Doğu Akdeniz kaynıyor, keramet gösterseler de şu memleket sıkıntılardan kurtulmuş olsa!"

"İkincisi; şeyhlik geçmişte babadan oğula ve sülaleden mi geçiyordu? Bu işi ehil olan yapıyordu. Şimdi sülaleden geçiyor. Servet sülalenin elinde birikiyor. Dolayısıyla kayıt dışı ekonomi oluşuyor. Hem siyasetin kayıt dışı unsurları haline geliyor, hem kayıt dışı dini oluşum meydana geliyor. Sonra millet diyor ki, “Kandırıldık, ütüldük, anlayamadık.”

"Bu tür kokuşmuşluklar bugün de var dün de vardı. Osmanlı onlarla çok mücadele etti. Özellikle devlet imkânı ve parayla yüz yüze geldiklerinde çıkış sebepleri ortadan kalktı ve öncelikleri bunlar oldu. Bizim insanımız üç şeyi kendinde bıraksın: Aklını, vicdanını ve cüzdanını. Dini öğrenmek istiyorsa müftüye sorsun."

“Sistemin adamı veya Her devrin adamı” olarak tarif edilen Cemil Çiçek’in din adamları, din anlayışı ve tarikatlar hakkında ileri sürdüklerinde kısmi gerçekler olmasına rağmen geleceğe yönelik bazı sinyaller vermesi açısından bazı tehlikeler barındırdığı söylenebilir.

Mesela; Günümüzde her ne kadar Diyanet ve müftüler biraz rahat hareket etseler de Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne görünen gerçek; “Sistemin istediklerini istediği gibi ve istediği kadar anlatan bir kurum” hüviyetinden kurtulamadı. Yarın bu işin eski haline dönmeyeceği garantisi var mı?

Kişilerden yola çıkarak kurumların hedefe konulması genelde Sol-Laik-Kemalistlerin ahlakı olmasına rağmen şimdi İktidar cenahında da bu konuların dillendirilmesi hayra alamet değil.

Öyle görünüyor ki 15 Temmuz sonrası başlatılan Tarikat-Cemaat düşmanlığı “Doğu Akdeniz’deki gerilim nedeniyle bir süre askıya alınmış olsa da” tekrar gündeme getirilmeye çalışılıyor.

Bu durumda devletin Tarikatlar ve Cemaatler konusunda Ergenekon tezleriyle hareket etmesi gibi bir tehlike ortaya çıkıyor.

Bu haberler de ilginizi çekebilir