Avukat Sayan: "İnanç ve değerlerimize uymayan darbe anayasasından kurtulmalıyız"
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında düzenlenen 1982 Anayasası’nın hak ve özgürlükler anlamında kısıtlayıcı olduğunu belirten Avukat-Sosyolog İlhami Sayan, anayasanın toplumun inanç ve değerlerine uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini söyledi.
12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 40 yıl geçti ancak darbe ürünü olan ve sadece bir kesimin inançlarını, özgürlüklerini koruyan 1982 Anayasası uygulanmaya devam ediliyor.
Darbe sürecinde mağdur olan birçok insanın mağduriyeti farklı platformlarda konuşulup mağduriyetleri giderilmeye çalışılsa da maalesef kanunen hakları elinden alınan, özgürlükleri yasaklanan, en basit dini inançlarını yaşamaları dahi kısıtlanan Müslümanların özgürce yaşayabilmeleri için yeni bir anayasa yazılmadı, var olan yasalar da düzenlenmedi.
12 Eylül darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası hakkında İLKHA muhabirine önemli değerlendirmelerde bulunan Avukat-Sosyolog İlhami Sayan, söz konusu yasanın ardından şimdiye kadar yeni bir düzenlemenin yapılmadığını, ülkenin inanç ve değerleriyle bağdaşmayan darbe anayasasından derhal kurtulmamız gerektiğini ifade etti.
"Maalesef Müslümanlar Kemalizmi eleştirmelerine rağmen onun yaptıklarının yüzde 10’unu bile değiştirebilmiş değiller"
"12 Eylül darbesinin üzerinden 40 yıl geçti ama biz hala hukuki olarak onun oluşturduğu ortamda yaşıyoruz. Hala 12 Eylül’ü aşabilmiş değiliz." diyen Sayan, "12 Eylül’e siyaseten, fikri olarak karşı olsak da onun oluşturduğu zemini, onun koyduğu taşı yerinden kaldırabilmiş değiliz. Demek ki, fikir ve hukuk üretme açısından 12 Eylül’ün çok çok gerisindeyiz. Yani darbe karşıtları olarak 3-5 generalin, Kenan Evren’in, darbecilerin gerisindeyiz. Maalesef Müslümanlar Kemalizmi eleştirmelerine rağmen onun yaptıklarının yüzde 10’unu bile değiştirebilmiş değiller. Hatta değiştirmeye niyet bile etmiş değiller." dedi.
"Darbe anayasasına karşı bir çözüm üretememişsek konuşmaya hakkımız yok"
Sayan, "Bugün hala 12 Eylül’ü teneffüs ediyorsak, hala onun oluşturduğu anayasanın gölgesinde altındaysak, halen onun oluşturduğu yasalarla düşünebiliyor, o çerçevede hareket edebiliyorsak, 12 Eylül’ün getirdiği anayasayı yamayarak yolumuza devam edebiliyorsak, ona karşı ciddi bir alternatif metin bile ortaya koyamamışsak Kemalizmi tartışmamız bile gerekir. Çünkü 12 Eylül, Kemalizm’in sekteye uğradığı noktada bir ara çözüm getirdi. Darbe, bizatihi Kemalizm’in kendisi değil onun oluşturduğu alanın içerisinde kesintiye uğramış bir yerde geliştirdiği ara bir çözümdür. Biz bunu bile atlatamamışsak, onların ani gelişen bir duruma aniden ürettiği çözümün üzerine veya karşısına bir şey koyamamışsak esasen konuşmaya hakkımız yok demektir." diye konuştu.
"Hâlâ 12 Eylül’ün bizi bıraktığı yerdeyiz"
Bugün birçok kurumun 12 Eylül Anayasasının getirdiği, düzenlediği yasalarla halen hayatiyetini devam ettirdiğini belirten Sayan, "Bunlardan birisi YÖK, birisi MGK, birisi OHAL. OHAL şu anda kaldırılmış ama Anayasada duruyor ve her zaman uygulanma ihtimali olan bir şey. 12 Eylül, kendisinden önceki herkesin siyasi ve politik düşüncesinden dolayı bir çatışma meydana gelmesi nedeniyle 12 Eylül darbecileri ve 1982 Anayasası Apolitik bir halk öngörmüştür. Siyasetle uğraşmayan, işine gücüne bakan ve siyasetle uğraştığında ise kendisine olumlu bakılmayan, makul karşılanmayan bir insan tipi oluşturma peşine düşmüştür. Bu anlayış hala sürmektedir. Bugün mahkemelere baktığınız zaman orada muhalif düşünen, Apolitik olmayan insanları görürsünüz. Bugün hala politik insan tehlikeli, Apolitik insan ise muteber vatandaş ise bu 12 Eylül’ün bize getirdiği bir sonuçsa, biz de böyle düşünmeye devam ediyorsak, devlet ve kurumları böyle düşünüyorsa, mahkemeler ve savcılıklar böyle düşünüyorsa o zaman biz hala 12 Eylül’ün bizi bıraktığı yerdeyiz. O yüzden muhalifler olarak, darbe karşıtları, dindar insanlar olarak bir alternatif oluşturamıyorsak konuşma hakkımız yoktur." şeklinde konuştu.
"Bir insanın da din ve vicdan özgürlüğünü de 3-5 hâkimin iki dudağı arasına veremezsiniz!"
12 Eylül başarı sağladıktan sonra üniversitelere gelen başörtülü öğrencilerin engellendiğini ve bu durumun 1986-88 arasında Turgut Özal’ın etkili olmasıyla birlikte kısmen azaldığını ancak 28 Şubat döneminde ilk fırsatta tekrar başörtüsü yasağının yeniden başlayıp uzun süre devam ettiğini hatırlatan Sayan, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"28 Şubat’ın bin yıl süreceği söylendi. 28 Şubat 12 Eylül’ün komuta zincirinde yaptığı darbenin farklı bir versiyonu olarak yumuşak bir darbedir. Darbe tehdidiyle birçok şey yapıldı. Meşhur deyimiyle post modern bir darbedir. 28 Şubat’taki bu yasak bir kanunla veya kişi hak ve özgürlüklerinin en büyük güvencesi olan bir anayasa maddesi ile serbest bırakılmak yerine bir yönetmelikle kaldırıldı. Bu yönetmelik Eğitim-Bir-Sen isimli bir sendika tarafından Danıştay’a götürüldü ve orada bir oy farkı ile reddedildi. Şayet birkaç oy öbür tarafa geçse Danıştay başörtüsü yasağının devamına karar verebilirdi. Peki, kimin özgürlüğü başka birisinin keyfi olarak vereceği bir kararın son durumuna bağlı olabilir? Kimin özgürlüğünü başka birisinin iki dudağı arasına alabilirsiniz? Bir insanın yaşam hakkını nasıl ki başka bir insanın iki dudağı arasına veremiyorsanız, başka bir insanın da din ve vicdan özgürlüğünü de 3-5 hâkimin iki dudağı arasına veremezsiniz!
"Bir insan dinini, inancını önemsiyorsa, halkın dinini yaşamasını önemsiyorsa onu en sağlam anayasal metinle düzenler"
Maalesef başörtüsü yasağının kaldırılması bir yönetmelikle olmuştur. Bu, en çok değer verdiğiniz bir şeyi pamuk ipliğiyle bağlamaktan farksızdır. Bu, ‘yarın öbür gün hükümet değiştiğinde çok rahatlıkla başka bir yönetmelikle başörtüsü yasağı getirebilirsiniz’ demektir. Bu tür dini bir özgürlüğü kaldı ki defalarca ihlal edilmiş ve halen birçok gurup tarafından hedefe konulan bir özgürlüğü siz yönetmelik gibi en alt kademedeki bir metinle düzenliyorsanız o zaman bu olaya bakış açınız çok basittir. Acaba bunu sağlam hukuki bir metine almayarak halk bize muhtaç olsun, biz daima burada olalım diye mi düşünüyorlar? ‘Biz yoksak siz tehlikedesiniz, biz yoksak özgürlüğünüz tehlikede, biz yoksak en basit dini yaşam özgürlükleriniz, başörtüsü gibi mevzu bile tehlikededir’ demek için mi bunu yapıyorlar? Niyetlerinden emin değilim fakat bir hukukçu olarak bunun çok tehlikeli bir yaklaşım olduğundan eminim. Bir insan bir şeyi önemsiyorsa, dinini, inancını önemsiyorsa, halkın dinini yaşamasını önemsiyorsa onu en sağlam anayasal metinle düzenler."
"İnancımızın önemli bir noktası olan başörtüsünü ancak bir yönetmeliğe layık görüyorlar"
Türkiye’de devletin bazı vasıflarını anayasa yapıcıların, darbecilerin bazı maddelerini anayasal metin haline getirdiklerini ve hemen sonrasındaki maddede de bunların değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini anayasa ile güvence altına aldıklarını belirten Sayan, şöyle devam etti:
İnsanlar inançlarını, önemli gördükleri değerlerini böyle koruyorlar, inandığımız Kur’an mesabesine getiriyorlar. Çünkü biz Kur’an’a inanıyoruz. Kur’an değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bazıları kendi inancını Kur’an ayeti mesabesine getirirken bizden olanlar, bizim gibi inandıklarını söyleyenler inancımızın bir parçasını, önemli bir noktasını ancak bir yönetmeliğe layık görüyorlar. Bir kanun ile değiştirme gereği bile duymuyorlar. Veya onun üstünde uluslararası bir sözleşmeyle güçlendirme gereği duymuyorlar. Bir anayasa metni haline getirmeye çalışmıyorlar. Bu durum çok risklidir.
"12 Eylül, anayasasıyla, kanunlarıyla, gelenekleriyle, hedefleriyle, oluşturmak istediği insan tipiyle ve bütün kurumlarıyla ortadan kaldırılmalıdır"
Hükümetin 12 Eylül’ün verdiği zararları kısmen gidermeye çalıştığını ancak fayda sağlayacak adımlar atmadığını söyleyen Sayan, "Karşı durmamıza rağmen hala 12 Eylül darbecilerinin getirdiği bir anayasa ile hayata devam ediyoruz. Bu hükümet çok güçlü bir hükümet olmasına rağmen, tek parti hükümeti olmasına rağmen 12 Eylül’ün getirdikleri yönünden celb-i menfaat (fayda sağlayan şey) yoluna gitmemiştir. Ancak def-i mazarrata (Kötülüğü giderme) çalışmıştır. 12 Eylül’ün yer yer verdiği zararları bazen güç ve ortama göre bitirmeye çalışmış, çoğu zaman da sadece azaltmaya çalışmıştır. Bu sebeple bu hukuki durumun doğru olmadığı düşüncesindeyim. 12 Eylül, anayasasıyla, kanunlarıyla, gelenekleriyle, hedefleriyle, oluşturmak istediği insan tipiyle ve bütün kurumlarıyla ortadan kaldırılmalıdır." dedi.
"Anayasaların bizi getirdiği noktadan uzaklaşmamız, dar elbiseden kurtulmamız gerekir"
Darbenin olağanüstü bir şey olduğunu ve böyle bir durumda hiçbir insanın, hiçbir kurumun sağlıklı bir karar veremeyeceğini vurgulayan Sayan, son olarak şu ifadelere yer verdi:
"Hastayken giydiğimiz şeyler ile sağlıklıyken giydiklerimiz farklıdır. Olağanüstü bir durumdayken düşüncelerimiz farklı, olağan bir durumdayken düşüncelerimiz farklıdır. 12 Eylül bir tepkidir. Tepki olması hasebiyle de o döneme mahsustur ve sınırları dardır. Onu 40 yıl boyunca bu güne getirmek, getirilmesine katlanmak sadece hükümetin değil hukukçular, düşünürler, araştırmacılar olarak hepimizin kusurudur. Muhalefetiyle hükümetiyle hepimizin kusurudur. Demek ki, darbe karşıtları olarak darbecilerden geriyiz. Demek ki, hedefi olan insanlar olarak hedefi olmayan insanlardan geriyiz. Demek ki, siviller olarak dar düşünceye sahip olduğunu düşündüğümüz askerlerden geriyiz. Demek ki toplumun tümünü hedefleyen insanlar olarak dar bir ideolojik kalıba sıkışmış askerlerden çok daha geriyiz ki, onların bize giydirdiği daracık gömleğin içinde yaşamaya devam ediyoruz. Kendimize uygun bir elbise, uygun bir giysi yapamamışız demektir. Demek ki, biz sadece konuşmak, karşı çıkmakla kalmışız. Bugün bir kanun üretemiyorsak, bir anayasa metni düzenleyemiyorsak, yeni belgeler, yeni hedefler ortaya koyamıyorsak ve 1982 Anayasasına, 12 Eylül’ün hedeflerine muhtaç kalmışsak o zaman vah bize vahlar bize. Bu durum gerçekten çok incitici, çok üzüntü vericidir. Bir an önce 12 Eylül’ün getirdiği anayasadan, yasalardan ve bizi getirdiği noktadan, bize hedef olarak gösterilen noktadan uzaklaşmamız ve dar elbiseden kurtulmamız gerekir." (İLKHA)