• DOLAR 34.612
  • EURO 36.592
  • ALTIN 2934.76
  • ...
Haftanın İtiraf(çılar)ı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HÜSEYİN SAĞLAM / ANALİZ / DOĞRUHABER

Ürdün Kralı Abdullah, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısında yaptığı konuşmasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e bağlı güçlerin hala güçlü olduklarını, en az 2013 yılının ilk yarısına kadar gücünü korumaya devam edeceğini söyledi.
 Kral Abdullah “Esed yönetiminin sadece bir kaç hafta direnebileceğini  sananlar, alanda gerçekten nelerin olup bittiğini bilmiyorlar” diye konuştu.


Bitmedi!


Kraldan önce yine Suriye rejimine dönük açıklamalar yapan ana sponsor ülke Fransa’nın Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Beşşar Esed’in devrileceği yönünde hiçbir belirti bulunmadığını söyleyerek, “Durum değişmiyor, Beşşar Esed’in devrilmesini ve muhalif koalisyonun iktidara gelmesini kastederek söylüyorum, bizim umutlu olduğumuz çözüm yolu gerçekleşmedi. 2011 yılının mart ayında başlayan krizle ilgili olarak uluslar arası arabuluculuklardan ve girişimlerden hiçbir sonuç alınamadı. Tıpkı diğer ülkeler gibi Beşşar Esed’in yerine Suriye halkının taleplerine saygı gösterecek ve ülkeyi bir arada tutabilecek bir yönetimin kurulması için çalışıyoruz, ancak şu an bu hedeften oldukça uzak bulunuyoruz” dedi.


Oysa Amerika’nın girişimiyle Doha’da kurulan Ulusal Koalisyon’u ilk tanıyan ülke Fransa olmuş ve geçen aralık ayında aynı Fabius, Beşşar Esed’in yolun sonuna geldiğini açıklayan kişi olmuştu.


Yine Arap basınına göre sömürge valisi edasıyla faaliyet yürüten Amerika’nın Suriye koordinatörü Robert Ford da, aynı itiraflarda bulunarak “Ne yapsak da bu adam gitmiyor, gidecek gibi de görünmüyor” demiş.


Daha olayların başında iken Esad’a ömür biçme yarışı düzenlenmiş ve bu yarışmada Türk diplomasisi ile Türk medyası “Üç aylık” süre ile birinci olmuştu. İşin ilginç tarafı, Türk kamuoyunun bu yarışmalara inanmasını bir tarafa bırakın, aynı kanat Suriye halkına da empoze edilerek “Üç aylığına” iltica ve zor şartlara katlanmayı bir diktatörün devrilmesine değer bulmuşlardı.
Peki ama Esad neden gitmedi? Her defasında kısa ömürler biçildi, sığınacak ülke(ler) bile medyamızda belirtildi. Ama bir türlü gidiş gerçekleşmedi. Anlaşılan, kimilerinin temennisi, siyasal itikad kılıfına sokularak kudsiyet atfedildi. Ya da Esad yedi canlı yaratıklar gibi olmalı. Yoksa üç ayda bir yolun sonuna gelmesine rağmen nasıl oluyor da tekrar yolun başına dönebiliyor?
Evet evet! Kesinlikle yedi canlı bir yaratık olmalı!


Ha! Bu arada Rus itirafçısı Medvedev’in Davos’taki itirafını da es geçmeyelim. Medvedev, “Esed siyasi reform sürecinde büyük hatalar yaptı. Bu çok büyük, hatta ölümcül bir hata oldu. Ben her geçen ay, her geçen hafta hatta her geçen gün iktidarda kalma şansının giderek azaldığını düşünüyorum” açıklamasını nasıl değerlendirmeli?


‘Gidici’ birisini Rusya neden destekler? Yoksa bunu, itirafçıların karşılıklı jesti olarak algılamak mı gerekir?

Haftanın Fırıncısı/Analisti


Türkiye’deki kasvetli havadan bıkan Ruşen Çakır, geçen hafta Irak Kürdistanına yelken açtı. PKK’den ayrılan ve maya tutmayan PWD’den Osman Öcalan ile Nizamettin Taş’la yaptığı röpartajlar yayınladı.


Anlaşıldı ki Osman Öcalan’da acayip bir “Ağabey sevgisi”nin yanında bir de yeni İmralı süreciyle beraber yeni siyasi idealler depreşmiş.


Osman; “Umutla Türkiye’ye dönmeyi bekliyoruz… Umutlu bir bekleyiş içinde Başkan Öcalan’ın çözüm çabalarını destekleyeceğiz. Abim 4 Nisan doğumludur, üçüncü çocuğum geçen yıl 7 Nisan’da doğdu ve adını da Abdullah koydum. Siyasi olarak hayalimse Şanlıurfa’ya belediye başkanı olmak.”


Osman, PKK’den ayrılırken beklentileriyle alakalı olarak bariz bir stratejik hata yapmış, anlaşıldığı kadarıyla çocuk yaparlarken üç günlük bir sapmayla da matematiksel hataya düşmekten kurtulamamış.


Stratejik ile matematiksel hatalar yapan Osman’ın siyasal ideali ise, başka bir meslek hatasını akıllara getirdi. Irak Kürdistanı’nda yeltendiği fırıncılık idealini dahi beceremeyerek iflas eden Osman, acaba peş peşe yaptığı hatalar ve mesleki beceriksizlikle Urfa Belediye Başkanlığı’nı nasıl yürütecek?


Gelelim Nizamettin Taş’a! Nizamettin de verdiği mesajlarla aslında Türkiye’de birbirleriyle rekabet içerisinde olan devlet içi farklı yapılanmalardan yana tarafını belirlemiş görünüyor.


Nizamettin, konuşmasının bir bölümünde bakın ne diyor:


“İran’ı küçümseyen çok yanlış yapar. PKK kadrolarının İran kadar zorlandığı hiçbir devlet yok. İranlılar siyaseti, diplomasiyi çok iyi biliyorlar ve PKK üzerinde de çok etkililer. İran kesinlikle bu sürecin bir tarafıdır. Mesela geçen sene yaşanan Şemdinli ve benzeri eylemler aslında adı konulmamış bir Türk-İran savaşı olarak da değerlendirilebilir. PKK oralarda sadece İran adına savaştı.”


Üsluba dikkat ederseniz, Nizamettin’in devlet içerisinde kimin hesabına nüfuz casusluğu yaptıkları aşikar olan ve tüm enerjilerini olası “Türkiye-İran krizini” peydahlamaya harcayan malum kesimin söylemlerine esir düştüğü gözlerden kaçmamaktadır.


Oysa Şemdinli ile ifadesini bulan PKK’nin eylem stratejisi, bariz bir “Alan hakimiyeti” öngörmekteydi. “Alan hakimiyeti” stratejisinin felsefesi ise “Devrimci Halk Savaşı” söylemi üzerine kurulmuştu. Oslo’nun başarısızlığa düşmesi halinde artık “Devrimci Halk Savaşı başlar” sözü, aynı zamanda PKK’nin uygulamak zorunda kaldığı bir yönelim iken, bunun mimarının bizzat Öcalan olduğunu okuma yazması olan herkesin bildiği bir durumdu. Roboski rüzgarını da arkasına alan Kandil yönetiminin “Devrimci Halk Savaşı”nın Şemdinli ayağına dizdiği medhiyeleri bu durumda Nizamettin’nin siyasal bilincine armağan etmekle kifayet edelim.


Durum bu kadar açık iken, Türkiye’de CİA-Mossad bağlantılı çevrelerin özellikle bunu İran’a maletmeleri de oldukça manidardı.
Ne yani, İran, Şemdinli bölgesini ele geçirip Batı Kürdistan’la birleştirecek yeni bir devlet mi kuracaktı?

Haftanın Şaşkınlığı
Vatan gazetesinden İlker Akgüngör’ün kaleme aldığı izlenim, Irak Kürdistan Yönetimi’nin başkenti Erbil şehrinin moderniteye koşan yüzüne ışık tutuyor. İkinci ziyaretinde gördüklerini “şaşkınlık” olarak resmeden Akgüngör’ün ilginizi çekeceğini umduğumuz söz konusu izlenimlerinin bazı bölümleri şöyle:


“Kuzey Irak Bildiğiniz Gibi Değil!”


“Kuzey Irak’ta bir çok üst düzey bürokratlar göz kamaştıran villalardan oluşan sitelerde yaşıyor.
Bölgeye gelen yabancı şirketlerin merkezleri de bu sitelerde bulunuyor. Kiraların 4 bin 500 dolara kadar çıktığı sitelerde boş yer bulmak mümkün değil. 


Bundan 10 yıl önce Amerika’nın Saddam’ı devirişini Kuzey Irak’ta izlemiştim. Yaklaşık 3.5 ay Irak’ta iki ay ise sınırda kalmış, ABD askerleri ve peşmergelerin ilerlediği her yere gitmiştim. Yaklaşık 9 yıl sonra gittiğim bölgede yaşadığım duygunun tek bir tanımı var; şaşkınlık.


Kürt sorununun çözümü için adı geçen bölgeye eskiden sadece karayoluyla oldukça zahmetli ve tehlikeli bir yolculuk yapılırdı. Ancak artık oldukça lüks ve etkileyici Erbil Uluslararası Havaalanı var. Bölge hala dev bir şantiye görünümünde. Bir çok yüksek bina inşaatı devam ediyor. Erbil’in en gözde oteli neredeyse şehrin her tarafından görülen Koç Grubu’nun işlettiği Divan Otel. Şehre gelen işadamlarının ve siyasetçilerin ilk tercihi burası. İş görüşmeleri Divan’da yapılıyor. İnşaatların devam ettiği şehrin dışındaki bölge, palmiyelerin dikildiği lüks villalarla dolu bir vahaya dönüşmüş. English ve Italian Village’daki villaların kiraları ayda 4 bin 500 dolara kadar çıkıyor. Şehir içindeki güvenlikli bloklardan oluşan sitelerde bir dairenin kirası da yaklaşık 2 bin 500 dolara ulaşmış. Evlerin önünde ve yollarda 4x4 Toyota Prado cipler, Mercedesler ve daha bir çok lüks araba görmek mümkün. Fiyatı 20 bin dolardan başlayan araçlar bölgede vergi olmadığı için Türkiye’den neredeyse üçte bir daha ucuza satılıyor. 


Erbil Kalesi etrafında madalyonun diğer yüzüyle karşılaşılıyor. Bir çok seyyar satıcı, dilenci, trafik ışıklarında araba camı silen çocuklar buranın da gerçeği. Helvadan nara açıkta satılan yiyeceklere ilgi büyük. En ilginci ise döviz büroları. Döviz bürosu dediysem camdan bir işporta tezgahı ya da büyükçe bir tepsiye koyulmuş Irak dinarları alıcısını bekliyor. Irak dinarı oldukça değerli. 1 dolar 1200 Irak Dinarı ediyor. Erbil Kalesi etrafına yuvarlak olarak kurulan büyükçe 3 caddeden oluşan şehirde fiyatlar dışa doğru ilerledikçe artıyor.

Yeni Erbil ve yaşam tarzı oldukça pahalı. Irak usulü mezeler ve kebaplardan oluşan iki kişilik bir yemek ve yanında şalgam suyu şehrin iyi restoranlarında yaklaşık 100 doları buluyor. Eskiye göre sosyal yaşamdaki en büyük değişiklik ise gece hayatında. Şehrin en gözde mekanı Sky Bar. Burada iki kişi 3-4 kadeh içki içtiğinde aynı rakamları ödüyor. Bölgede Türk firmaları oldukça aktif. Türkler en büyük yatırımcılar arasında yer alıyor. Özellikle Erbil neredeyse sadece Türk firmaları tarafından inşaa ediliyor. Kuzey Irak’a en büyük yatırımı Lübnan, Kuveyt ve Türk girişimciler yapıyor.
Erbil’in gece hayatındaki bir diğer önemli yer ise Divan Otel’in içindeki Chopin Bar. Barda çoğu zaman Bölgesel Kürt Yönetimi’nin kabinesinden birilerine rastlamak mümkün. Masalarda piyanist Hafisa’nın çaldığı Lionel Richie’den Haris Alexiou’ya kadar uzanan geniş repertuar eşliğinde iş konuşuluyor.


Bölgedeki alışveriş merkezleri dahil bütün inşaatlar Türk şirketlerinin eseri. Erbil’deki Family Mall’da Türk markaları ağırlıkta. Ancak fiyatlar Türkiye’ye göre daha yüksek. Bölgenin modern hayata geçişi buralarda daha net gözleniyor.


Her tarafta Türk ürünlerine rastlamak normal. Kürtlerin çoğunun hayallerini İstanbul’da tatil yapmak süslüyor. Sokakta konuştuğumuz bir çok Kürt, Türkçe’yi televizyonda Türk dizilerini izleyerek öğrenmiş. Erbil’in en nezih restoranlarından Dawa 2’de çalışan garsonların çoğu iyi Türkçe konuşan Türkiyeli Kürtlerden seçilmiş. 


Muhafazakar bir şehir olan Erbil’de kadınları sokakta görmek çok mümkün değil. Ancak Türklerin kurduğu Işhık Üniversitesi bölgenin modern yüzünü yansıtıyor. Okulda Türkiye’den gelen 100 kadar öğrenci de okuyor. Cemaate ait üniversitede siyasetçilerin, bürokratların ve yeni zenginlerin de çocukları eğitim görüyor. 

Kuzey Irak’tan Türkiye’ye günlük 120 ile 200 bin varil arası petrol geliyor. Erbil’deki Kürtlere göre bu ilişki günde 500 bin varil petrole çıktığında Türkiye’nin günlük akaryakıt ihtiyacının yüzde 80’i karşılanacak. Bu ihracat 1 milyon varile ulaştığında ise Türkiye’nin akaryakıt çerçevesinde bağımsızlığı kazanacağı belirtiliyor.” 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir