• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Şeyh Said Kıyamı`ndaki İhanetlerin Bedeli-2
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet Yılmaz / Araştırma

İHANETİN SİMGESİ BİNBAŞI KASIM’IN REZALETİ

Musibetin ağırlığı ihanette bulunanın konum ve beklentisine göre değişir. Örneğin, kışın unluk buğdayını kolayca temin etmeyi tasarlayan köylünün bu buğdayın yarısını zorlukla bulması bir musibettir. Kraliyet tahtında oturmayı umut edip ancak kendisine bakanlık verilen birinin başına gelen de musibettir. Bu kraliyet beklentisi içinde olan adamın çektiği acının çocukları için buğdaylık unu kolay temin edemeyen köylünün çektiği acıdan daha az olduğu iddia edilemez. Bu ikinci adam, başına gelen musibetten dolayı intihar edebilir. Buna karşılık buğdaylık un bulamayan köylü karnına taş bağlayıp gayet sükûnet içinde sabredebilir.

Binbaşı Kasım Bey’in hikâyesi, anatomisi çıkarılması gereken bir ihanet vakasıdır. Kasım’ın Şeyh Said Hareketine alınış nedeni ve biçimi, ondan duyulan beklenti, onun ihaneti ve bu ihanet karşılığında “kendisini sattığı” kişilerden beklentisinin karşılanma oranı âleme ibret bir vakadır.* Bu olayın ikinci derecedeki ravileri hâlâ sağdır; tarih eğitimi alan gençlere bu alanda çok büyük iş düşüyor. Gidip bu ravilerle görüşseler çok orijinal tezler yazabilirler.

MÜKAFAT BEKLEYEN HAİN

Şeyh Said Kıyamı’nın hazırlık aşamasında münevverler (aydınlar) ve ilmiye sınıfı olmak üzere iki kesim öne çıkar. Münevverlerin başında Erzurum Eski Garnizon Komutanı kahraman Cibranlı HalidBey ve eski Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey gelir. Bu iki isim erken dönemde (1924’te) tespit edilip Kıyam öncesinde Bitlis Cezaevi’ne konunca Kıyam projesini yürüten yapının münevver ayağı sakat kaldı. Kıyam önderleri, askeri hareketi yürütecek komutanlar bulamıyorlardı. Bu, özellikle Şeyh Abdullah-ı Melekan nezdinde ciddi bir sorun olarak görülüyordu. 

Kasım’ın namı kötüydü. Halk, onun ajan olduğunu düşünüyor, ona güvenmiyordu. Mustafa Kemal, 1924’te Erzurum yöresine bir gezi düzenlemişti. Kasım’ın bu gezide Mustafa Kemal’le görüştüğüne ve ona Cibranlı Halit Bey’le arkadaşlarını şikayet ettiğine dair iddialar vardı. Ancak Kasım, Cibranlı Halit Bey’in eniştesi ve Şeyh Said’in bacanağıydı. Hakkındaki iddialar ise o günlerde ispatlı değil, daha çok onun yapısı ve gözlerinin bakışından ulaşılan bir sonuçtu.

Hareketin ise askeri komutanlara ihtiyacı vardı. Samimiyet-yetenek-konum testinde Kasım’ın yetenek ve konumu samimiyetinin yeteri kadar sorgulanmasını engelledi. Buna akrabalık bağı da eklenince hain Kasım, harekete sızma imkanı buldu.

Şeyh Said’in Varto Cephesini teslim ettiği Şeyh Abdullah-ı Melekan halkın itirazına rağmen Binbaşı Kasım’ı harekete kabul etti. Binbaşı Kasım, Kıyam boyunca hareketin emrindeymiş gibi davrandı. Kıyam’ın bastırılması üzerine İran’a geçmek isteyen Şeyh Said ve arkadaşlarıyla birlikte yol aldı. Kafile, Muş Ovası’nda Murat Nehri üzerine kurulu Abdurrahman Paşa Köprüsü’ne geldiğinde Binbaşı Kasım havaya ateş ederek kafileyi durdurdu. Mustafa Kemal’in ordusundan bölgede bulunan 12. Fırka’ya Şeyh Said ve arkadaşlarının kendi elinde esir olduğunu haber verdi; Şeyh Said Efendi, Şeyh Abdullah-ı Melekan ve beraberlerindekileri tutuklattırdı. Diyarbakır’da kurulan Şark İstiklal Mahkemesi’nde onların aleyhine tanıklık etti, onların idam edilmesi için bahane edilecek ifadelerin en necis malzemesi oldu.

Kasım, büyük iş görmüştü. Cumhuriyet’in en büyük düşmanı Şeyh Said Efendi’yi kendi elleriyle tutuklatmış, mahkemede bir köle misali kendisine emredilen her rezalette bulunmuş, Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarının idamına bahane edilecek dokümanı oluşturmada Mustafa Kemal ve ekibine bulunmaz bir destek sağlamış; bunun için de ihanetinin ardından rezaletiyle orantılı bir mükafat beklentisine girmişti. 

HAİNİN MÜKÂFATI: SÜRGÜN, AŞAĞILANMA VE DIŞLANMA

Şeyh Said Kıyamı’ndan sonra Ankara’nın Kasım’la işi bitti. Kasım, Ankara’dan bir “makam” haberi bekledi. Ne de olsa askerdi… Ama Ankara, onu zihin çöplüğüne atmıştı. Onu sormuyor, onunla ilgilenmiyordu.

Kasım, hep beklemektense Ankara’ya gitmeye karar verdi. Gerisini Hüseyin Abdullah Akdeniz’den dinleyelim: “Vartolu Seyda Molla Selim bizzat Kasım Bey’den şunu bana aktardı. Kasım : ‘İdamlardan sonra herkes bana düşman kesildi, kötü bir duruma düştüm. Akrabalarımdan dahi güvenim kalmadı, ne yapacağımı şaşırdım. Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek için randevu talep ettim. Özel Kalem Müdürü, Mustafa Kemal’e durumu bildirdi.  Mustafa Kemal randevu vermeyi reddetti. ‘Kasım, İsmet Bey’le görüşsün’ dedi. Bunun üzerine Başbakanlığa çıktım, İsmet Bey’le görüşmek için randevu istedim. Olumlu karşılandım, İsmet Paşa’nın makamına gittim, selam verdim. İsmet Paşa ne elimi tuttu, ne de beni oturttu. Bana baktı, ‘Kasım, ne istiyorsun?’ dedi. Ben de ‘Memleketim, devlete karşı isyan etti. Devlet kuvvetleri ile çarpıştı. Ben, devletin yanında yer aldım. Devlete büyük yardımlarım dokunduğu için memleketim bana düşman kesildi. Can güvenliğim kalmadı, ayrıca ailemin geçimini temin etmem zorlaştı. Bir emekli subayım, rastgele çalışmam mümkün değil,  devlet tarafından bana bir iş verilmesini diliyorum.’ dedim. İsmet Paşa bana bakarak ‘Kasım, sen gençsin, kendine bir iş bul, çalış, devlet kapısında sana iş yoktur, gidebilirsin’ dedi. O zaman nasıl büyük bir hata yaptığımı anladım. Pişman olarak çıktım.” **

İHANETİN BEDELİ: BİR İNCİR BAHÇESİ

Bütün hainler gibi gaddar Kasım, Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarına yaptığı ihanete üzülmüyor, efendilerinin kendisine ihanetine üzülüyor. Pişmanlığı şeyhleri ipte görmesinden değil, kendisine efendileri tarafından bir iş verilmemesinedir.

Hain Kasım, memlekette barınamayacağını anlamış bir kere.  Ama bu sefer bir bey gibi değil, rezil biri olarak devlete tekrar müracaatta bulunur ve devletten beklediği iyilik gelir!

Kasım, Cibranlı Ahmedê Süleyman Ağa’nın oğludur, Varto’da verimli ve geniş arazilere sahiptir. Onun arazilerinde Amerikanvari bir çiftlik kurulabilir. Devlet, vazife vermediği hain Kasım için bunu mu yapıyor, hayır! Daha büyük bir iyilik!

Kasım’ın babasından kalma Varto’daki arazilerine el koyar. Bu el koyuştan sonra Kasım, bir bey değil, bir çapulcudur artık. Çapulcu Kasım’a Aydın Söke civarında “çiftlik” diye içinde birkaç ağacın bulunduğu bir sözde incir bahçesi verilir ve orada zorunlu ikamete tabi tutulur.

Kasım, Aydın’a gider, orada derin bir hayal kırıklığı içinde ve işi düştüğünde başvurduğu askeri erkanın hainlere layık hakaretlerini duya duya yaşar. Ancak Adnan Menderes’in Kıyam ehli için çıkardığı “memlekete dönüş” affından yararlanır. 1955’te, Kürt adetlerine göre kanına girilmesi ayıp olan, ölümü çaresizce beklenecek kahrolası bir ihtiyar olarak Elazığ’a gelir. Şehir merkezinde Ermenilerden kalma eski bir eve yerleşir. Henüz ayrıntıları bilinmeyen Şeyh Said vakasını merak eden ve ona bakışlarıyla hakaret eden araştırmacı mollalar dışında kimse onunla konuşmaz. Elazığ’daki hayatta kalmış tek tük Kürt beyinin meclisine birkaç söz işitmeye hasret olarak yaklaştığında “Susun, Kasım burada!” uyarısını duyar, söz kendisine bırakılır. Ancak Kasım “Konuşursam hem şeyhlerden hem kendimden söz etmek zorunda kalacağım. İkisi de işime gelmez” diyerek pek konuşmaz.

(Kasım, konuşursa Şeyhlerin kahramanlığını anlatacak, kendisinin ise alçaklığını. Aslında bu Şeyh Said vakası sırasında bütün laik Kürtlerin hikayesidir. Onlardan hangisi konuşsa kendi rezaletini; Şeyh Said ve arkadaşlarının ise kahramanlığını anlatacak. Bunun için onlardan hiçbiri o dönemi tam anlatmadı. Büyük şeyhler de hep şehid olduğundan büyük Kıyam’ın pek çok yönü tarihin çözülemeyen hafızasında kaldı.)

KARISI BİLE ONUN YÜZÜNE BAKMIYOR

Kasım’ın kardeşi Reşit, oradan buradan para bularak Elazığ’da bir dükkân açmış. Kasım, her sabah elinde bastonuyla evinden çıkar, kimseye selam vermeden ve çevredekilerin tahkir edici bakışları altında kardeşinin dükkânına gider, bir süre oturur, orada ilgi görmeyince aynı güzergâhı hiç değiştirmeden korku dolu gözlerle evine geri döner, uzun bir süre böyle yaşar.

Nihayet Varto’daki köyüne gitmek ister. Gerisini Cibranlı Halit Bey’in yeğeni Ahmet Sever’den dinleyelim: “Kasım 1950’lerde Söke’den Elazığ’a taşınınca Varto’ya bizim eve geldi. Çok uzun boylu,  yüzü siyah bir ihtiyardı. Hastalıklı gibi görünüyordu. Yüzü ve ellerinin derisi pul pul dökülmüş gibi benek benekti. Amcamı, eniştemizi astıran kişiydi o. Ailenin bütün fertleri eve alınmamasını, kapıdan kovulmasını istedik. Fakat babam, kardeşimin katili de olsa, kapımıza geleni kovamam. Bunu yaparsak lekelenmiş oluruz, dedi. Babamın hatırı için sesimizi çıkarmadık. Halam Gule de (Kasım’ın karısı, Cibranlı Halit Bey’in kızkardeşi, Şeyh Said’in hanımının kardeşi) gelmişti. Hâlâ hüzünlü ve matemliydi. Aradan 30 yıla yakın zaman geçtiği halde, kardeşi ve eniştesi için ağlıyordu. Annem bir gün ona kardeşinin ve eniştenin başına bunca iş getiren bu adamla nasıl yaşıyorsun? diye sordu. Halam ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi: O olaydan hemen sonra yatağımı ayırdım. Bir daha birleştirmedim. Yüzüne de bakmadım, dedi.”***

Hain Kasım, bir süre sonra yatağa düşer, iki-üç yıl hasta kalır, sahip çıkan kimse olmaz, ortalıkta kalır. Ne İsmet onu sorar ne de Elazığ ve Muş’taki devlet erkanı… Varto’nun Baskan Köyü’nde kadın bir yeğeni onu evine alır, orada perişan vaziyette can verir. Lanetlenmiş, dışlanmış bir kişi olarak gömülür. Tarihe ihanetin simgesi olarak geçer.

KASIM İLK KUŞAK LAİK KÜRTLERİN BİR SİMGESİDİR

Kasım, tekil bir şahsiyet değildir. İlk kuşak Kürtlerin kendisiyle aynı zihniyette olan devlet erkanıyla kurduğu yakınlığın uç bir noktasıdır.

Kasım, Cibranlı Halit Bey’le birlikte askeri okula gönderilir. Cibranlı Halit Bey, İslamî şahsiyet edinip davası uğruna can verirken Kasım, okulda İttihatçıların dinsiz kesimiyle dostluk kurar. Mezun olup köyüne döndüğünde babası bir davet düzenler. Orada kendisine ahiretle ilgili sorular sorulduğunda bir anda gaflete düşer ve ahirete inanmadığını söyler. Ancak küfrü için bile bedel ödemeyecek kadar korkaktır. Şeyh Abdullah-ı Melakan’ın tepkisi ve babasının araya girmesi üzerine sözde tövbeye razı olur. Kendisine Kelime-i Şehadet getirtilir. Münafıklığı seçer. Artık bir Müslüman gibi görünür.**

Bu o günkü pek çok laik Kürdün içine düştüğü haldi. İnanmadıkları hâlde halkın korkusundan inanıyor görünüyorlardı. Başta Bedirhanlar olmak üzere hiçbiri Şeyh Said’i desteklemedi. En önde olanı bile geri durdu. Bedirhanlar, “Bekle, gör!” politikası yürüttü, sonraki dönemde ise “Avrupa’ya dinimizi satalım, bize dünyamızı verin” anlamında mesajlar verdi, Avrupa onları aldattı ve nihayet terk etti.

 Bedirahanlar, İslam’a ihanet ederlerse Avrupa’dan ödül alacaklarını sanıyorlardı, başta öyle göründü. Ancak hiçbir hain, amacına ulaşmadığı gibi onlar da ulaşmadı. Halklarından pek çok genç onlar yüzünden Avrupa’nın kültürel işgaline uğradı. Kendileri de asla bir daha bir Cizre tahtı bulamadı. Bedirhanların ihaneti, Kasım’ın ihanetinden çok daha beterdir.

Bedirhanlar, Allah’ın yolunda olunca Allah (cc) onlara şeref verdi. Onlar, Allah’ın dinine ihanet edince Allah da onlardan şerefi aldı, kızları Fransızlar için dansöz (balerin) bile oldu. Bugün yeryüzünde Bedirhanları temsilen bir tek şerefli insanın yaşamaması Bedirhanlara ilahi bir ceza olarak yeter.

*Binbaşı Kasım Vakası, başlı başına bir yazı dizisi olabilecek genişliktedir. Ne yazık ki bu yazı dizisi çerçevesinde onunla ilgili her şeyi anlatamayacağız. Onun harekete kabul gerekçesi ve yeteneğine bakılarak geçmişinin yok sayılmasının yol açtığı felaketten alınacak çok ders vardır.

**Melekan Şeyhleri, Hüseyin  Abdullah Akdeniz

***Kürt İsyanları, Ahmet Kahraman

Devam edecek....

Bu haberler de ilginizi çekebilir