HÜDA PAR’dan İstanbul Sözleşmesi, Ayasofya, Sosyal medya yasası ve Başbağlar açıklaması
Sosyal medya yasal düzenlemesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, suçların önlenmesi ve işlenen suçların faillerinin tespiti noktasında sosyal medya platformlarının denetiminin önemine vurgu yaptı.
HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç gündem değerlendirmesinde; İstanbul Sözleşmesi, Ayasofya Camii, sosyal medya yasal düzenlemesi, 27’nci yıldönümünde Sivas ve Başbağlar katliamları gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.
Sosyal Medya Yasası ile birlikte oluşabilecek suiistimallere dikkat çeken Sağlam, “Yasa hazırlanırken ilgili tüm tarafların ve toplumun istişaresine açılması ve ifade edilecek eleştiri ve önerilerin dikkate alınması suiistimallerin önünü alacaktır.” dedi.
“İstanbul Sözleşmesi “usulünce” ve ivedilikle kaldırılmalıdır”
İstanbul Sözleşmesi'nin beraberinde getirdiği cinsel sapkınlığa dikkat çeken Sağlam, “'Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi’ gerekçesiyle Mayıs 2011’de imzaya açılan ve 2012’de resmen yürürlüğe giren ‘İstanbul Sözleşmesi’, kaynaklık ettiği ‘Cinsel yönelim tercihi’ gibi sapkınlıklarla toplumumuzun dini ve insani değerlerini aşındıran meşum çabaların sığınağı olmuştur. Sözleşmeye uyarlanan ilgili yasalar ve saha uygulamaları, sözleşmenin sözde gerekçesini teşkil eden kadına yönelik şiddeti engellemediği gibi, daha da artıran bir mekanizma üretmiştir. Her yıl adına ‘Onur’ dedikleri sapkınlığı teşvik edici etkinliklerin bu yılki safhasında Sayın Cumhurbaşkanı, milletin ahlaki ve manevi değerlerini aşındıran taşkınlıklara dikkat çekmiş, herkesi bunlara karşı tavır almaya davet etmiştir. Oysa sapkınlıklara temel teşkil eden sözleşmeye karşı bir karşıtlık zaten vardır. Bu tavrı alması gereken halk değil, siyasi iradedir.” diye konuştu.
“Sözleşmeye atılan imza geri çekilerek uyarlanan kanunlar düzeltilmelidir”
Numan Kurtulmuş’un İstanbul Sözleşmesi hakkında sarf ettiği sözlere değinen Sağlam, “Son olarak Sayın Numan Kurtulmuş da İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanması yanlışlığını itiraf ederek halkta oluşan beklentiye işaret etmiş, ‘Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır.’ demiştir. Bu açıklamalar, sapkınlıkta özgürlük aramanın yanlışlığı ve bunun ivedilikle ortadan kaldırılması noktasında bir taahhüt olarak algılanmıştır. Bu konuda derhal fiili adımlar atılmalı, sözleşmeye atılan imza geri çekilerek uyarlanan kanunlar düzeltilmelidir.” ifadelerine yer verdi.
“Ayasofya suistimal edilmeden ibadete açılmalıdır”
Ayasofya Camii’nin önemine vurgu yapan Sağlam, “500 yılı aşkın bir süre cami olarak kutsi bir vazifeyi ifa eden Ayasofya, bir devrin kapanıp, yeni bir devrin açılma zamanına da işaret eden önemli bir fetih ve İslam nişanesidir. Üstad Bediüzzaman’ın ‘Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii…’ tespiti Ayasofya’nın mahiyetini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.” dedi.
“Ayasofya Camii siyasete malzeme yapılmamalıdır”
Ayasofya Camii’nin siyasete malzeme yapılmaması çağrısında bulunan Sağlam, şunları kaydetti:
“Ne hazindir ki Ayasofya Camii, Batı’ya şirin gözükmeye ve İslam’ın sembollerini bir bir yok etmeye çalışan dönemin yönetimi tarafından ibadete kapatılıp, müze yapılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı her ne kadar Danıştay’ı işaret etmişse de Ayasofya Camii bu topraklara aittir. Söz hakkı da bu millete ait olmalıdır. Çıkarılacak bir kararname ile beş yüz sene devam eden vaziyet-i kutsiyesine kavuşturulabilecek Ayasofya Camii, siyasete malzeme yapılmamalıdır. Mesele siyasidir, çözüm için yargının adres gösterilmesi doğru değildir. İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya Camii nasıl ki bir kararname ile müze yapılmış ise aynı yöntemle cami yapılmalı ve daha fazla sürüncemede bırakılmamalıdır.”
Sosyal medya yasal düzenlemesi
Sosyal medya yasal düzenlemesine ilişkin de görüşlerini beyan eden Sağlam, “Cumhurbaşkanının sosyal medyaya yönelik düzenleme istemesi ile birlikte erişim engeli iddiaları üzerinden sert tartışmalar yaşanmaya devam etmektedir. Türkiye’de sosyal medya platformları hukuki bir denetim mekanizmasından yoksundur. ‘İfade Özgürlüğü’ kavramı henüz sağlıklı bir şekilde tanımlanmamıştır. Hukuk makamları dijital mecraların denetimi konusunda muhatap bulamamaktadır. Medya kullanımı sınırları hususunda ciddi bir belirsizlik söz konusudur. Pek çok sahte hesap üzerinden algı operasyonları yürütülebilmekte, yanlış ve abartılmış bilgiler yayılabilmekte, tehditlerin ve hakaretlerin aleni bir şekilde yapılmasına olanak sağlanmaktadır. Genel edep ve ahlaka aykırı yayın ve paylaşımlar her geçen gün daha da artmaktadır. Mahkemeler talep etmesine rağmen bu suçların faillerine ilişkin bilgiler kurumlarla paylaşılmamaktadır. Bu, hukukun işleyişi açısından önemli bir engel teşkil etmekte ve hem suçların önlenmesi hem de işlenen suçların faillerinin tespiti noktasında sosyal medya platformlarının denetiminin ve gerekirse yaptırıma tabi tutulmasının önemini göstermektedir.” dedi.
“Yasa hazırlanırken ilgili tüm tarafların ve toplumun istişaresine açılması ve ifade edilecek eleştiri ve önerilerin dikkate alınması suiistimallerin önünü alacaktır”
Yasa ile birlikte oluşabilecek suiistimallere de dikkat çeken Sağlam, şunları söyledi:
“Sosyal medya platformlarının, kişilerin ifade özgürlüklerinin önemli bir aracı olarak görüldüğünün de bilinmesi gerekir. İfade özgürlüğü noktasında Türkiye çoğu zaman eleştirilerin hedefi olmakta ve bireyler yaptıkları eleştiriler sebebiyle de yaptırıma tabi tutulabilmektedir. Bu nedenle birçok kişi, ancak kimlik bilgileri açığa çıkmadığında özgürce konuşabildiğini düşünmektedir. Sosyal medyanın şeffaflaştırılarak hukukun yaptırım öngördüğü suçların muhakkak denetlenebilmesi gerekir. Ancak bu denetleme yapılırken, sosyal medyanın siyaset kurumunun güdümüne alınmasına ve siyasi sansür uygulanmasına da engel olunmalıdır. Bu yasa hazırlanırken, ilgili tüm tarafların ve toplumun istişaresine açılması ve ifade edilecek eleştiri ve önerilerin dikkate alınması suiistimallerin önünü alacaktır.” önerisinde bulundu.
27’nci yıldönümünde Sivas ve Başbağlar katliamları
Sivas ve Başbağlar katliamlarının temelini oluşturan amaca değinen Sağlam, “Türkiye'nin farklı seslere sahip toplumsal yapısını derinden sarsmak, din ve mezhep üzerinden insanları birbirine kırdırmak amacıyla 2 Temmuz 1993 tarihinde karanlık yapılar tarafından Sivas olayları gerçekleştirilmiştir. Olay öncesinde oluşturulan ortam ve daha sonrasında gelen itiraflar olayın derin bir planın parçası olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Olay sonrasında asıl faillerin ıskalanarak olayın önceden belirlenmiş dindar insanlara yüklenmesi, ateşlenmek istenen fitne ateşinin büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir. Sivas olaylarının hemen akabinde 5 Temmuz 1993 günü projenin ikinci aşamasına geçilmiştir. ‘Aleviler’ adına ‘sünniler’den intikam alınmıştır.” dedi.
“Başbağlar katliamı ve Sivas olaylarında asıl suçluların ortaya çıkarılmaması, o derin yapıların halen aktif olduklarını göstermektedir”
Devletin halen üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğine dikkatleri çeken Sağlam, değerlendirmesini şöyle noktaladı:
“İnsanlıktan nasibini almamış taşeron örgüt, Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Başbağlar köyünü katliama tabi tutmuş, insanları diri diri yakmış ve 33 vatandaşımızı katletmiştir. Cami bile ateşe verilmiştir. Aradan geçen bunca yıla rağmen Başbağlar katliamı ve Sivas olaylarında asıl suçluların ortaya çıkarılmaması, o derin yapıların hâlen aktif olduklarını göstermektedir. Hukuk devletinin sorumluluğu, farklılıkları düşmanlık ve ayrılıklara dönüştürmek isteyenlere karşı adaleti tavizsiz bir şekilde ikame etmektir. Bu olaylarda devlet hâlâ üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş, olayların aydınlanmasından ziyade üzerinin örtülmesini tercih etmiştir. Bu iki olayın iç ve dış bağlantılarının yanında devlet kurumlarına tekabül eden taraflarının ortaya çıkarılarak hesap sorulması, hukuk devletinin vazifesi olarak hâlâ yerine getirilmeyi beklemektedir.” (İLKHA)