Siyasette Alternatif Olmak-1
Alternatif olmak, var olanlardan farklı olmayı, onların doğrularını sürdürmeyi, yanlışlarına karşı çıkmayı, sahip çıkmadıkları doğrulara sahip çıkmayı, görmezlikten geldikleri yanlışlara tepki göstermeyi onların engel oldukları dünya ve ahiret saadetlerini topluma vadetmeyi ve bu vaadi yerine getirmek için çalışmayı ifade eder.
Siyasette başarı, yeni bir siyasi kuruma duyulan ihtiyacı kendine ve çevreye inandırmakla mümkündür.
Arz-talep ilişkisi doğrultusunda, siyasette talep varsa arz söz konusudur. Talebin çokluğu azlıkla ilgilidir. Azlık, yegâneliğe(biricikliğe) dönüşmüşse talep, bir ilgide yarışa, iştiyaka dönüşür.
Batılı değerler üzerinden ‘benzer’ görünmenin bir modaya dönüştüğü, modaya uymanın uluslararası güçler ve medya baskısıyla geçmişte geleneğe uymaktan bile daha zorunlu hale getirildiği bir dönemde siyasette bir kimlik sahibi olmak, benzersizliğini, biricikliğini hissetmek ve hissettirmek, kurumsal bir siyasi güç olmanın ilk gerekliliğidir.
Siyasette yeni bir oluşum, bir ihtiyacın ürünüdür. Bu ihtiyacı kendine hissettirmek; her dönem yalnız bırakılmış, kimsesizliğe terk edilmiş, sesi bastırılmış, görüntüsü çarpıtılmış, talepleriyle alay edilmiş, acılarından keyif alınmış, başarısı kıskançlık içinde örtbas edilmiş, başkalarının hanesine yazılmış, kardeşlerine verdiği destek karşılıksız bırakılmış bir camia için sağlıklı bir tefekkür söz konusu olduğunda zor olmasa gerek ancak bu yeterli değildir.
Siyasi bir kurumun, çevrenin ihtiyaçlarına yönelik bir siyasi yaklaşımı ve siyasi çözümleri vardır. Siyasi bir kurum, kendisine duyulan ihtiyacı, dolayısıyla siyasi yapılar içindeki biricikliğini, benzersizliğini, kendisini başkalarından ayıran ve kendisi yapan kimliğini çevreye de anlatmak, çevreye de hissettirmek, çevreye de düşündürmek durumundadır.
Kendini Tanıtma Sanatı
Siyasi bir kurum olarak niye varız? Ayırt edici özelliklerimiz nelerdir?
Bizi tanımak isteyen neyle tanır? Tanımak, bir kurumun başka kurumlardan ayıran özellikleri görmektir. Bizi tanımak isteyen, hangi özelliklerimizi görmeli, hangi özelliğimiz onun hafızasında iz bırakmalı? Hangi özelliğimiz, onun bize gelmesini ve bizde kalmasını sağlamalı?
Ayırt edici çok sayıda özelliğe sahip olmak, çevre tarafından hemen ayırt edilmek anlamına gelmez. Ayırt edici özelliklerin varlığı ile bilinirliği ilk anda asla orantılı değildir. Çok sayıda ayırt edici özelliğe sahip olup da hiç bilinmemek, az bilinmek, başkalarıyla karıştırılmak, başkalarının yanlışı içinde görünmek mümkündür.
Ayırt edici özelliklerle ayırt edici özelliklerin bilinirliği arasındaki ilişkide dilenen düzeye ulaşmak, ancak kendini tanıma ve tanıtmak girişimiyle mümkündür.
Bilindiği üzere, siyasi bir gayret içinde yer almak için iki koşul vardır:
Bir: Var olmak
İki: Var olduğunun farkında olmak
Siyasi bir gayreti canlı tutmanın ise üç koşulu vardır;
Bir: Var olmak
İki: Var olduğunun farkında olmak
Üç. Varlığını korumak ve geliştirmek gerektiğine inanmak
Siyasi bir gayreti çevreye yaymanın da dört koşulu vardır;
Bir: Var olmak
İki: Var olduğunun farkında olmak
Üç: Varlığını korumak ve geliştirmek gerektiğine inanmak
Dört: Çevreyi varlığının farkına vardırmak, onu kendine inandırmak (varlığına duyulan ihtiyacı ona hissettirmek, ona kendi gibi düşündürmek, kendi sloganını onun sloganı yapmak kendi davranışını onun davranışı haline getirmek)
Bunu özetle (Kendini) BİLMEK-BİLDİRMEK-KAVRATMAK-İNANDIRMAK-DAVRANIŞTA GÖRMEK şeklinde ifade edebiliriz.
AYIRT ETMEYE ZITLARDAN BAŞLAMAK
Sokaktaki insan, zıtları ayırır, benzerleri karıştırır. Benzerlerin niye bir olmadığını anlamakta güçlük çeker. Büyük sorunlar karşısında benzer düşünmenin, pratikte benzemek anlamına gelmeyeceğini, benzer görünenlerin değişik etkenlerde, hayati meselelerle ilgili dahi birbirine tam zıt çözümler önerebileceğini düşünmez.
Zıtları birbirinden ayırabilmek ve ayırt ettirebilmek marifet değildir. Marifet, benzerleri birbirinden ayırmak ve ayırt ettirebilmektir.
Ancak, siyasi bir kurum kendini ne kadar en dışarıda görürse görsün toplum nezdinde siyasi hayat küme küme görünür. Zıtları birbirinden ayırmanın ve ayırt ettirmenin marifet olmayışı, bu yönde bir çaba içinde olmak gerekmediği anlamına gelmez.
Aksine buradan başlamayan bir kendini tanıma ve tanıtma işlemi, kaynağı bilinmeyen bir su gibi kuşku üretir; köksüz bir ağaç gibi meyvesizdir, serinlik yayan bir gölgeden yoksundur.
Zıtlarla aradaki farkı karmaşık düşüncelerden basit sözlere dökmek, bu basit sözleri büyük düşünceleri basitleştirmeden kurabilmek, sözü basitleştirdikçe düşünceyi keskinleştirmek bir sanattır.
Zıtlarla aradaki farkın anlatımı, Baki’nin şiiri gibi değil; Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın şiiri gibi olmalı. Mele Cezeri’nin şiiri gibi değil, Mele Ali’yê Findiki’nin ya da Kelhaamed’in 15. Saysındaki (son sayı) mele Yakup El Hezani’nin şiiri gibi olmalı.
Buna düşünceyi sloganlaştırma becerisi de denir. Kendi sloganını halkın diline koymak, siyasi tanıtım başarısının önemli bir aşamasıdır; belki, tanıtımda en önemli hedef olan siyasi desteği kazanmak, bu aşamanın sadece bir üst basamağıdır. Bugün sloganınızı dillendiren, yarın yanınızdadır.
Sloganınızı dillendiren kişi, bunu bir mizah malzemesi olarak dahi kullanıyorsa onun üzerine düşünen ve onu farkında olmadan topluma yayan, dolayısıyla sizin adınıza tanıtım yapan, sizi toplum gündeminde tutan kişidir. Bu tür kişiler çoğaldıkça siyasi destek kazanmaya giden yol açılır. (Ulusalcı yapılanmaların yarı deli kişileri kendi hoparlörleri haline getirmelerindeki başarı, onların çürük ideolojilerini reklam edebilme başarısının en güçlü kanıtıdır.)
Biriciklik, inançta olur, inancı ifade ediş tarzında olur, inancı yaşayış biçiminde olur.
Zıtlarla aradaki fark, inançla ilgilidir; dolayısıyla en temel meselelerle ilgilidir.
İnancı, ifade ediş tarzı ve yaşayış biçimi ise benzerlerle ilgilidir. Siyasi kurum için, bu iki unsur hangi önemde olursa olsun, çevre için bunlar detay konulardır.
Her kurumun bur stratejisi vardır. Bu strateji misyon, vizyon, taktik, imaj, kimlik gibi kavramları içerir.
Misyon, en büyük ve en uzak hedeftir, en zıtla aradaki farktır. Örneğin, din yeryüzünde Allah’ın oluncaya kadar mücadele etmek hakkıyla inanmış bir insanın misyonudur; hakikatte onun en büyük, gerçekte (ulaşma açısından) en uzak hedefidir.
Bir hedefin büyük olması, kitlelerin onu anlamasına; uzak olması da ona inanmasına engel değildir. Aksine belki de insanın fıtri bir özelliği olarak dünyanın bütün toplumları, büyük ve uzak hedeflere sahip olmak isterler. (Hedef, büyük oldukça, zıtlara karşı güç verir; uzak oldukça da benzerleri daha çok kapsar, daha çok birleştirir.)
Esrarengiz (maceravari) bir hedef, kitlelerin onun içinde kendilerine yer bulmalarını onun büyüklüğüne sahiplenerek kendilerini değerli görmelerini, dolayısıyla onun için gösterilen gayrete katılmalarını sağlar. Örneğin, belki tarihte hiçbir zaman Türkler aynı devlet çatısı altında toplanmamıştır. Ama bu Türk milliyetçilerinin büyük bir hayalidir ve Anadolu’da önemli bir kitle bu hayali benimseyerek milliyetçi partilere destek verir.
Misyonum (en büyük gayem) nedir? Sorusuna cevap vermeyen kendini tanımamıştır. Misyonunu anlatmayan, zıtlarından bile ayrıt edilemeyebilir. Zıtlara karşı karmaşık düşüncelere ifade etmek (söz konusu olan kitleler ise) çoğu zaman gereksizdir. O karmaşık düşüncelerin birkaç kelimelik cümlelere dönüşen slogan hali çok daha vurucu çok daha etilidir.
Örneğin, bir konferansta veya daha dar bir ortamda İslami bir yapılanmayla ateist bir yapılanma arasındaki farkı felsefi olarak anlatmak gerekli olabilir. Ancak kitleler karşısında “Yaradan’a inanmayan, yaratılanı kurtaramaz” ,“İmansıza inanmayız”, “memleket imansıza emanet edilmez” diye bağırmak o konferanstan çok daha etkilidir. Bir dönem, bir otomobilin arka camına yapıştırılan “Hâkimiyet Allah’ındır ayet mealinin halka anlattığını kaç konferans anlatabildi.
Bu günün dünyasında sloganı olmayan düşüncelerin slogana dönüştüremeyen bir siyasi kurum yoktur.
Vizyon, misyona (en büyük gaye) ulaşmak için oluşturulan yakın hedeflerden bu hedeflerin yer ve zaman içinde ifade edilen programlardan oluşur. Misyon geneldir, vizyon ise misyonunu araçlarından oluşur. Örneğin din eğitimini güçlendirmek bir vizyondur. Din yeryüzünde Allah’ın oluncaya kadar gösterilen çabanın bir parçasıdır, bir programıdır.
İnsanları dünya ve ahirette mutluluğa, iyiliğe ulaştırmak bir misyondur. Toplumları ekonomik refaha kavuşturmak işi bir vizyondur.
Vizyon, misyonun görünür halidir. Misyondaki samimiyetin ispatıdır. Benzerlerden ayırt edici özellikler, vizyonda kendini gösterir. Kim misyona daha uygun bir vizyon oluşturursa halk benzerler arasında onu daha samimi daha inandırıcı bulur. Toplumun bir kesimi, misyondan öte vizyona, yakında gerçekleştirilecek programlara bakar, en büyük gaye doğrultusunda program oluşturmak, yapılan programı kavramak ve topluma kavratmak, kendini tanıma ve tanıtmanın vazgeçilmez bir yönüdür.
Taktik, güncel ve değişebilir programlardır. Bir kurumun en alt ve çevre koşullarına (dolayısıyla değişime) en açık davranışlarını kapsar.
Söz konusu olan İslam olunca misyonu (en büyük gayesi) “taktik” olan münafıktır.
Vizyonu “taktik” olan ya üç gün sonrasını görmeyecek kadar ferasetsiz ya da yalancıdır.
Taktik, ancak siyasi bir kurumun günlük ilişkilerinde yer tutabilir. Siyasi bir kurum, güncel bir konu ile ilgili dün “evet dediği bir hususu bu gün koşulların değişmesiyle “hayır” diyebilir. Burada “taktik”, toplumun anladığı anlamdaki “aldatma” değildir. Değişebilir davranışlardır. Misyon değişmez, vizyon ancak süreç içinde değişebilir. (Örneğin dün ağır sanayi hamlesinden söz edenler, bu gün ondan söz ederlerse gülünç duruma düşerler.) taktik ise her an, farklı olabilir. Bu sabah, başka bir siyasi yapıyla görüşmeyi onaylayan bir yapı bu akşam, koşulların değişmesiyle ondan kaçınabilir. Bu, bir aldatma değil, sabahki koşullarla akşamki koşulların farkından kaynaklanan zorunlu bir durumdur. Yine de değişeni çok olan bir yapı, misyonuna zarar verir; vizyonu inandırıcılığını kaybeder.
İmaj misyon ve vizyonun hem kendinde hem toplumda oluşturduğu kanattır. Düzgün bir imaja sahip olmak hedeflerine inanmaya, hedeflerinin yakın bir dönemde gerçekleştirebilir olanlarını gerçekleştirmeye, hedefleri ile toplumun ihtiyaçları arasında bir uyum oluşturarak varlığına toplum nezdinde meşrutiyet kazandırmaya bağlıdır. Kimlik bunların hepsinden oluşan biriciklik halidir. Cebimizdeki kimlik, bizi nasıl başkalarından ayırt ediyorsa kumu kimliği de kurumun başkalarından farkını gösterir. Kurumun bilinmesini ve hatırlanmasını sağlar. Stratejisi, misyonu,vizyonu, taktikleri, imajı başkasından farklı olmayan kitleler nezdinde kimlik sahibi sayılmaz.
Misyonum (en büyük gayem) nedir? Sorusuna cevap veremeyen kendini tanımamıştır.
Misyonum (en büyük ve en uzak hedefini) anlatmaktan korkan vizyonunu anlatamaz, kendisiyle ilgili düzgün bir imaj oluşturamaz. Kendi kurumunun biricikliğini topluma gösteremez. En budala utangaçlar, misyonlarını ifada etmekten utanan utangaçlardır. En korkak yapılar, misyonlarını gizleyen yapılardır. Bütün insanların cennete gireceği bir dünya kurmaya çalışmak mü’min misyonudur. Mü’min, “İslam olun cennete girin” diye bağırmaktan korkmaz, utanmaz, “Bizim inandığımıza inanın dünya ve ahirette saadette olursunuz demekten çekinmez.
Not: haftaya, tanıtıma benzerleri eleştirmekle başlamanın yanlışını, pek çok siyasi kurumun sürüklendiği bu yanılgıyı ele alacağız inşallah.