• DOLAR 34.584
  • EURO 36.256
  • ALTIN 2918.631
  • ...
Sosyal medyanın acımasız yüzü: Linç kültürü
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Dünya genelinde 3,8 milyar aktif sosyal medya kullanıcısı var. Türkiye’de ise 83 milyonluk nüfusun yarısından fazlası kadar yani 54 milyon kullanıcı bulunuyor. Ülkemizde kişilerin 1 günde internette geçirdiği ortalama süre 7 saat 29 dakika. Dünya ortalamasının üstünde.

Sosyal medya uygulamalarında saatlerimizi harcıyoruz. Gördüklerimiz, okuduklarımız, dinlediklerimiz bizi etkiliyor. Bazen bir yorum okuduğumuzda ne kadar acımasız olduğunu düşünebiliyor, bazen de böyle bir yorum yapma ihtiyacı duyuyoruz. 

Binlerce kişi karşısındakini tanımadan, ne hissedebileceğini düşünmeden  düşmanca yorumlar yapabiliyor. "Dilin kemiği yoktur" derler, sosyal medyaya gelince de bazen elin kemiği olmuyor.

Grafik: Hafize Yurt

Linç kültürü nedir?

Linç kültürü yıllardır hayatımızda var. Ancak teknolojinin gelişmesi ve sosyal ağların hayatımıza girmesiyle bu kavram da sosyal medyaya taşındı. Öncelikle sosyal medyadaki linç kültürünü biraz tanımlayalım. 

Sosyal medyada bir olayı, kişiyi ya da paylaşımı hedef gösteren paylaşımların geniş kitlelerce yapılması linç olarak adlandırılıyor. Bu davranış, son yıllarda oldukça popüler hale geldiği için de “linç kültürü” diye bir kavram ortaya çıktı. 

“Sosyal medya saldırganlığı olarak değerlendiriyoruz”

Linç sadece kişilere karşı yapılmıyor. Ülkelere, kurumlara veya bir olaya karşı yapılabiliyor. Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi (SODİGEM) Müdürü Prof. Dr. Levent Eraslan, sosyal medya platformlarında gerçekleştirilen linçlerde; linç edilen paylaşım, kişi ya da kurumlara karşı hakaret, tehdit gibi durumlarla sıklıkla karşılaşıldığını anlatarak, şunları söylüyor:

“Karşı tarafı küçük düşürme ve saldırma amacıyla yapılan bu davranışları sosyal medya saldırganlığı olarak değerlendiriyoruz. Son dönemde sosyal medyada ve dijital platformlarda çok çeşitli boyutlarda kendini göstermektedir. Dijital platformlarda karşı tarafı utandırmaya yönelik davranışlar ve kişi ya da kurumları hedef göstermeye yönelik doğruluk payı bulunmayan haberlerin paylaşımı da sosyal medya saldırganlığı olarak değerlendirilmektedir. Karşı tarafı yıpratmaya ve psikolojik olarak zarar vermeye yönelik bu davranışı bir şiddet eğilimi olarak değerlendirmek mümkündür.”

Gençleri intihara sürükleyebiliyor

“Görüntü manipülasyonlarının ve kasıtlı şekilde yalan haberlerin yayımlanması, mizah adı altında dalga geçme gibi davranışlar da aslında linç davranışları” diyen Eraslan, linç edilen sosyal medya kullanıcıları üzerinde de bu davranışların çeşitli sonuçları olduğunu anlatıyor. Bunlar ise, psikolojik sorunlar, üzüntü, utanç olabiliyor. Sosyal medya linci yüzünden intihar eden gençler bile olabiliyor. Linç kültürünün yaygınlaşmasının nedenlerini Prof. Dr. Eraslan’a sorduk.

Sosyal medya kullanımının artması, linç kültürünün de yayılmasına mı neden oluyor?

Her yıl neredeyse yüzde 10 kadar sosyal medyada kullanıcı sayısı artmaktadır. Doğal olarak daha fazla kültürden daha fazla insanın bu küresel platformlara katılması, sosyal medyada pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlardan birisi de linç kültürünün gün geçtikçe sosyal medyada yayılmaya başlamasıdır. Sosyal medya kullanımının artması sonucu, insanların sosyal medyada daha fazla kişinin yaşantısına tanık olmasıyla kıskançlıklar ve kendini eksik hissetme duygusu bu linç kültürünü daha da artırmaktadır.

Grafik: Hafize Yurt

Bot hesapların rolü nedir?

Kimi kullanıcılar, sosyal medya platformlarında anonim hesaplar ile linç girişimlerine katılmakta. Özellikle Twitter gibi kelime tabanlı platformlarda, linç konusunun ulusal ya da küresel olarak gündem yaratması amacı ile bot hesapların kullanıldığı da görülmektedir. Para ile satın alınan bot hesaplar aracılığıyla aynı hashtag kullanılarak tweetler atıldığında, konu daha fazla kişi tarafından konuşuluyor algısı yaratılarak algı çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Aynı zamanda bot hesaplar ile atılan tweetler, konunun gündeme taşınmasını ve daha fazla kullanıcıya ulaşmasını kolaylaştırmaktadır.

Kişiler nasıl önlem alabilir?

YouTube’dan Pinterest’e, Instagram’dan Twitter’a kadar her sosyal medya platformunda maalesef linç ve sosyal medya saldırganlığı yaşanmaktadır. Bu sanal lince çoğunlukla ünlüler ve fenomenler maruz kalmaktadır. Kimi zaman paylaşılan bir fotoğrafa kişinin dış görünüşüyle alakalı hakaret dolu mesajlar, kimi zaman anlık bir söylemin Twitter’da linç edilerek TT olacak kadar çok konuşulması, kimi zaman ise bir videodan belirli bir kısmın kırpılmasıyla manipülasyon dolu bir görüntünün hesaptan hesaba dolaşması. Burada en büyük sorun sosyal medya kültürünün gelişmemesinden kaynaklanmaktadır. Bunun kalıcı olarak çözümü, her yaştan bireyin bu konularda bilinçlendirilmesi ve dijital okuryazarlığın geliştirilmesidir. Bilinçli insanların ise bu tür bir zorbalığa şahitlik etmeleri durumunda, yorum sahibinin şikayet edilmesi önemli bir tepkidir. Çok takipçisi olan kullanıcılar ise sosyal medya platformlarının sağladığı “yorum kısıtlama” özelliklerini kullanarak paylaşımlarına kimlerin yorum yapabileceğini seçebilirler. Saldırganları engellemek de bir çözüm yolu olabileceği gibi hakarete ve şiddete maruz kalan kişiler yorum veya sohbetin ekran görüntüsünü alarak siber@egm.gov.tr üzerinden şikayette bulunabilirler.

Psikolojik nedenleri neler?

Sosyal medyadaki linç kültürünün nasıl olduğundan, buna maruz kalanların neler yapabileceğinden bahsettik. Peki, insanlar neden kötü yorum yapma ihtiyacı duyuyor, bunun altında yatan psikolojik nedenler nelerdir? Psikiyatrist ve Psikoterapist Prof. Dr. Kemal Sayar anlattı.

"Nefret söyleminin bu denli yaygınlaşması anonimlikten beslenir"

Sanal dünyadaki ve gerçek hayattaki davranışların birbirinden farklı olabileceği artık kabul edilen bir gerçek. Bu durumu disinhibisyon etkisi yani ketlenmenin ortadan kalkması olarak açıklayabiliriz. Ketlenme ortadan kalkınca, normal şartlar altında, gündelik bir etkileşimde asla kurmayacağımız cümleleri, Twitter paylaşımının altına fütursuzca yazabilir, bir WhatsApp grubunda bizimle aynı fikirde olmayan arkadaşlarımıza zehir zemberek mesajlar gönderebiliriz. 

Birine çok sinirlendiniz, o anda onu acımasızca eleştirmek istiyorsunuz ve o insandan fiziksel olarak çok uzaktasınız, hatta onun yerini ve kim olduğunu bile bilmiyorsunuz. İşte bu durumlarda insanlar kendilerini daha az kısıtladıkları için, kaba sözler söyleme, küfür, yaftalama, yargılama gibi olumsuz ve agresif davranışlar daha fazla ortaya çıkar. Sosyal medyada nefret söyleminin bu denli yaygınlaşması ve linç kültürünün gelişmesi işte bu anonimlikten beslenir.

"Sanal ortamın verdiği acı sanal değil, hayli gerçek"

Şuursuzca yorumlar yazıp, edep sınırlarını aşan münferit paylaşımlar yapanlara ek olarak, bunu profesyonel ve sistematik biçimde yapan kişiler var ki işte asıl sorun onlar olacağa benziyor. Hedef göstermek ve nefret tohumları ekmekten tutun, gerçekleri çarpıtmaya ve infial yaratmaya kadar varabiliyor paylaşım içerikleri. Bu insanlar gerçek hayatlarında da bunu yapıyorlar muhtemelen ama internet sayesinde yarattıkları etki daha fazla oluyor. Sosyal medyada her gün yeni kurbanlar ve günah keçileri bulunuyor. Sanal ortamın verdiği acı sanal değil, hayli gerçek. 

 

Grafik: Hafize Yurt

"İnternette görünen muhatap sadece bir hesaptır, bize bakan bir yüz değil"

Bir insan karşısındaki kişi hakkında ne kadar az şey bilirse, o kişiye karşı düşmanca davranışları da bir o kadar artabilir. İnternette görünen muhatap sadece bir hesaptır, bize bakan bir yüz değil. Bu durum davranışlarımıza ket vurmamızı zorlaştırır. Toplum içinde çoğu kez seçilmiş davranış sergilerken, internette bu toplumsal kaygıyı hissetmez ve olumsuz davranışları daha rahat ortaya koyarız. Sanal ortam, karşımızdakiyle yüzleşme ve başkaları tarafından yargılanma endişelerimizi azaltarak, davranışlarımızda değişikliğe sebep olur.
Sokak ortasında tartışan iki kişi gördüğünüzde, olayın geri planını bilmediğiniz için, çok gerekli olmadıkça müdahale etmez, yürür geçersiniz. Oysa sanal ortamdaki bir tartışmaya herkes dahil olur. Bilen, bilmeyen, anlayan, anlamayan… İnternetin sanal sokağında taraf tutmak ve büyük laflar etmek görece olarak “güvenlidir”. Bu da bizi daha reaktif, daha agresif davranmaya iter. Klavye pehlivanlığı gibisi yoktur. Bir takma adın ardına gizlenir ve dünyaya kolayca nizamat verirsiniz.

Bazı uzmanlar, bu bireylerin gerçek hayatta kendini ifade edemediğini söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Anonimlik, görünmezlik, sınırların ve hiyerarşinin ortadan kalkması, erişim kolaylığı ve eşitliği gibi çok sayıda farklı özellik, sanal dünyayı farklı kişiler için cazip kılar. Sanal dünyanın büyüsüne farklı sebeplerden veya kişilik özelliklerimizden dolayı kapılsak da teknoloji çağının ortaya çıkarttığı bazı ortak psikolojik durumlar var. Büyüklenme, özseverlik (narsisizm), çocuksu gerileme ve dürtüsellik bu durumlar arasında en çok göze çarpanlar. Dijital çağın patolojilerinden biri özseverlik. İnternette geçirilen uzun süreler, özseverlikle alakalı bulunmuş. Psikolojik tanı rehberi DSM’ye göre, özsever kişilik bozukluğu tanısı almış kişiler sadece büyüklenmeci tavırlar değil, aynı zamanda “kabul görme ihtiyacı” ve “empati yoksunluğu” özelliklerini de gösterirler. Özsever kişi çoğu zaman kendinin tek ve özel olduğuna inanır ve bu durumun “değerli kişiler” tarafından kabul görmesiyle devam edeceğini düşünür. Başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmez ve kendi hedeflerine ulaşmak için başkalarını manipüle etmekte bir sakınca görmez. 

Dijital bir kimliğin arkasına saklanmanın nedeni nedir?

Sanal kimliğimiz, çoğu kez gerçek hayatta sahip olamayacağımız özgürlüğü bize sunar. Diğer bir deyişle, sosyal becerilerimiz üzerinde doping etkisi yaratır. Gerçek hayattakinden daha belirgin, daha güçlü ve daha etkin olan bu kimliğimizle kendimizi daha muktedir ve daha yararlı hissederiz. Kendimizle ilgili abartılı algılarımız, gerçek olmayan, sağlıksız hedefler peşinde koşmamıza neden olabilir; bizi bencil ve sorumsuzca davranmaya eğilimli kılabilir. Sanal kimlik, kişinin mutlu olmadığı özelliklerini değiştirip tekrar inşa etmesine veya normal hayatta kontrol altında tuttuğu davranışları değiştirip, daha kontrolsüz hareket etmesine yol açar. Kim olduğumuzla kim olmak istediğimiz arasında kurulan bir köprü gibi. Bu aynı zamanda bir kaçış. Teknoloji, kim olduğumuzu anlatmamıza yardım etmeli ama gerçek kimliğimizi çarpıtıp gölgelememeli. 

Sosyal medyada başlayan tartışmalar, büyük bir kitleye ulaşabiliyor ve linç başlıyor. Bireylerin empati yapması bunu engeller mi?

İnsanoğlunda halihazırda var olan öfke ve agresyon, internet ortamı ile kendine artık yeni akış yatakları, yeni ifade mecraları buluyor. Saldırganlığın artmasından tamamen internet sorumlu değil ancak ifade edilmesini ve dışavurumunu kolaylaştırdığı da muhakkak. Saldırganlık, internet ortamında daha kurnazca ve sistemli biçimde ortaya çıkar. İnternet ortamının anonim ve yüz yüzelikten uzak yapısı kişideki agresyonun faaliyete geçmesine neden olabilir. Karşımızdaki yüz, bizi ahlaka çağırır. Peki, karşımızdakinin yüzünü görmüyorsak? Hatta karşımızdakinin kim olduğunu bile bilmiyorsak ne yaparız? Kimlik belirsizliği teorisine göre büyük bir kalabalık içerisinde veya internet ortamındaki gibi anonim olabildikleri durumlarda kişiler kendi kimlik algılarını yitirip kimlik belirsizliğine uğrayabilirler.

Sanal ortamlarda fazla vakit geçirdiğimizde hem duygusal becerilerimiz hem de muhakeme yeteneğimiz bu durumdan etkileniyor. İnsani iletişimi sadece sanal iletişime hapsetmek, ötekiyle empati kurmamızı zorlaştırıyor ve bizi daha dürtüsel davranmaya itiyor. Yüz yüze iletişimde empati becerilerimizi daha iyi kullanıp, geliştirebiliyoruz.

Sosyal medyadaki yorumlardan neden bu kadar etkileniyoruz?

“Sosyal medya kabarcığı” diye bir kavram var. Ekran karşısında geçirdiğimiz süre boyunca, algoritmalar, bize benzeyen, bizim gibi düşünen insanların fikirlerini daha çok karşımıza çıkarıyor. Bizim düşüncelerimize benzeyen düşüncelerle daha fazla haşır neşir oluyoruz. Evrenimiz büzüşüyor ve küçülüyor, sosyal medyada olan biteni genelde olan bitenle özdeş tuttuğumuz için büyük heyecan veya hayal kırıklıkları yaşayabiliyoruz. Farklı bakış açılarını değerlendirerek, dünyayı kimileyin muarızlarımızın bakış açısından görmek bu sosyal medya kabarcıkları yüzünden zorlaşıyor. Daha sağlıklı bir toplum için bu kabarcıklardan çıkmak ve evrenimizi genişletmek, konuşma dilimizi/dünya görüşümüzü zenginleştirmek zorundayız. 

Yapılan kötü yorumlar gençleri intihara kadar sürükleyebiliyor. Bunun önüne geçmek için ne yapılmalı?

Gençler bu tarz olaylara karşı çok kırılgan ve özellikle yetişkinliğe adım attıkları bir dönemde incitilmeye karşı çok hassaslar. Siber zorbalığa maruz kalmak, kişide hem öfke duyguları uyandırır hem de üzüntü. Özellikle ergenler bu tarz olaylardan çok etkilenirler. Kırılan gururları, incinen duygularını tamir etmek oldukça çaba gerektirebilir. Amerika, İngiltere ve Kanada’da yapılan bir araştırmaya göre son yıllarda siber zorbalık sonucu intihar oranlarındaki artış dikkat çekici. “Siber zorbalık” internet, cep telefonu veya başka bir teknolojik alet kullanarak bir kişiyi tehdit etmek, taciz etmek, utandırmak, onunla dalga geçmek olarak tanımlanabilir. Bazı uzmanlar siber zorbalığı üç ana kavram üzerinden tanımlar: Güç dengesizliği, tekrarlama ve zarar verme amacı. Yapılan değişik çalışmalar gençlerin yüzde 20-40’ının hayatlarının bir noktasında siber zorbalık mağduru olduğunu ortaya çıkarmış. Yakın zamanda, ilköğretim öğrencileri arasında yapılan bir araştırma ülkemizde bu oranın yüzde 20’lerde olduğunu işaret ediyor. 

Zorbalık için interneti suçlamak gerçekçi olmaz, çünkü zorbalık çok uzun zamandır gençler arasında büyük bir problem; belki insanlık tarihi kadar eski... Günümüzde ise akran zorbalığı neredeyse ilköğretim yaşlarına kadar indi. Çocuklar akranları tarafından sadece psikolojik değil, fiziksel şiddete de maruz bırakılıyor. Ancak internet ortamı, çocukların okuldan eve döndüklerinde, güvende olmaları gereken bir mekanda da zorbalığa maruz kalmalarına yol açabiliyor. 

Aslında tam bu noktada, eğitim sisteminde yapılması gereken reformlar üzerine de düşünmeliyiz. Değerler eğitiminden yoksun bir sistem akademik başarıyı sağlasa da gelecek nesillerin daha iyi yetişmesini sağlamaz. Eğitim önce ailede başlar fakat ailenin eksik bıraktığını eğitim sistemi tamamlamazsa, çocukluk çağında açılan gedik büyür ve birey ile yaşadığı toplum arasındaki uçurum derinleşir.

Kaynak, TRT Haber

Bu haberler de ilginizi çekebilir