Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ali Karadaği’den önemli açıklamalar
Karadaği, dünya genelinde çok hızlı bir şekilde yayılan ve binlerce insanın hayatına mal olan Corona virüs ile cuma namazı, cemaatle namaz, hac ve umre konularında çok önemli açıklamalarda bulundu.
"Bu tür virüs ve hastalıkların, Allah Azze ve Celle'nin belirlediği bir kader." olduğunu belirten Karadaği, "Allah’ın, en zayıf ordularıyla dilediğini helak edebileceği" uyarısında bulundu.
İslam dininin Müslümanlardan iki şey istediğini belirten Karadaği, "Bunlardan birisinin Allah Azze ve Celle'ye gerçek anlamda tevekkül, diğerinin ise sebeplere sarılmak olduğunu" kaydetti.
Karadaği, Corona virüs hakkında "Şüphe yoktur ki bu tür hastalıklar birer azaptır. Allah Azze ve Celle bunu gökyüzünden yağan bir ceza olarak isimlendirmiştir." dedi.
"İslam dininin bulaşıcı hastalıklar ortaya çıktığında önemli bazı öğretileri vacip kıldığını" belirten Karadaği, karantina uygulamalarının mutlaka önemsenmesi gerektiğini ifade etti.
Herhangi bir kimsenin virüse müptela olduğunda bunu açıklamasının vacip olduğunu belirten Karadaği, "Eğer bunu gizlerse iki suçu bir anda işlemiştir; birincisi yalan, gizleme ve şaşırtma; ikincisiyse başkalarına zarar vermeye sebep olma ve vebaları yaymaktır." ifadelerini kullandı.
Bir Müslümanın hastalıklardan korkabileceğini ve İslami açıdan bu konuda bir sıkıntı olmadığını belirten Karadaği, "İslam fıtrat dinidir. Korku sahibi olan kişi, Allah’a iman edip onun tek yaratıcı olduğunu kabul ettiği sürece hastalıklardan korkabilir. Bu konuda bir mâni yoktur." şeklinde konuştu.
Karadaği, salgın hastalık durumunda cuma namazı, cemaatle namaz, hac ve umrenin de terk edilebileceğini söyledi.
"Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez"
Konuşmasına "Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam, alemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Muhammed’e, onun aline ve ashabına olsun." sözleriyle başlayan Uluslararası Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ali Karadaği, "Bu tür virüs ve vebalar, Allah Azze ve Celle'nin belirlediği bir kaderdir. Allah’ın, en zayıf ordularıyla dilediğini helak edebileceği, kudretinin kesin bir delille, açıkça görülmesidir. 'Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. (Müddessir 31)' Allah Azze ve Celle'nin dilediğine bu vebaları bulaştırması, onun sünnetlerindendir. Yine Allah bu tür musibetlerle dilediğini terbiye ediyor fakat vebalara müptela olan ve buna sabreden Müslümana şehit ecri vardır. Buhari'de şöyle bir hadis zikredilir; Annemiz Aişe Allah Resulü'ne Taun'u (vebayı) sorar. Allah Resulü ona Taun'un Allah'ın dilediğine gönderdiği bir azap olduğunu haber verir. Allah bunu müminlere bir rahmet kılar. Hiçbir kul yoktur ki Taun ona bulaştığında beldesinde sabrederek ve ancak ona Allah'ın yazdığı şeyin isabet edeceğini bilerek beklerse ona şehit ecri vardır." dedi.
"Kesinlikle her şey, O'nun belirlediği kadere göre işler"
İslam dininin bizden iki şey istediğini belirten Karadaği, "Birincisi Allah Azze ve Celle'ye gerçek anlamda tevekkül etmektir. Kesinlikle her şeyin O'nun belirlediği kadere göre işlediğini bilmektir. 'De ki, bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. (Tevbe 51)' İkincisi ise esbaplara sarılmaktır. Bu esbapların altına korunma, tedavi, karantina ve sağlık kaynaklarının belirttiği her şeye uymak da giriyor. Hazreti Ömer el-Faruk’un şu duruşu aslında her şeyi açıklıyor. Kendisi Şam’da veba baş gösterdiğini öğrenince oraya girişleri yasaklamıştı. Ebu Ubeyde Bin Cerrah ona şöyle bir soru sormuştu; 'Allah Azze ve Celle'nin taktir ettiği şeyden kaçmak var mı?' Hazreti Ömer ona şöyle cevap vermişti; 'Evet, Allah’ın taktir ettiğinden Allah’ın taktir ettiğine kaçıyoruz.' İşte bu, Mizan Fıkhı'nın gerçeğidir. Öyle ki bir yanımız, Allah Teala'ya, gerçek ve güçlü bir imanla sarılıyor. Diğer bir yanımızsa meşru olan esbaplara. Çünkü Allah bize bunu emretmiştir." ifadelerini kullandı.
"Şüphe yoktur ki bu vebalar birer azaptır"
"Şüphe yoktur ki bu vebalar birer azaptır. Allah Azze ve Celle bunu gökyüzünden yağan bir ceza olarak isimlendirmiştir." diyen Karadaği, "Arapça ifadesiyle 'ricz' olarak da isimlendirilen azap, Kur’an’da 10 defa zikredilmiştir. Bu ayetlerden bir tanesi şöyledir; 'Ayetlerimizi boşa çıkarmak için çaba harcayanlara ise en kötüsünden elem verici bir azap vardır. (Sebe 5) Yani bu inatçı zalimler, ayetlerimizi boşa çıkarmak için çaba harcıyorlar. Onlar bu ayetleri aciz bırakacaklarına kadir olduklarını, ona galip gelebileceklerini iddia ediyorlar. Allah’ın kudretini geçmek istiyorlar. İşte bunlara elem verici bir azap vardır. Bazı alimler 'ricz' kelimesini hem dünya hem de ahirette elem verici vebalar olarak açıklamıştır. Fakat azap nazil olduğunda bu azabın zalimler dışındakilere de kapsayıcı olması Allah’ın sünnetlerinden biridir. Allah şöyle buyurmuştur; 'Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir. (Enfal 25) Vebanın, yayıldığında zalim, kafir ve mümin tanımaması da Allah Azze ve Celle'nin sünnetidir. Müminlerin üzerine düşen Aklen, tıbben ve şer’en istenilen esbapların hepsine tutunmaktır." şeklinde konuştu.
"İslam dini veba (öldürücü virüs) ortaya çıktığında önemli bazı öğretileri vacip kılmıştır"
"İslam dini veba (öldürücü virüs) ortaya çıktığında önemli bazı öğretileri vacip kılmıştır." diyen Karadaği, sözlerini şöyle sürdürdü:
Karantina, yani vebanın çıktığı beldeden çıkmak ve o beldeye giriş yapmak caiz değildir. Sahih-i Müslim hadis kitabında geçtiği üzere Allah Resulü şöyle buyurmuştur; 'Taun, azaba işarettir. Allah Azze ve Celle, kullarından insanları bununla sınar. Onu bir yerde duysanız oraya girmeyin. Eğer içinde olduğunuz bir yerde onu duyarsanız oradan kaçmayın. Önceki (sabikun) alimler karantinanın hikmetini şöyle ifade etmişlerdir; çıkışın yasak olması, hastalığın yayılmaması içindir. Böylelikle diğerlerinin eziyet çekmesine sebep olma engellenmiş olur. Kişi buna dikkat etmez ise günah işlemiş olur. Çünkü o başkalarına zarar vermiştir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; 'İslam’da zarar ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.' O yüzden bir insanın başkalarına zarar vermeye sebep olması caiz değildir. Din, beden, akıl ve malına ya da herhangi bir şeyde zarar vermek caiz değildir. Bu zarar maddi de olabilir manevi de. Hatta önceki alimler vebanın yayılmasına sebep olanın haram işlediğini vurgulamıştır. İslam dini veba olan bir beldeye girmeyi men eder. Bunun nedeni de kişinin şahsını tehlikeye koymasıdır. Çünkü bedeni, sağlığı, aklı korumak İslam şeriatının en önemli maksatlarındandır. Yine vebayı taşıyan havayı solumamak da önemlidir. Hastalarla beraber olunmamalıdır ki bu salgından etkilenilmesin. Sadece tedavi etmek için hastaya yaklaşılabilir, o da gerekli koruyucu önlemleri almak şartıyla. Çünkü Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; 'Aslan’dan kaçtığın gibi cüzzamlıdan kaç.' Burada, 'Bulaşan bir şey yoktur.' hadisiyle bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü burada kastedilen şudur; önceki hadis, 'Bulaşıcılık (bulaşıcı hastalık) yoktur.' sahih hadisi ile çelişmez. Zira bu hadisten amaç şudur; cahiliye toplumunun düşündüğü/inandığı gibi bir bulaşıcılık yoktur. Çünkü onlar hastalıkların kendi tabiatı, zatı ile bulaşıcı olduğunu söyleyerek bulaşıcılık gibi işleri Allah’ın dışındaki şeylere bağlıyorlardı. Bu Allah’a inanmanın ve şirk koşmamanın ölçüsüdür. Fakat bulaşıcı hastalıklardan kaçmak, Allah Teala’nın kaderiyle/takdiriyle tesir edici, kıldığı sebeplere tutunmaktır. Bu manayı şu hadis destekler; 'Hasta olan kimse sağlam olan kimsenin yanına uğramasın.
"Kişi virüse müptela olduğunda bunu açıklaması vaciptir"
Herhangi bir kimsenin virüse müptela olduğunda bunu açıklamasının vacip olduğunu belirten Karadaği, "Kim veba bulaştığını hissederse ya da vebanın olduğu bir beldeden zaruret gereği çıkarsa sorumlu taraflara bunu bildirmesi gerekir. Eğer bunu gizlerse iki suçu bir anda işlemiştir; birincisi yalan, gizleme ve şaşırtma; ikincisiyse başkalarına zarar vermeye sebep olma ve vebaları yaymaktır. Bu hastalığa yakalanan herkesin günahı onun boynunadır. Allah Resulü şöyle buyurmuştur, 'Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.' Gerçek Müslüman kendi için istediği bir şeyi Müslüman kardeşi için de ister. Kendi için kötü gördüğünü Müslüman kardeşi için de kötü görür. Hasta olup tedavi olmayan kişi de birçok açık delille günahkardır." dedi.
Salgın ve bu tür hastalıklardan korkmanın hükmü
Bir Müslümanın hastalıklardan korkabileceğini ve İslami açıdan bu konuda bir sıkıntı olmadığını belirten Karadaği, "İslam fıtrat dinidir. Korku sahibi olan kişi, Allah’a iman edip onun tek yaratıcı olduğunu kabul ettiği sürece hastalıklardan korkabilir. Bu konuda bir mâni yoktur. Allah her şeye bir sebep koymuştur. Bilakis korku, yerine göre gerekli bir şeydir. Hafız Menavi şöyle demiştir; 'Bedenimiz üzerine hastalıkların bulaşmasından ve cüzzamlıdan korku, caiz olan korkudandır.' Hadiste 'Aslandan kaçtığın gibi cüzzamlıdan kaç.' buyurulmuştur. O yüzden nefisleri, cisimleri, faydalı şeyleri, malları ve ırzları kötülüklerden korumak vaciptir. Korkunun meşru hatta vacip olduğuna bir delil de İbni Mace’nin rivayet ettiği şu hadistir; 'Sakif heyeti içerisinde bir cüzzamlı vardı. Allah Resulü ona birini göndererek 'Geri dön, beyatını kabul ettik.' demiştir. İhtiyatlı ve dikkatli olma emri altında, yiyecek ve içeceklere de işaret vardır. Tedavi, ellerin ve ağzın yıkanmasının vacip olması, yollara, ağaçların altına ve insanları rahatsız edecek yerlere tuvalet ihtiyacının giderilmesinin haram olmasında ihtiyatlı ve önlem almaya işaret vardır. Bu din iç ve dış temizliği dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; 'Giydiklerini temiz tut.' (Müddessir 4) Diğer bir ayette şöyle buyrulur; 'Allah çok tövbe edenleri ve içi dışı temiz olanları sever.' (Bakara 222) İslam’ın abdeste ve gusle vurgu yapmasında da temizliğe verdiği önem görülüyor. Sahihi Müslim’de Ebu Zer’den bir hadis rivayet edilir. Ebu Zer, Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu rivayet ediyor, 'Bana ümmetin işlediği güzel ve kötü işler sunuldu. Ümmetimin işlediği güzel işler arasında yoldan eza veren şeyin kaldırılmasını gördüm. Kötü işler arasındaysa mescide atılan Tükürüğün/balgamın kaldırılmamasını gördüm.” ifadelerini kullandı.
Hastalıklar nedeniyle terk edilmesi caiz olan durumlar
"Şüphe yoktur ki İslam şeriatının en önemli maksatlarından biri de dinin korunmasıdır. Hakeza nefsi ve diğer hususları korumak da İslam şeriatının önemli maksatlarındandır." diyen Karadaği, "Asıl olan dinin ve nefsin beraber korunması ve aralarında bir çakışmanın olmamasıdır. Bilakis aralarında bir insicamın olması gerek. Üzerimize düşen, dinimizin vaciplerini yerine getirmektir. Bununla beraber beden ve aklımızın korunması için gereken kurallara da uymamız gerek. Fakat bazen bu ikisini bir arada tutmakta sorun yaşanabiliyor. İşte burada Allah Azze ve Celle'nin kullarına yönelik lütfu ve zayıf oldukları için yardımı devreye giriyor. Allah Azze ve Celle, bu tür durumlarda kullarına bazı ibadetlerin yapılmamasında müsamaha gösteriyor. Ya da bazı farz ve vaciplerde müsamaha gösteriyor. Buna örnek olarak, zorlandığı zaman kişiye küfre giden sözü nutuk etmede ruhsatın verilmesidir. Birisi başka biri tarafından dini inkâr etmeye (küfür) zorlanıyorsa ve eğer bunu yapmazsa öldürüleceği ya da canına ciddi bir zarar verilmekle tehdit ediliyorsa bunu yapmasında ruhsat vardır (tokat atmak gibi basit şeylerle tehdit edilme durumu müstesna). Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor, 'Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâra saparsa -kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere- kim kalbini inkâra açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır. (Nahl 106) Bu ayetten, diğer ayetlerden ve nebevi sünnetten anlaşıldığı ve elde edildiği üzere, korku bazı farzlar ve vaciplerin terk edilmesi için makbul bir özürdür." şeklinde konuştu.
Cemaatle namaz kılmayı ve cuma namazını kılmayı terk etmek
Karadaği, hastalıklar nedeniyle terk edilmesi caiz olan durumlar konusunda ise sözlerine şöyle devam etti:
"Bizim konumuzla alakalı durumlarsa şunlardır; namaz kılanlar arasında vebanın yayılması korkusuyla cemaatle namaz kılmayı ve cuma namazını kılmayı terk etmek. İslam âlimleri cemaatle namaz kılmayı ve cuma namazını kılmayı terk etmek için korkunun geçerli bir özür olduğunu bildirmişlerdir. Bu korku da 3 çeşittir. Kişi, canının helake sürüklemesinden ya da bedeninin bir kısmını telef etmekten, ona bir saldırının olmasından, kaçırılmaktan veyahut esir edilmekten, bir yırtıcının saldırısına uğramaktan korkabilir. Bu durumlarda kişi camiye gitmeyi terk edebilir. Bunu yapması caizdir. Kişi cuma namazına ya da cemaat namazına giderse malının zayi olacağı korkusunu taşıyorsa durum yine aynıdır. Fakihler, eğer bineğin yırtıcılar tarafından parçalanmasından korkuluyorsa ya da bu korkuya benzer başka bir şey yaşanıyorsa cuma namazına gitmeyi terk etmeyi caiz görmüşlerdir. Kişinin ehli ve evlatları hakkında korkması da bu kategoriye giriyor. Örneğin evde bir çocuk varsa ve ona bakacak biri yoksa hatta bir zarara uğrayacağından korkuluyorsa veyahut eve ambulans çağrılmazsa ve kelime-i şehadeti telkin etmeden ölmesinden korktuğu biri varsa ya da buna benzer bir durum varsa cuma namazı terk edilebilir. Muteber şer’i delillerin bize öğrettiğine göre cumanın farz olmasının şartı, kişinin canı, malı ve ailesi için bir zarar olmadığı sürecedir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; 'Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi.' (Hac 78) Başka bir ayette yine şöyle buyurmuştur; 'Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. (Bakara 185) İbni Kudame şöyle demiştir; 'Allah Resulü'nün şu beyanından dolayı korkan kişinin cuma namazı ve cemaat namazı kılmama özrü vardır: 'Münadiyi işitip ona tabi olmada bir özrü olmayan kişi.' O'na 'Özür nedir?' diye soruldu. O da şöyle buyurdu; 'Korku üç çeşittir; can hakkında korku, mal hakkında korku, aile hakkında korku.' Geçen bölümlerde anlattıklarımızdan da anlaşıldığı üzere vebanın (Corona virüs/Covid 19) yayılmaması için cuma namazı ve cemaat namazlarını terk etmek caizdir. Çünkü bu korkutucu bir şeydir. Tabi burada çok önemli bir şart var; o da bu korkunun gerçek bir şey olması gerektiğidir. Bir vehimden ibaret olmamalı. Zannın ağır bastığı bir durumda vacipleri terk etmek caiz değildir. Zan ortadan kalkmışsa, Ulu-l Emr (yetkili kişi) ve bu alanlarda ihtisası olan kişiler bunu istemişse işte o zaman bu caiz olur. Fakat veba yayılma durumu yoksa ve Ulu-l Emr'in bu konuda yayınladığı bir emir yoksa camileri kapatmak bana göre caiz değildir. Burada ölçü hükümet tarafından yâda sağlık kaynakları tarafından üniversiteler ve okulların kapatılmasıyla alakalı bir açıklamanın yapılmasıdır. İşte o zaman içerisinde vebanın yayılmasından korkulan şehir ve bölgelerde mescitlerin kapatılması caiz olur. Ama üniversitelerin ve okulların kapatılmadığı diğer bölgelerde mescit ve camilerin açık tutulması vaciptir.'
Vebadan dolayı haccın ve umrenin men edilmesi
Tarihte hiçbir zaman hac farizasının tamamıyla taun (veba) sebebiyle iptal edilmediğini, sadece Karmatiler döneminde birkaç yıl boyunca haccın engellendiğini belirten Karadaği, "Onlar bunu zalimce yönetimleri gereği yapmıştır. Bazen bazı ülkelerde meydana gelen vebalar nedeniyle hac yolculuğu yasaklanmıştır. Tarihçi İbn-i Kesir 'el-Bidâye ve'n-Nihâye' adlı eserinde hicri 357 yılında Mekke’de yayılan 'el-Maşiri' vebasını anlatır. Bu vebanın yaşandığı zaman birçok insan, yaşamını yitirdi. Hacıların develeri yolda susuzluktan ölmüş, hacıların çoğu da Mekke’ye varamadan yolda vefat etmiştir. Hatta hac farizasını yerine getiren bazı hacılar da sonradan bu hastalıktan dolayı vefat etmiştir. 2009 yılında yaşanan (H1 N1) domuz gribinde haccın men edilmesiyle alakalı bazı fetvalar ortaya çıktı. Fakat Suudi Krallığı bu konuyu fıkhi ve tıbbi olarak işlemiş ve tehlikenin kesinleşmemiş ve gerçek boyutlara ulaşmadığından bunu men etmemiştir. Ancak fenni ve bilimsel icraatları sıklaştırarak yaşlıların, hastaların ve buna benzer durumda olanların gelmemesini talep etmiştir. Nitekim bu sene Corona virüsten korunma önlemleri kapsamında umrenin yasaklandığı açıklamasında bulunmuştur." dedi.
Fransız istihbaratı tarafından Hicri 1316 yılında hacca gidilmesinin men edilmesi
Fransız istihbaratı tarafından Hicri 1316 yılında hacca gidilmesinin men edilmesi konusuna da değinen Karadaği, "Hac dönemi işgalci sömürgeciler için tehlike arz eden zamanlardı. Çünkü hacıların geneli alimler, mütefekkirler ve İslam birliğinin davetçileriyle buluşuyorlardı. Bundan dolayı Fransa istihbaratı, kendi sömürgeleri altında bulunan Müslümanları kolera salgını bahanesiyle hacca gitmekten men etmeye çalışmıştır. Seyyid Muhammed Reşid Rıda, Mısır hükümetinin bu dönemdeki tavrını şöyle anlatmıştır; 'Mısır Bakanlar Kurulu özel bir şekilde toplanmıştı. Toplantının konusuysa İnsani Sağlık Kurulu'nun Hicaz'dan Mısır’a veba yayılmasın diye hacca gidilmesinin kesinlikle yasaklanmasıyla alakalı talebiydi. Hacdan men etme, dini anlamda esas bir rüknün men edilmesi olduğundan, alimlerin fetvası olmadan bakanların böyle bir karar vermesi zorlaşmıştı. Bundan dolayı Bakanlar Kurulu Başkanı Utufe, Mısır kadısı, Ezher şeyhi ve arkadaşlarını, Mısır diyarının müftüsünü, Hakkaniye Müftüsü Şeyh Abdurrahman Ennevaviyi, eski İlim Kurulu Başkanı Şeyh Abdülkadir Arrafii’nin bu toplantıya katılmasını talep etti. Bunlar, bakanlarla müzakerede bulundular. Bu ulema, Kurul'dan ayrıldıktan sonra tekrar toplanıp şu metni yazıp Bakanlar Kurulu'na gönderme kararı aldılar; "Hamd yalnızca alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. İmamlardan (mezhep) hiçbiri haccın eda edilmesinin vacip olması için belirtilen şartlar arasında Hicaz topraklarında hastalığın olmamasını zikretmemişlerdir. O yüzden vebanın orada bulunması hac etmeye gücü yeten insan üzerine bu ibadeti eda etme vacipliğine engel değildir.' Gücü yettiği sürece hacca gitmek isteyen kişiyi bu hastalıktan dolayı men etmemiz caiz değildir. Ama hadiste olduğu üzere vebalı topraklara gitmenin men edilmesi, bu men etmeden daha güçlü muarız bir durum olmadığı sürecedir. Eda edilmesi gereken bir fariza buna bir örnektir. Alimlerimizin sözlerinden de istifade edildiği üzere bu böyledir. Hicri 1316 yılı Zilkade ayının 2’nci gününde yazılmıştır.' Fakat tercihe en şayan olan, vebanın kesin olarak yayıldığı görülse ya da sağlık alanında ihtisas sahibi olanların yayınladığı kesin verilerle bu vebanın sayı çokluğu nedeniyle bazı hacılara bulaştığı açıklansa umrenin ya da haccın men edilmesi caizdir. Tabi zarar def olana dek geçici süreliğine bu karar alınır. Fakihler yolculuk korkusu olduğunda haccın terk edilmesinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Hacca güç yetirmek ancak ve ancak güven ve güvenlikle gerçekleşebilir. Bundan dolayı veba hastalıkları, hac ve umreyi terk etmek için mubah özürlerdendir. Tabi bu korkunun geçerli bir özür olması için hastalığın varlığına dair zannın baskın olması gerek. Ya da bunun hac ve umre nedeniyle yayılacağı kesin bir ihtimal olmalı. Bu ihtimali belirleyecek olanlarsa sağlıkta ihtisas sahibi olanlar ve doktorlardır. Men kararı ile alakalı açıklamayı Suudi Arabistan yayınlıyor. Hac ve umre için girişlerin açık olduğu durumlardaysa takdir vebanın çıktığı ülkeye düşüyor. Böyle bir durumda veba çıkan ülke sağlıkçılarının açıklamalarına binaen hacılarını ve umrecilerini gitmekten men ederek bu vebanın diğer hacı ve umrecilere yayılmasını engellemelidir." şeklinde konuştu.
Okunması gereken dualar
Karadaği, hastalık durumunda okunması gereken dualar konusunda ise şu bilgileri verdi:
"Gerekli tıbbi tedaviyle birlikte Müslümanların veba ve hastalıkların yayıldığı dönemlerde bolca aşağıdaki şu dua ve zikirleri yapması sevaptır;
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
De ki: 'Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.'
بِسْمِ اللهِ الذِي لاَ يَضُرُّ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Allah’ın yüce ismine sığınana yerde ve gökte hiçbir şeye zarar veremez. O her şeyi işitir ve her şeyi bilir. (3 defa yada daha fazla) hadiste geçtiği üzere yukarıdaki duayı her kim 3 defa söylerse sabahlayana kadar aniden bir bela başına gelmez. Kim ki bu duayı sabahleyin 3 defa okursa geceleyene kadar aniden başına bir bela gelmez.
أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ
'Yarattıklarının şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım.' Sahih hadiste belirtildiği üzere bu duayı söylersen 'Sana zarar gelmez.' yani yaratılmışların zararı sana bulaşmaz.
Sabah ve akşam üç defa İhlas suresi, muavvizeteyn okumak. Bunun hakkında sabit hadisler varid olmuştur.
اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ، اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي دِينِي وَدُنْيَايَ وَأَهْلِي وَمَالِي، اللَّهُمَّ استُرْ عَوْرَاتي، وآمِنْ رَوْعَاتي، اللَّهمَّ احْفَظْنِي مِنْ بَينِ يَدَيَّ، ومِنْ خَلْفي، وَعن يَميني، وعن شِمالي، ومِن فَوْقِي، وأعُوذُ بِعَظَمَتِكَ أنْ أُغْتَالَ مِنْ تَحْتِي
Allahım dünya ve ahirette senden afiyet istiyorum. Allah'ım dinim dünyam, ailem ve malım için senden af ve afiyet istiyorum. Allah'ım, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden ve altımdan gelebilecek afetlerden (zelzele gibi), felaketlerden azametine sığınırım.
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
'Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum.' (Enbiyâ 21/87)
Hadisi şerifte geçtiği üzere, 'Bir Müslüman bununla bir şeyde duada bulunsa o duayı yapana ancak ve ancak icabet edilir.'
اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ زَوَالِ نِعْمَتِكَ، وَتَحَوُّلِ عَافِيَتِكَ، وَفُجَاءَةِ نِقْمَتِكَ، وَجَمِيعِ سَخَطِكَ
Allah'ım! Nimetinin yok olmasından, verdiğin afiyetin (nimet ve sağlığın) bozulmasından, ansızın cezalandırmandan ve öfkene sebep olan her şeyden sana sığınırım.
اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ، وَالْجُنُونِ، وَالْجُذَامِ، وَمِنْ سَيِّئِ الأَسْقَامِ
'Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım."
Bolca Kuran’ı Kerim okumak, Suphanallah demek, salavatı şerifler okumakta bu zikir ve dualar arasındadır." (İLKHA)