Libya'da Hafter'e dış destek sürdükçe kaos bitmeyecek
Halife Hafter, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın verdiği destekle askeri sevkiyatlarına hız veriyor ve Trablus ile Misrata çevresinde güç yığınağı yapıyor.
İstanbul / AA / Nebahat Tanrıverdi Yaşar / Analiz
Libya'da kalıcı ateşkesin sağlanması amacıyla Cenevre’de 5+5 askeri komisyonunun toplanması için BM’nin girişimleri devam ederken diğer yandan kırılgan ateşkesin gölgesinde Halife Hafter, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın verdiği destekle askeri sevkiyatlarına hız veriyor ve Trablus ile Misrata çevresinde güç yığınağı yapıyor. Hafter, 2014’ten itibaren müzakere masasını ülkenin kontrolünü ele geçirmeyi hedefleyen savaşın bir uzantısı olarak görüyor. Fakat bugüne kadar kurulan müzakere masalarında amaçlarına ulaşamadığı için her defasında yeni operasyon dalgası ile müzakere masasını devirmişti. Berlin Konferansı’nın düzenlendiği gün hem Trablus’a yönelik askeri saldırılar düzenleyen hem de petrol tesislerinde üretiminin durdurulmasını sağlayan Hafter, savaşın kendisi için hâlâ başlıca seçenek olduğu mesajını veriyordu. Nitekim bu durum da ateşkesin ve devam eden siyasi çözüm girişimlerinin kırılganlığını gösteriyor.
Darbeci Hafter'in en önemli dış destekçisi BAE'nin, hem bölgesel siyasetini hem de Libya politikasını revize etmesini gerektirecek bir uluslararası baskının varlığından bahsetmek mümkün görünmüyor.
Silah ambargosu meselesi
Berlin Konferansı’nda ortaya çıkan Libya barış planı, ülkede devam eden iç savaşın dış destek sona ermeden engellenemeyeceğini deklare etmesi açısından kritik önemdeydi, fakat uzun süredir pek çok aktör tarafından ihlal edilen silah ambargosunun etkili bir şekilde uygulanmasına yönelik bir mekanizma da ortaya koymadı. Metinde ihlal durumunda BMGK kınama kararları alınabileceği ifade ediliyor ancak bugüne kadar bu kararı ihlal eden taraflara yönelik alınmış bir kınama kararının bulunmuyor oluşu, önerilen bu mekanizmanın işlevselliğini de tartışmaya açıyor. Bu duruma ek olarak konferansta kabul edilen sonuç metni henüz BMGK’da onaylanıp, bağlayıcı bir karara da dönüştürülmedi. Tüm bunlardan ötürü de anlaşmanın en zayıf noktasını, ambargo meselesi oluşturuyor; zira halihazırda silah ambargosunu delen taraflar ya BMGK üyesi ya da BMGK üyesi ülkelerin yakın müttefikleri. Bu konuda BM başta olmak üzere uluslararası kurumların alabileceği önlemler sadece kınama ve yaptırımlar gibi uygulamalarla sınırlıyken, bu yönde karar alınabileceği de şüpheli. Sonuç itibarıyla Berlin’de ortaya konulan şimdilik sadece “centilmenlik anlaşması” niteliğinde. Bu nedenle de bugüne kadar Libya’daki ihlallere ya da savaş suçlarına yönelik herhangi bir kınama kararı çıkmadı. Öte yandan konu sadece silah ambargosu ile sınırlandırılmış durumda; ama öte yandan BAE’nin Libya’da 2016’dan beri kullandığı el-Kadim Hava Üssü bulunuyor. Ayrıca Mısır da kendi topraklarında bulunan üslerden hava operasyonları düzenliyor.
Berlin Konferansı'nın düzenlendiği gün hem Trablus’a yönelik saldırılar düzenleyen hem de petrol tesislerinde üretiminin durdurulmasına neden olan Hafter, Libya'da siyasi çözüm arayışlarının önündeki başlıca engel.
Öte yandan hava ve deniz yoluyla üye ülkelerin ambargoyu denetlemesi, silah akışının karadan devam edeceği rotanın ağırlık kazanmasına neden olacağı için bu rotayı kontrol edecek olan komşu ülkeler ile bu ülkelerde etkili olan diğer aktörlerin elini güçlendirecek nitelikte bir uygulama olacak. Mısır, BAE ve Fransa üçlüsü, Libya’nın doğusu ve güneyi üzerinden sağlanan rotanın kontrolünü elinde tutuyor. Aralık 2019’dan itibaren ise bu rotaya ek olarak, BAE’den ve Rusya’dan Bingazi’ye doğru bir de hava ikmal hattı yoğunluk kazandı. Çeşitli kaynaklar, BAE’nin son iki haftada Hafter’e bağlı güçlere 3 bin ton askeri ekipman teslimi yapıldığını iddia ediyor. Abu Dabi emirliğinin veliaht prensi ve BAE Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutan yardımcısı Muhammed bin Zayid’e ait Makassimos Air Cargo Şirketi’ne kayıtlı Antonov 124’le gerçekleştirilen bu ikmallerin hem askeri ekipman hem de yabancı savaşçıları kapsadığı düşünülüyor. Böylece Giryan yenilgisinin ardından Libya’daki bazı doğu aşiretlerinin savaşçılarını geri çekmesi sonucu, cephede özel güvenlik şirketi Wagner aracılığı ile alan kazanan Rusya’nın da stratejik ağırlığı büyük oranda azaltılmış oldu.
BAE’nin Libya savaşı
Mayıs 2019’da, Libya'da önceliklerinin aşırılıkçılarla ve terörle mücadele ile uzun süren krizde istikrarı destekleme olduğunu söyleyen BAE Dışişleri Bakanı Enver Gargaş, bu sözleriyle BAE’nin Libya krizine ve Arap Baharı sonrası bölgedeki dönüşüm süreçlerine bakışını özetlemişti. 2010-2011 Arap ayaklanmalarının ardından, müttefiki Suudi Arabistan ile birlikte BAE, dış politikasına askeri güç unsurlarını da ekleyerek bölgenin jeopolitiğinin şekillenmesinde belirgin bir rol oynamaya başladı. Kuzey Afrika başta olmak üzere Orta Doğu bölgesinde ortaya çıkan dönüşüm süreçlerinin Körfez monarşilerine yönelik bir rejim tehdidi teşkil ettiği algısıyla, bölgede otoriter bir canlanma dalgasını besleyen oldukça aktif bir politikayla ön plana çıkan bu ikiliden BAE’nin bölgesel denklemdeki rolü de büyük bir değişime uğradı. 2011’e kadar bölgesel bir finans ve uluslararası iş merkezi olmayı önceleyen BAE, Arap Baharı ile ortaya çıkan bölgesel dinamiklerin etkisiyle Orta Doğu’da etkisi ve görünürlüğü artan askeri bir güç haline geldi. Bugün BAE, bir yandan hızlı bir şekilde bölgesel bir askeri güç haline gelirken diğer yandan bölgedeki rejimlerin en önemli finansal sponsorlarından biri haline geldi. Kızıldeniz’de sahip olduğu stratejik liman işletmeleri (Mısır, Somali, Yemen ve Suudi Arabistan), Libya, Yemen, Eritre ve Somaliland’de sahip olduğu askeri üsleri ile BAE, yayılmacı ve hırslı dış politikası ile hem ekonomik hem de askeri düzeyde belirleyici bir bölgesel güç olmayı hedefleyen aktör haline geldi.
2013’te gerçekleşen darbeyle Abdülfettah Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından, Suudi Arabistan-BAE bölgesel ittifak bloğuna Mısır’ın da dahil edilmesiyle birlikte, BAE dış politika amaçlarını Libya’ya doğru genişletti ve Libya siyasetindeki iktidar rekabetinin seyrinin değişmesinde önemli bir rol üstlendi. Karşılıklı çıkarlara dayanan BAE ve Hafter arasındaki ilişki, Hafter’in Libya’daki siyasal İslamcı gruplarla, özellikle de Müslüman Kardeşlerle mücadelesinin BAE’nin bölgedeki siyasi gündemi ile uyuşmasına dayanmaktadır. BAE’de 2012’den itibaren “rejimi yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla” Müslüman Kardeşler Hareketinin BAE uzantısı Islah hareketine yönelik çok sayıda tutuklama ve yargılama gerçekleşmişti. 2014 yılında ise ülke, Suudi Arabistan ile birlikte Müslüman Kardeşleri “terör örgütü” olarak tanıdıklarını ilan etmiş ve böylece hareketi hem ulusal hem de uluslararası bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlayarak geniş cepheli bir savaş başlamıştı.
BAE’nin Libya savaşı, 2014 Ağustos’ta Trablus’ta başkentin kontrolünü ele geçirmek için o dönem ülkede bulunan iki meclise bağlı güçlerin savaşına hava operasyonuyla dahil olması ile başladı. Haziran 2014 seçimlerinin ardından Libya’da biri Milli Genel Kongre, diğeri Temsilciler Meclisi (2014 seçimleri ile oluşan) olmak üzere iki hükümetli siyasi bir yapı ortaya çıkmıştı. Ağustos 2014’e gelindiğinde ise Trablus şehri, bu iki hükümete bağlı aşiret ve milis güçlerin başkent Trablus’un kontrolünü ele geçirmeye yönelik mücadelesine sahne olmaktaydı.
BAE ise Libya’da gerçekleştirdiği bu ilk hava saldırısı ile Trablus merkeze doğru ilerleyen ve Milli Genel Kongre safında yer alan Misrata güçlerinin ilerleyişini durdurmayı amaçlıyordu, fakat başarılı olamadı ve Temsilciler Meclisi Trablus’tan çekilmek ve Hafter’in güvenliğini sağladığı Tobruk’a yerleşmek zorunda kaldı. Böylece Hafter, Temsilciler Meclisi ve BAE ittifakının temelleri atılmış oldu. Bu tarihten sonra da BAE, Tobruk Temsilciler Meclisi’ne ve Halife Hafter’e destek vermeye devam etti. Halife Hafter tarafından başlatılan Derne ve Bingazi operasyonlarında Halife Hafter’in elde ettiği başarıda BAE’nin sağladığı hava desteğinin rolü büyüktü. 2016 yılından itibaren BAE, Libya toprakları içinde el-Kadim askeri üssünden Hafter’e bağlı güçlere hava desteği vermeye devam ediyor. Kasım 2019’da ise bu hava üssüne Hawk Hava Savunma Sistemlerini kurduğu tespit edilmişti. Ayrıca yine bu hava üslerinden Mirage 2000 savaş uçaklarını Trablus taarruzunda da aktif olarak kullandığı teyit edilmişti. Başkent Trablus’a yakın Tacura bölgesinde yer alan mülteci kampının hava saldırısı ile vurulmasının ardından BM tarafından oluşturulan araştırma komisyonu raporunda, saldırının yabancı bir devlete ait Mirage 2000-9 tarafından gerçekleştirildiği ifadesi yer almıştı.
BM her ne kadar BAE’nin Libya’daki ihlallerini kayıt altına almak istemese de son yayınlanan raporlarda bu duruma değinmek zorunda kalındı. Uzun bir süredir BAE’nin Libya’daki faaliyetlerini uzun bir süredir görmezden gelen BM, Kasım 2019’da yayınladığı 85 sayfalık bu raporunda BAE’nin Libya’daki varlığına açık bir şekilde değinmiştir. Fakat buna rağmen BMGK nezdinde henüz ciddi bir politika değişikliğinin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Bu şartlar altında BAE’nin hem bölgesel siyasetini hem de Libya siyasetini revize etmesini gerektirecek bir uluslararası baskının varlığından bahsetmek mümkün görünmüyor.
BAE’nin Libya savaşını, kesin bir zafer ile noktalamak istediği oldukça açık. Bu amaç da BAE için ancak Trablus’taki alternatif güç unsurlarını tasfiye ederek ve ülkede Hafter liderliğinde askeri yapısı öne çıkan otoriter bir rejim inşa etmesiyle tam anlamıyla gerçekleşmiş olacaktır. Bu politikanın engellenmediği ya da dengelenmediği her senaryo, güç seçeneğinin siyasi çözüme baskın çıkması demek olacaktır.
***Kaynak: Bu analiz “AA”dan alıntıdır. Tüm “alıntı analizler” gibi yazıdaki ifadeler ve görüşler sahibine aittir.