İSLAM'A GELSİNLER DİYE..
İLİM İRFAN
Allah-u Teâla HADİ'dir, hidayet vericidir; layık olan kullarını hak yola iletir. Şefkat ve rahmetinden dolayı Peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş ve her çağ her beldede insanlara iyiyi, doğruyu, faydalıyı, güzeli bildirmiştir.
O'nun, kullarına gönderdiği deliller, peygamberleriyle izhar ettiği mucizeler, zamanına ve mekanına göre muhteliftir; muhatap olan ümmetlerin bilgi ve idrak seviyelerine münasip tarzda zuhura gelmiştir; ta ki halklar hakikatleri açıkça görsün, anlatılanı kolaylıkla kavrasın, imanları sağlam olsun ve kimsenin kıyamet günü bahane bulmaya ve itiraz etmeye hakkı ve mecali olmasın.
Mesela: Hz. Musa (a.s.) zamanında kâhinlik ve sihir çok gelişmiş olduğundan Allah-u Teâla onu, sihir oyunlarını bozacak, sihirbazları mağlup edecek mucizelerle te'yid buyurdu; hatta Ona herkesten önce sihirbazlar iman getirdiler.
Hz. İsa (a.s.) zamanında tıp revaçta idi. Cenab-ı Hak ona, tabiplerin tedavisinde aciz kaldıkları cüzzam ve baraş illetlerini iyileştirme hatta, ölüleri diriltme mucizesi verdi.
Efendimiz Hz. Muhammed -Ona sonsuz salat ve selam olsun- zamanında Araplar arasında fesahat ve belagat rağbette idi; Rabbimiz Onu herkesten daha fasih kıldı, Ona cevamı-ül-kelim verdi, özlü ve hikmetli söz söyleme kabiliyeti bahşetti, Kur'an-ı hâkimi vahyetti; o Kur'an ki her asırda herkes ona hayran, şairler ve edipler mislini söylemekten aciz, zamanla her kitap, her doktrin eskiyor, fakat o dipdiri ayakta...
Yüce Allah bugün de aynı ilahi kanun ile kullarına lütfediyor; zamane insanının yanında en değerli ve en geçerli olan yönden ışık tutarak, ipuçları vererek yol gösteriyor. Şöyle ki:
Maddi ilimlerin fevkalade geliştiği çoğaldığı, teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir çağda: Atom, füze ve uzay çağında yaşıyoruz. Asırlar süren üstünlükten sonra Batı'ya yenilmiş, aşağılık kompleksi ile kültürümüzden kopmuş, genellikle inancımızı yitirmişiz. Dinimizi çağ dışı buluyor, orasını burasını kırpıştırmaya, reforme etmeye, asra uydurmaya (!) çalışıyoruz. Buna karşılık Batı'ya körü körüne hayranız, iyi-kötü ne yaparlarsa beğeniyor, şuursuzca taklit ediyor, ne söylerlerse hikmet sayıyoruz.
Bu şaşkınlık Tanzimat'la başlamıştı. Hatta şair Tevfik Fikret, Batı hayranlığıyla, daha sonra işi papaz olmaya kadar götüren oğlu Haluk'a, yeni bir "amentü" bile tanzim etmişti. Yağlı ve kârlı bir model olduğundan, onun propagandası da yeni nesiller üzerinde günümüze kadar sürdürülmüş durmuştur.
İşte bizim cemiyetimiz, hatta genellikle çağımızın insanı, İslam karşısında bu halde ve bu yolda iken birden Batılı münevverlerin, araştırmacı ve mütefekkirlerin Müslüman olmaya başladıklarını hayret ve şaşkınlıkla duyar ve görür oluyoruz. Her yeni gün, yeni ve muhteşem bir ihtida haberi ile moralimiz yükseliyor. Acaba güneş Batı’dan mı doğmaya başladı?!..
Amerikalı meşhur matematik alimi Prof. Dr. Matrix Abdullah, Fransız ilimler Akademisi üyesi Tıp alimi Prof. Dr. Maurice Bucaile. Deniz ilimleri araştırıcısı Kaptan Custeaa "Çağımızın filozofu" diye tanınan dünya çapında tanınmış büyük sosyalist mütefekkir Roger Garaudy ve daha nice meşhur şahsiyet işte çemberi kırabilenler. Zorba rejimler, sinsi entrikalar, hain rakipler olmasa daha nicelerini göreceğiz!
Ey Batı’nın maddi üstünlüğü ve teknolojik gelişmesi karşısında gözleri kamaşıp gerçekleri görmeyenler!
Ey elindeki imanın kadrini bilmeyenler!
Ey İslam ülkelerinin, biraz okuyunca inancından kopan vefasız yarı-aydınları!
Ey insanlığın dertlerine İslam'dan, Kur'an dan başka devalar, çareler arayan ve yarım yamalak beşeri ideoloji ve doktrinlerden medet umanlar! Allahu Teâla size, sizin anlayacağınız tarzda yol gösteriyor, artık gerçeği görsünler de koşarak İSLAM'A GELSİNLER DİYE...
FIKIH KÖŞESİ
SORU: "Uzun Müddet Diyalize Bağlı Kalıyoruz, Cem Yapabilir Miyiz?"
CEVAP: Kesin olarak kazaya kalma ihtimali bulunan bir namazın, cem'i takdim veya te'hir olarak kılınması daha evladır. Fakat takdim daha iyidir. Çünkü söz konusu mazeretin uzayıp bir sonraki namaz vaktine kadar devam etme tehlikesi doğabilir.
Diyaliz hastalarının durumu da aynıdır. Uzun süre makineye bağlı kalarak namazlarının kazaya kalma riski varsa cem'i takdim ederek kılmaları kendileri için daha hayırlıdır.
SORU: Cumadan Sonra Öğle Namazı Kılınmalı Mıdır?
CEVAP: Cuma namazı, Allah'ın bu ümmete bahşettiği en önemli ibadetlerden biridir. Zira hem ibâdi hem siyasi hem de içtimai anlamda Müslümanlar için büyük önem taşıyan ve ancak hakkıyla eda edildiği takdirde şükrü yerine getirilebilen bu namaz, hac gibi tarih boyunca Müslümanlar arasına ülfet ve birliktelik katmış, izzet ve şeref göstergesi olmuştur. Tabi diğer fıkhî meseleler gibi Cuma namazı da mezhep imamlarının, hakkında ihtilaf ettiği ibadetlerden biri olmuştur. Söz konusu bu ihtilaf da namazın hükmüyle ilgili değil sonrasında kılınan öğle namazıyla ilgilidir.
Şafi, Maliki ve Ahmed Bin Hanbel'e ait olan bir görüşe göre ihtiyaç hali dışında bir beldede Cuma için birden fazla camide namaz kılınması caiz değildir. Hanefi mezhebi ve İmam Ahmed'in bir diğer görüşüne göre ise birden fazla camide Cuma namazı kılınabilir. Aynı şekilde Hanefi imamlarından İmam Kâsânî de bu konuda kendi mezhebinden farklı düşünmektedir. Bu iki farklı görüşe binaen aynı beldede sadece bir mescitte Cuma namazı kılmak cumanın sahih olma şartlarından olduğu için bunun aksine kılınan namaz Şafii mezhebine göre geçersiz sayılır. Bu bakımdan ihtiyaten ayrıca öğle namazını dört rekât olarak kılmak gerekir. Çünkü Cuma namazı geçersiz olanlar veya çeşitli sebeplerden dolayı kılamayanlar o gün öğle namazı kılarlar.
Mezhep imamlarının, hakkında görüş belirttiği Cumanın sıhhat meselesine binaen şu tercihi yapmakta fayda vardır; malum olduğu üzere özellikle Türkiye'de bulunan Şafiiler bu konuda çok tavizsiz bir çizgi izlemiş bulunuyor ve cumanın hemen ardından cemaatle ayrıca bir de öğle namazını kılıyorlar. Ve neticesinde her gün bizlere farz kılınan beş vakit namaz bu vesileyle altıya çıkarılıyor. Hâlbuki Peygamber Efendimiz ve çok sonrasına kadar da hiçbir şekilde bir günde altı ayrı farz namaz kılınmadı. Bu konuda İslam âlimlerinin ittifakı vardır.
Aynı beldede sadece tek mescitte Cuma namazının kılınması şartı, her ne kadar eski mezhep imamları tarafından savunulsa da aynı görüş söz konusu mezheplerin sonradan gelen imamları tarafından kabul görmemiştir. Zira bu şartı koşan âlimlerin kendi dönemlerinde bulunan mevcut yerleşim yerleri, günümüzdeki gibi kalabalık ve dağınık değil, hilafet merkezinin getirdiği toplayıcılık ve bütünlük sebebiyle daha düzenli ve intizamlıydı. Bu vesileyle Cuma namazı açık alanda dahi olsa Halife veya vali tarafından sadece bir yerde kılınabiliyordu. Şimdi halifenin olmayışı ile şehirlerin büyüklüğü başta olmak üzere aynı yerde Cumayı kılmanın imkânsızlığına dair sayısızca gerekçe bulunabilir. Öyleyse gücümüz imkânında olmayan bir şeyden dolayı Cuma namazımız niçin geçersiz olsun ki sonrasında bunu öğle namazıyla telafi edelim!
Bununla birlikte Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) ve sonraki neslin Cuma namazını tek bir yerde kılması bu durumun vacip olduğu anlamına gelmez. İbn Rüşd'ün de dediği gibi “eğer cumanın tek bir yerde kılınması sahih olma şartı olsaydı Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) buna sessiz kalmaz, muhakkak değinirdi."
Asri alimlerden merhum Vehbe Zuhaylî “Ben Şafi mezhebine bağlıyım. Fakat cumadan sonra öğle namazını kılmıyorum." der. Aynı şekilde resmi olarak Şafii mezhebine intisap eden birçok İslam ülkesi cumadan sonra öğle namazını kılmaz.
KELİMELER-KAVRAMLAR
KADER:
Allahü Teâla’nın ilm-i ezelisi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile, ilerde olacak hadiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdir etmesi; alın yazısı. (Bkz. Kaza ve Kader)
Kader, Allahü Teâlâ’nın bir sırrıdır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Kader, tedbir ile sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Kader değişmez. Kaza kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza her gün çok değişip sonunda kadere uygun olunca yaratılır. (Ebüssü'ûd Efendi)
Kadere Rızâ:
İnsanın, Allahü Teâlâ’nın kendisi hakkında takdir ettiği şeylere rıza göstermesi, hoşnut olması başına gelen bela ve musibetlere sabredip, boyun eğmesi.
Kendinize, evlâdınıza kötü dua etmeyiniz. Allah'ın kaderine rıza gösteriniz. Nimetlerini arttırması için dua ediniz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İslam dini ve bütün semâvî (ilâhî) dinler her işin Allahü Teâlâ’nın takdiri ve iradesi (dilemesi) ile olduğunu bildirdi. Fakat insan bir işin ezelde (başlangıçsız öncelerde) nasıl takdir edildiğini bilmediği için, Allahü Teâlâ’nın emrine uyarak çalışması ve kadere rıza göstermesi lazımdır. Kaza ve kadere inanmak, kadere rıza göstermek insanın çalışmasına mâni olmaz, bilakis çalışmasını kamçılar. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
İnsan, başına gelen belâ ve musibetlere sabretmeli, kadere rıza göstermelidir. Allahü Teâlâ’nın dostlarına dünya sıkıntılarının ve belâların gelmesi bunların günahlarının af olmasına sebep olur. Sözün doğrusu şudur ki, sevgiliden gelen her şeyi gülerek sevinerek karşılamak lâzımdır. O'ndan gelenlerin hepsi tatlı gelmelidir. Sevgilinin sert davranması, ikram, ihsan ve yükselmek gibi olmalıdır. Böyle olmazsa, sevgisi tam olmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Dünyada huzur ve rahat; kadere rıza göstermektedir. (M. Sıddîk bin Saîd)
RÜYADA BİLDİRİLEN BEŞ SIR
Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüya görür. Rüyasında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabul etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.
Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, "Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez" diye düşünür.
Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.
Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşahede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, "Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim" diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.
Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şahin var. Kuş, "Ey Allah’ın nebisi, beni kurtar" diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, "Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabul et" emri gereğince onu yeninin içine saklar.
Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şahin gelip, "Ey Allah’ın nebisi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!" der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, "Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabul etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabul edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım" diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.
Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüya gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyasında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izah edilir:
"Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.
İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.
Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihanet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.
Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyacın olsa bile onun hacetini görmek gerektiğine işarettir.
Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işarettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!..