MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Kulat: Libya'nın istikrarı bizim için çok önemli
MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat, Libya'nın istikrarının Türkiye için önemli olduğunu belirterek "Siz girmeyelim, bakmayalım.' diyerek dünya gerçeklerinden kaçamazsınız, böyle bir şansınız yok." dedi.
MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Kulat, gündemdeki konulara dair İlke Haber Ajansı'na (İLKHA) önemli değerlendirmelerde bulundu.
Ankara’da havalar soğumasına rağmen siyasetin çok sıcak geçtiğini belirten Kulat, yakın gelecekte siyaset sahnesinde yerini alacak iki siyasi partinin, dengeleri önemli oranda değiştireceğini söyledi.
Ankara’da en çok konuşulan konulardan birinin erken seçim olduğunu belirten Kulat, "2020’nin Kasım ya da 2021’in Mart ayında Türkiye’nin bu konuyu konuşacağı yüksek sesle ifade ediliyor." dedi.
Kürt seçmenin ciddi bir şekilde AK Parti’den uzaklaştığına dikkat çeken Kulat, "AK Parti kendisini sadece MHP ile sınırladığından dolayı alanını son derece daraltmakta ve yeni açılımlara da kapısını kapatmaktadır. İstanbul seçimleri ve son yerel seçimlerde de gördük ki özellikle Kürt seçmenden ciddi bir şekilde AK Parti’den uzaklaşma dikkat çekiyor." ifadelerini kullandı.
Türkiye’de insanların politik tercihlerinde ekonominin ilk sırada yer aldığını belirten Kulat, "Bugün gelişen dünyada insanlar, mukayeselerini yaparken Almanya, Fransa, Avrupa ve dünya ile mukayese ediyor. Dolayısıyla Türkiye’de, insanların ekonomik olarak var olan sıkıntılarının çözülmesi adına hükümetin bir kısım adımlar atması gerekiyor." şeklinde konuştu.
Kanal İstanbul tartışmalarına da değinen Kulat, "Muhalefetin de bu konuda eleştiri getirirken ne için istemediklerini, karşı oldukları noktaları, artılarıyla beraber kendi tabanlarının önüne koymaları gerekiyor. Türkiye’de muhalefet bugüne kadar 3’üncü köprüyü istememiş hatta birinci köprüyü de istememiş, İstanbul’a yapılmış, yapılınca da hepsi üzerinden geçmiş. Muhalefet Marmaray’ı istememiş. Muhalefetin böyle sabıkalı bir geçmişi olunca vatandaş şu anda iktidarın ağzına bakıyor." dedi.
Toplumun büyük bir kesiminde rahatsızlığa neden olan güvenlik soruşturmalarının, önü alınamaz mağduriyetlere neden olduğunu belirten Kulat, "FETÖ meselesinde 'kandırıldık' ifadesini kullanan insanların kendileri kaldırılırken bu milletin diğer evlatlarının kandırılma ihtimali yok mu?" diye sordu.
AK Parti ve MHP arasında ceza indirimi, ceza infaz yasası ve af konusunda istenen mutabakatın sağlanamadığını belirten Kulat, "Şahsım olarak mutlak bir aftan yana değilim. Çünkü bazı suçlar var ki bu suçlarla ilgili bana göre cezalar arttırılmalı. Hatta idam bu ülkeye girmeli çünkü idamı gerektiren bir kısım suçlar var, bu suçların da gereği yapılmalıdır." ifadelerini kullandı.
"Genç evlilikler meselesi bizim kültürümüzle de dünya gerçekleri ile de çok yakından ilgilidir. Avrupa'daki pek çok ülkede, Amerika'da, 15 yaşından sonra insanlar evlenebiliyorlar." diyen Kulat, "Türkiye'de şu anda aile kurumu tek kelimeyle çöküyor. Türkiye'de bazı il ve ilçelerde boşanma oranları evlenme oranlarını geçmiş durumda. Maalesef kadın cinayetlerinde İstanbul Sözleşmesi'nin çok büyük etkisi var." şeklinde konuştu.
MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Kulat'ın, gündemdeki konulara dair İLKHA'ya verdiği röportajın tamamı:
Öncelikle ufukta erken bir genel seçim görüyor musunuz?
Türkiye’de seçimler maalesef iktidar ve muhalefet dengesiyle çok doğru orantılı işliyor. Ankara’da havalar soğumasına rağmen siyaset çok sıcak geçiyor. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye’de, iki tane yeni siyasi parti kuruluyor. Şu anda 80 civarında parti var ama mecliste temsil edilebileceği düşünülen, AK Parti’den ayrılmak üzere kurulduğu söylenen birisi eski Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Parti birisi de daha önce de deklare edildiği gibi gelecek hafta Ali Babacan’ın kuracağı bir parti. Dolayısıyla bunlar siyasi dengeleri ciddi oranda değiştirecek. Şu anda cumhurbaşkanı hükümet sisteminde asıl olan 50 artı biri bulmak. Sayın Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayip Erdoğan’ın aday olduğu iki cumhurbaşkanlığı seçiminde birinde 51,6 diğerinde 52,4 gibi iki rakam elimizde var. Yeni kurulacak partilerin birinin ya da ikisinin ya da diğer siyasi partilerin millet ittifakında olmaları durumunda alacakları 2,4 oranı, Türkiye’nin cumhurbaşkanını değiştirecek. Dolayısıyla cumhurbaşkanı aynı zamanda kabineyi belirleyen kişi olduğu için son derece önemli bir sürece girmiş bulunmaktayız. Yeni partilerle önümüzdeki dönemde yeni seçimlerin olması meselesi arasındaki ilgiyi de ifade etmek istiyorum. 24 Haziran tarihi itibarıyla milletvekilleri seçildiler. 7 Temmuz 2018’de yemin ederek mazbatalarını aldılar. Haklarını almaları acısından milletvekillerin 2 yılının dolması gerekiyordu. Bugün Ankara’da en çok konuşulan konulardan bir tanesi, 2020’nin 7 Temmuz tarihi geldiğinde, milletvekillerinin iki yılı dolacağı için dolayısıyla erken seçime kapı açılacağı konuşuluyor. Bundan dolayı 2020’nin Kasım ayında ya da 2021’in Mart ayında Türkiye’de, erken genel seçimin konuşulacağı yüksek sesle ifade ediliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a seçmen desteği ne durumda?
Sayın Cumhurbaşkanı'nın toplumsal karizması, toplumsal karşılığı kesinlikle Türkiye’deki hiçbir liderle kıyaslanamayacak kadar yüksek. Sayın Cumhurbaşkanı şu anda farklı kesimlerden insanları kucaklayan ve sahiplenen bir duruş ortaya koyabilse hem yeni partilerin kurulmasının çok anlamı olmaz hem de bugün sadece MHP ile var olan ittifak bununla sınırlı kalmaz. Dolayısıyla çok geniş bir alan oluşturulabilir. AK Parti kendisini sadece MHP ile sınırladığında, alanını son derece daraltmakta ve yeni açılımlara da kapısını kapatmaktadır. İstanbul seçimleri ve son yerel seçimlerde de gördük ki özellikle Kürt seçmenden ciddi bir şekilde AK Parti’den uzaklaşma dikkat çekiyor. Üstelik AK Parti’nin başta kayyumlar olmak üzere bölgede yaptığı pozitif ayrıcalıklar, bölge insanın sorunlarını çözücü ciddi adımlar olmasına rağmen şu anda bu sorun yaşanıyor.
Önceki yıllarda AK Parti'nin yanında duran kesimlerin bugün görmezden gelindiği belirtiliyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?
AK Parti mutlaka kendini sadece MHP ile özdeş görmek yerine, toplumun farklı kesimlerine kendisini yeniden ifade etmesi gerekiyor. Türkiye’deki her 5 kişiden 4’ü, neredeyse yüzde 80’lik bir kesimi bir ya da birden fazla kere AK Parti’ye oy vermiş. İlk kez oy kullanacaklar hariç bu kadar geniş kesimle diyalog kurabilen AK Parti, şimdilerde kendisini maalesef sadece MHP ile sınırlıyor. Yerel seçimlerde bunun çok faydalı olmadığı hatta zararlı olduğu görüldü. Çünkü MHP pek çok yerde AK Parti’den belediyeler aldı. AK Parti’ye katkı sağlayacağı düşünülen İstanbul, Ankara, Adana ve Mersin gibi yerlerde hiçbir fayda sağlamadı. Dolayısıyla MHP ile ittifakı bozsunlar anlamında bir şey söylemiyorum. Böyle bir şey için haddim ve hakkım yok. AK Parti’nin, düne kadar yanında durduğu ya da o insanların AK Parti’nin yanında durduğu farklı kesimler, mutlaka görmezden gelmekten kurtulup, kendisine yeniden farklı toplum kesimlerinden paydaşlar bulması gerekiyor. Partiler düzleminde de partiler dışında da olabilir. AK Parti fabrika ayarları ifadesini çok sık kullanıyor. Bana göre en önemli fabrika ayarları toplumun farklı kesimleriyle diyalog kurabilme algısı. AK Parti’nin bu diyalog ile bir sıkıntısı var. Bunu kurabilmesi gerekiyor. Eğer kurabilirse Sayın Cumhurbaşkanı'nı halen Türkiye’de kendisine oy verenlerden daha çok insan seviyor ve takdir ediyor. Ama şu anda geldiğimiz noktada kendini sadece bir alana sınırladığı için kendisinin ve kendisinin yanındaki bazı bakanların parti adına konuşanların ifade ve üslupları AK Parti’yi sadece toplumun belli bir kesimiyle sınırlıyor. Başka kesimlere uzak durmasını sağlıyor.
Asgari ücret zammı beklentilerin altında kaldı. Halk ekonomi yönetiminden ne kadar memnun veya memnun mu?
Türkiye’de insanların politik tercihlerinde ekonomi ilk sırada yer alır. Elbette terör gibi, zaman zaman savaş gibi bir kısım konular da seçmenin tercihlerinde çok etkili olsalar bile özellikle stabil zamanların en önemli konusu ekonomidir. Şu anda Türkiye’deki insanların ekonomik durumlarını hükümet daha çok '20 yıl önce şu yoktu, bugün var. Dün böyle hastane, yol, köprü ve havaalanı mı vardı?' şeklinde ifade ediyor. Evet, yoktu. Evet, AK Parti döneminde bunlar yapıldı. Hatta şu da denilebilir; AK Parti döneminde insanların ekonomik gelirleri genel itibarıyla bakıldığında daha iyi artmış olabilir ama insanlar meseleleri 20 yıl öncesiyle mukayese ederek ölçmezler. Herkes bir gün öncesiyle mukayese ederek ölçer. Bugün gelişen dünyada insanlar, mukayeselerini yaparken Almanya, Fransa, Avrupa ve dünya ile mukayese eder. Dolayısıyla Türkiye’de insanların ekonomik olarak var olan sıkıntılarını çözmeleri adına hükümetin bir kısım adımlar atması gerekiyor. Ben meseleye tek başına asgari ücret ile de bakmıyorum. Fiyatlardaki artışlar… Enflasyonu dikkate alarak bir artırım yapılıyor. Ama enflasyonu TÜİK rakamları açıklıyor. Diyor ki; ‘yüzde 9 yüzde 10’ bunu anlamak için çok fazla bir şeye gerek yok. Herhangi bir insan, evine en yakın markete gitsin, geçen sene aynı tarihte, aldığı aynı eşyaların listesini çıkarsın, o listeyi bugün bir daha alsın, bir fiyat kıyaslaması yapsın. Kim ne derse desin; Türkiye’de yüzde 30'un altında bir enflasyon yok. TÜİK arkadan işler çevirerek, bu rakamları aşağı indirerek bir sonuç alamaz. Bu iş böyle olmaz. Mesele sadece asgari ücret meselesi de değil, asgari ücret önemli bir parametredir. Onun için önemli. Akaryakıt fiyatları da bu kadar kişiyi ilgilendiriyor. Doğalgaz fiyatları da bu kadar kişiyi ilgilendiriyor. Elektrik fiyatları da bu kadar kişiyi ilgilendiriyor. Devletin özellikle kendisinin koymuş olduğu harçlar var. Pasaport harçlarından bilmem neye kadar alalım hepsini… Bunların fiyatlarını uygularken ‘fiyat düzenlemesi’ diyorsunuz, öbürüne de ‘zam’ diyorsunuz. Bunlar hükümet adına sıkıntı oluşturuyor. 3-5 tane çok zengin iş adamına tanınan imtiyazlar ve haklar, belki Türkiye’ye ekonomik anlamda fayda sağlıyordur. Geniş kitleler bu yönüyle şikâyet içerisinde. Türkiye’nin ekonomi konusunda mutlaka yapması gereken şeyler var.
Son günlerin tartışmalı konularından Kanal İstanbul projesi hakkında vatandaş ne diyor?
Vatandaşlar artık çılgın projelerden etkilenmiyor. Etkilenmediği için İstanbul’da 3’üncü köprüyü ve 3’üncü havalimanını yapan, Marmaray, Avrasya Tüneli'ni yapan bir adama değil de onun karşısında yarın yapılacaklar için hiçbir vaatte bulunmayan, sadece ‘Her şey çok güzel olacak’ diyen bir adamı tercih etti. Bu neden oldu? İnsanlar artık sizin çılgın projelerinizle çıldırmak istemiyorlar. İnsanlar daha yüzü gülen bir adam istiyorlar. Yüzü gülen insanlarla siyaset yapılsın istiyorlar. Devlet adına çok büyük işler yapıp sonra akşam kendilerine parmak sallayan adam istemiyorlar. İnsanlar, gülümseyen, kendilerine mutluluk vadeden insanlar istiyorlar. Seçtikleri insanlar bunu yapabilir mi ayrı mesele, önlerine konulan iki alternatiften birisini seçtiler. Bana göre AK Parti’ye bir mesaj verdiler. ‘Biz senin o çok büyük projelerinden daha çok bize dokunan projelerine bakıyoruz.’ Şu anda Kanal İstanbul ile yeni otomobil gündemde, dikkat edin yeni otomobile toplumsal destek çok yüksek ama Kanal'a destek çok daha düşük. Aynı adamlar televizyon programlarına çıkıyorlar deprem, kanal, politika, din ve insan haklarıyla ilgili açıklama yapıyorlar. Bunların hepsi aynı adamlar. Bir kere bir insanın bu kadar çok şeyi bilmesi mümkün değil. Bize Kanal İstanbul konusunu dünyada kendini ispatlamış bir jeoloji mühendisi, çevre ile ilgili bir çevre mühendisi, başka biri Montrö Anlaşması başta olmak üzere işin uluslararası stratejisiyle ilgili ve uluslararası anlaşmalarla ilgili birer açıklama yapsalar ve son olarak da biri işin arazi, rant, ticaret ve şehircilik boyutunu anlatsa biz bunun karşısında ikna oluruz. İşin kötü tarafı, bizim tercih etmemiz sadece değil, siyasetçiler de bu konuda karar verirken 'Farklı kesimlerden insanları dinleyelim, bu insanlar bu konuda ne diyorlar, onların görüşünü alalım, doğru ya da yanlış biz burada yürüyelim.’ demeleri gerekir. Ama onlar da böyle yapmıyorlar. Onlar da kendilerinin vermiş olduğu bir kararı onaylatacak merciler arıyorlar. Bu işler böyle olmaz. Bunlar bir siyasi partiye birkaç numara büyük gelen işler. Şimdi bu kanal meselesine başladığında muhtemelen bu işler bittiğinde belki Kanal'ı başlatan adamlar hayatta olmayacaklar. Bu tür projeler yıllarca sürebilir. Böylesine Türkiye’nin yarınlarını ilgilendiren bir projede karar verirken çok hoşunuza gidiyor olabilir. 'Ben büyük bir iş yapıyorum.' diye düşünebilirsin. Gerçekten de iyi niyetlisinizdir, sonuçta niye durup dururken böyle bir işe giresiniz. Buradaki asıl mesele; iktidar bu anlamda farklı kesimlerden ama işin uzmanlarını dinlemesi gerekiyor. Muhalefetin de bu konuda eleştiri getirirken istemezük üzerine kurulan bir proje geliştirmek yerine, ne için istemediklerini, karşı oldukları noktaları, artılarıyla beraber kendi tabanlarının önüne koymaları gerekiyor. Türkiye’de muhalefet bugüne kadar 3’üncü köprüyü istememiş, hatta birinci köprüyü de istememiş, İstanbul’a yapılmış, yapılınca da hepsi üzerinden geçmiş. Muhalefet Marmaray’ı istememiş. Muhalefetin böyle sabıkalı bir geçmişi olunca vatandaş şu anda iktidarın ağzına bakıyor. İktidar da ikna edici değerlendirmeleri uzmanlarına yaptırmak yerine ki yaptırılabilir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı istese, istediği her kesimden insanları televizyona çıkarıp bu konuları anlatabilir. Her konuyu bize aynı adamlar anlatmak durumunda kalıyorlar. Bu arkadaşların bu konuları bilmedikleri ortada, teknik olarak bilmiyorlar. Hepimizin gibi internete, Google'a sormak suretiyle öğrendiği 3-5 bilgi kırıntısını bize akşam tartışma programlarında anlatıyorlar. Bu tartışmayı yapması gerekenler, işin uzmanları. Mesela Türkiye'nin jeologlarını alırsan onlar bir şey anlatırlar. Kafanızda bir şeyler oluşur. Çevreciler çıkar bir şey anlatır, orada kafamızda bir şeyler oluşur. Depremle ilgili uzmanlar çıkarlar bir şeyler anlatırlar, kafanızda bir şeyler oluşur. Suyu çok ilgilendiren bir konu çünkü iki denizi birleştiriyorsunuz. Tatlı su kaynaklarına ilgilendiren bir konu, bu konunun uzmanları çıkarlar bunu anlatırlar. Sonra da siz ya ikna olursunuz ya da olmazsınız. Halka anlatmadan önce siyasetçilerin de böyle hassasiyet içerisinde bu konuyu dinlediklerini, bu konunun uzmanlarının sesine kulak verdiklerini düşünmüyorum. Muhalefetin düne kadar her şeyi istememezlik üzerine bir sabıkası var. İktidarın da her şeyi ranta çeviren bir sabıka kaydı var. Dolayısıyla her iki tarafa da toplum ciddi bir endişe ile bakıyor, bu endişeyi gideren bir çalışma yapılması gerekiyor. Herkes yarına endişe ile bakıyor. Ekonomik engeller sorun olunca, insanlar bu para bu toplumdan çıkacak, bu konuda kendilerine dokunan rakamlara daha çok bakıyor. Biraz sıkıntılı bir süreç ama Cumhurbaşkanı 'yapacağız' diyor, bakacağız inşallah. Referanduma giderse bundan 'hayır' çıkar ama bu projenin kötü olduğundan değil kimse bilmediğinden 'hayır' çıkar. Yeni otomobil konusunda bir referandum yapılırsa onda da yüzde yetmiş ile 'evet' çıkar. Siyasilerin bakışı ile ilgili bu gibi konular ikide bir referanduma gitmeli mi? Türkiye'de referandum sanki demokrasi imiş gibi konuşuluyor, referandumda da oluşturduğunuz algıya göre toplumun bir değerlendirmesi var. Türkiye coğrafyası çok geniş bir ülke, işin kötü tarafı İstanbul'da yapılacak Kanal meselesi Tunceli'deki Rize'deki adamı da ilgilendiriyor. Böylesine bir fotoğrafla karşı karşıyayız. Eğer bir referandum yapsanız İstanbul'da mı yapmalısınız bütün Türkiye'de mi yapmalısınız, bunun maliyeti nedir? Bir referandum yapmaya kalksak, bu propagandaların Türkiye'de çok pahalı işlenmesi, herhalde Kanal'ın parasının yarısı kadar gider, o da ayrı bir tuhaflık.
Libya’ya asker gönderilmesinin olası olumsuz sonuçları iktidar partisini ve Cumhur İttifakı'nın geleceğini nasıl etkiler?
Libya'ya asker gönderilmesinin teknik konusunu benden önce uzmanlarının konuşması gerekir. Ama bir başka boyutu, vatandaşımızın bilmesi gereken boyutu. Dolayısıyla işin orasını anlatayım. Türkiye'de yıllarca, yurtta sulh dünyada sulh diye bir politika uygulandı. Selçuklular, Osmanlı, ondan önce 4 bin yıllık bir tarihin devamı olan ama daha da önemlisi İslam dünyasında, insanlığın denge unsuru bir ülke, özellikle 19. yüzyılın sonuna doğru ciddi bir sıkıntı yaşandı. Yaşanan sıkıntı sonrası İslam coğrafyası şu anda sanırım 46 ayrı parçaya bölündü. Parça parça oldu ve var olan bu coğrafyanın içerisinde oradaki insanların hala umudu, hayali, her şeye rağmen yıllarca İslam dünyasının kilit ülkesi olan, bir yere kadar halifeliği de omuzunda taşıyan Türkiye'ye bakıyor. Hala İslam coğrafyasında da Türkiye'nin bu ülkeler içerisinde ekonomik, sosyal anlamda diğer ülkelerden daha iyi olduğu bir durumdayız. Libya konusu kesinlikle bizim için çok çok önemli bir konudur. 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldığında her anlamda dostumuz olan ve 1948'den bu yana NATO'da kahrını çektiğimiz Amerika, bize orada ambargo uyguladığında bize kol kanat geren bir ülkedir Libya. Libya'nın istikrarı bizim için çok önemli, bizim hem iş adamlarımızın bölgede yaptığı işler hem tarihi anlamda bizim yıllarca hakimiyetimiz altında olan bir yer burası. Libya karışmadan önce pek çok şirketimizin o bölgede yapmakta olduğu işler vardı. Libya bizim için çok önemli ama Libya kadar, Libya'da bizim bulunmamızın Akdeniz'deki bizim güvenliğimiz anlamında çok önemli olduğunu herkes biliyor. Herkes bu anlamda değerlendiriyor. Milli Savunma Bakanlığı ve ona bağlı birimlerin yaptığı çalışmalar, istihbaratın yaptığı çalışmalar, Dışişleri Bakanlığının ve ona bağlı birimlerin yaptığı çalışmaların sonrasında bölgeye çoklu bir operasyonun yapılması gerektiği konusunda hemfikir olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu meselelerin, muhalefetin 'Arap çöllerine gidip insanlarımız ayı olmasınlar' diye değerlendirme yapmaları bir kere her şeyden önce dünya gerçekleri ile çok örtüşmüyor. Neden örtüşmüyor? Aynı coğrafyada Amerika'nın ne işi var? Ya da Rusya'nın ne işi var? Suriye'de bütün yılanlar aynı çuvala girdiklerinde ne işleri vardı? Ne işi vardı Çin'in, Rusya'nın ve Amerika'nın burnumuzun dibindeki Suriye'de, kaç kilometre uzaktalar? Siz, 'Girmeyelim, bakmayalım.' diyerek dünya gerçeklerinden kaçamazsınız. Böyle bir şansınız yok, böyle bir imkânınız yok. Her şeyden önce böyle bir dünya yok. Siz İslam dünyasının lideri olmak durumunda olan bir ülkesiniz, liderlik yapmak adına bunu söylemiyorum. Kendi ülkenizin savunması adına da önemli. Dünyada zor olan savaşlar sınırlarda yapılan savaşlardır. Sınırımızda yapılan savaşların size öğrettiği diyetler çok yüksektir. Mesele Suriye bizim sınırımızdadır. Biz şu anda 400 bin civarında muhacir kardeşimizin hukukunu kendimize dert edinmek durumunda kalıyoruz. Bizim ticaretimiz şu anda çok büyük bir sekteye uğramış durumda. Sadece Suriye ile olan ticaretimiz değil, Suriye üzerinden geçiş yaparak Ürdün'e, Lübnan'a, hatta Suudi Arabistan'a, Yemen'e, Mısır'a olan karayolu ticaretimiz vesaire bir sürü zararlarımız oldu. Amerika'ya nasıl bir zarar oldu, hiçbir zararı olmadı. Amerika vekaletle geliyor, orada paralı askerleri ile bölgede operasyon yapıyor sonra birkaç tane de üs koyuyor. Rusya'da benzer bir şey yapıyor. Libya'ya gitmemiz kesinlikle ülkemizin hayrına görünüyor. Türkiye'nin şu anda Katar'da askeri üssü var. Türkiye'nin Bosna'da, Afganistan'da da askeri üsleri var. Öyle görünüyor ki Türkiye bölgeye girecek. Girdiği gibi orada da bir kısım üsler kurmak suretiyle sadece girip bir süre orada bulunup, sonra çekip gelmeyecek. Geçmişte, Türkiye'nin birkaç defa sınır ötesi operasyonları olmuş, mesela 60'lı yıllarda Türkiye Kore'ye gitmiş, biz orada bir sürü şehit vermişiz ama sonuçta işleri bittiğinde kimse de bizi hatırlamıyor. Bizim şehitlerimiz ya da gazilerimiz yaptıklarıyla kalıyorlar ama şimdi artık öyle değil. Türkiye girdiği ülkede modern dünyanın ona kazandırdığı imkanları değerlendirerek olaylarda kalıcı oluyor. Bu, Türkiye'nin hayrına olur diye düşünüyorum. Libya çok ciddi bir alan, enerji alanında çok büyük, özellikle Petrol'de çok büyük özellikler taşıyor. Bizim Libya'da bulunmamız kesinlikle önemli, bizim Afrika'da bulunmamız çok çok önemlidir. Türkiye'nin hemen hemen her üniversitesinde artık Afrikalı öğrenciler var. Bunlarla kurulan diyaloglar yarınlarda başka başka kapıları açacak bizlere, dolayısıyla Libya'yı yok sayma lüksümüz maalesef yok.
Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan "yargıya güvenin azalması" konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rahmetli Mehmet Yavuz Bey'e bir kısım rakamlar vermiştim ve kendisi Partisi'nin kongresinde de katıldığı bir televizyon programında da bu rakamları paylaşmıştı. Ben de pek çok televizyonda kendim bu rakamları paylaştım. Hatırlatmak açısından birkaç rakamı paylaşayım; şu anda Türkiye'de yerel mahkeme İstinaf ve Yargıtay'da yaklaşık olarak 7 buçuk milyon ceza dosyası var. Her dosyanın 2 sanığı 15 milyon, 2 tanığı 30 milyon, 2 müştekisi 45 milyon. Bebeler ve dedeler suç işlemeyeceğine göre Türkiye toplumunun neredeyse tamamı adliyenin etrafını tavaf ediyor. Şu anda 288 bini cezaevinde, bir milyon küsur kişi kolluk kuvvetleri tarafından aranıyor. Bir milyon küsur kişi şartlı tahliyeden yararlanıyor. Yine bir milyon küsur kişi de 2 yıl 6 ay hapis cezası almış durumda. Yaklaşık 3,5 milyon, 7,5 milyonu da üstüne eklediğinizde karşımıza çıkan rakam ve bunların çarpanları korkunç bir fotoğraf çıkarıyor. Şu anda Türkiye'de 28 milyon icra dosyası, her dosyanın bir icraya vereni, bir icralık olanı var, 56 milyon yapıyor. Şirketlerin tüzel kişiliklerini kattığımızda 82 milyonluk ülkede 90 milyon kişi icrada taraf. Şu anda Türkiye'deki açılmış ceza davalarının bitme süreci, gelişmiş ülkelerdeki davaların 10-15 katı daha fazla sürüyor. Bunun gibi çok sorun anlatabiliriz. Ben bu konuyu iktidardan ulaşabildiğim bütün yetkililere, muhalefetin tamamının genel başkanlarına, Yargıtay Başkanlığı'na, Yargıtay Başsavcısı'na, Adalet Bakanı'na, HSYK Başkanvekiline yani aklınıza gelebilen bütün kurumların yetkililerine randevular talep ederek gidip bu sorunları anlatmış biriyim. Mesela 'Kolluk kuvvetleri bu kadar kişiyi arıyor.' diyorum. Ya gitmişim rakamları Emniyet Genel Müdürü'nden almışım, ya kurumun en tepesindeki insanlardan almışım bilgileri. Üzüldüğüm nokta şu; bunların tamamı ile konuştuğunuzda bir tanesi de demiyor 'Bu rakamlar doğru değil, bu bilgiler yanlış.' hepsi de diyor 'Evet çok doğru söylüyorsun.'
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası "güvenlik soruşturması" konusunda yeni bir adım atılır mı?
Güvenlik soruşturmasından önce şunu bir daha belirtmemiz lazım; Türkiye'de tabii bir darbe teşebbüsü oldu. Bu milletin üzerine kurşunlar attılar. Amerika, NATO destekli bir terör örgütü Türkiye'de darbe yapmak istedi ve bunun için bu milletin çocuklarını şehit ettiler. Hiç kimsenin itirazı yok. Ama sonrasında bu FETÖ ile iltisak meselesi başta olmak üzere KHK'larla bir sürü insan mağdur edildi. Mağdur edildiği ifadesini şunun için söylüyorum; FETÖ'cülerle aynı dili konuşma endişesini taşıyarak söylüyorum. 'Bütün bunlar masumdu, öyleyse bu KHK'larda gereksizdi.' falan demiyorum. Dünyanın neresinde bir darbe yaparsanız, darbeden sonra darbe teşebbüsüne girerseniz, hangi ülke olursa olsun devlet kurumları bir refleks gösterirler. Türkiye de göstermiştir ama bu süreç çok uzadı. Artık bunların içerisinde mağdur olduklarını söyleyen kesimlere yönelik de çalışmalar olabildiğince hızlanmalı ve ülke, FETÖ iltisakını fiziki anlamda taşımayan insanlarının gönlünü mutlaka almalı. Bu insanlar eğer suçsuzsa suçsuz olanlar için söylüyorum, bunlarla ilgili gerekli adımlar atılmalıdır. FETÖ'nün tabanının diyanet, ortasının ticaret ve üstünün ihanet olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı söyledi. Bu anlamda, mademki böyle, mademki devletin elindeki bilgiler de böyle, bu konuda mutlaka olabildiğince çok çalışma yapılması gerekmektedir. İnsanlarla ilgili babaları, çocukları, amcaları ile ilgili güvenlik soruşturmalarında yaşanan meseleler, öyle komik meseleler bizlere intikal ediyor ki bu komik görülen meseleler, ardından öylesine dramatik sonuçlar doğuruyor ki bu ülkenin okullarında okuyan, bu ülkenin imkanlarıyla sınav kazanmış insanlar, sonuç itibarıyla sadece bir yakınının çok da iyi araştırılmayan sözleri dolayısıyla işinden gücünden oluyor. Bu ülkeyi yönetenlerin kendi yakınlarına bakmaları gerekmez mi? FETÖ meselesine 'kandırıldık' ifadesini kullanan insanlar, kendileri kaldırılırken bu milletin diğer evlatlarının kandırılma ihtimali yok mu? Türkiye'de sadece FETÖ meselesi değil, FETÖ meselesinin dışında, devletin sıkıntılı gördüğü, devletin doğru bulmadığı, işlerin içerisine girmiş olan insanlar, sırf yakınlarından dolayı ya da bir akrabalarından dolayı, Türkiye toplumunda insanlar akrabalık ilişkilerini sürdürüyorlar. Biz Amerika'daki gibi Avrupa'daki gibi 18 yaşına gelindiğinde insanlar birbirinden kopmuyorlar ama kimse kusura bakmasın yani dün bunların dershanesine, okuluna gitti falan diye birilerini suçluyorsunuz ki bu okullar, kurslar, dershaneler ya da banka, bunlar sizin kurduğunuz Türkiye'deki ticari kanunlara göre meşru zeminde kurulmuş kurumlar ve kusura bakmayın sizin ülkeyi yöneten insanlar olarak kendi çocuklarınız, damadınız, yeğenlerinizden de buralara gidenler var. Siz bunlara yönelik bir şey yapıyor musunuz? Bunlara yönelik bir şey yapmıyorsanız milletin çocuklarına karşı da yapmamalısınız. 'Aynı konuda sen yaptın da bir şey yok, ben yaptığımda suç ya da ben yaptığımda bir şey yok, sen yaptığında suç.' olursa adaletin vicdanı rahatsız oluyor. Adalet, eşitlik ilkesi üzerinden işlerse sorun yok. KHK'lılarla ilgili mesele ve güvenlik soruşturması ile ilgili mesele, aynı konu aynı meseleden dolayı bir kişiye hiçbir şey olmuyor, bir başka kişinin canı acıyor.
Yargı Reform Stratejisi kapsamında ikinci yargı paketi hazırlıkları devam ediyor. Devlet niye kendisine karşı işlenen suçları affetmiyor? Bu doğru mu?
Bu doğru değil. Devleti yöneten insanlara anlattık. Şu anda devletin herhangi bir kurumu, Türkiye'deki hâkim ve savcılara sorsun desin ki 'Yolunuz bir gün adliyeye düşerse ki her gün adliyede çalışan adamlara bunu sorsan, sanık, tanık veya müşteki olarak hakkınızda adil karar geleceğine inanıyor musunuz?' gibi bir soru sorulursa çıkacak cevap yüzde 50'den fazla 'güveniyorum' desin ben işyerimi kapatmaya hazırım. Hâkim, savcı, adalete güvenmiyorsa siyasetin kendisi güvenmiyorsa bir mesele var demektir. Geçmişte bazı bakanlarla ilgili, bazı yöneticilerle ilgili bir kısım meseleler gündeme geldiğinde, bazı siyasiler 'Yüce divana gitsin.' dediler. Haklı olarak dönemin yöneticileri dediler ki 'Bu adalete ne kadar güvenilebilir?' Adaletin tesisi yıllar sürüyor. Öyle ilginç şeyler var ki adamın Bank Asya'da hesabı varmış, bakın masumdur diye söylemiyorum. Ben bilmiyorum masum mu değil mi? Türkiye'de yargılama maalesef adil yapılmıyor, insanlara eşit davranılmıyor. Bunlar olmadığı sürece ülkede ekonomiyi söylüyorsunuz. 'Yabancı yatırımcı son yıllarda Türkiye'ye gelip yatırım yapmıyor.' diyorsunuz, adam nasıl yapsın, adaletteki bu sıkıntılar en temel sorunlardır. Yargı strateji belgesini Sayın Cumhurbaşkanı'mız açıkladığında ben de hemen sonrasında Adalet Bakanlığı'mız, HSYK Başkan Vekilimiz ve Yargıtay'ın önemli yetkilileri ile görüştüm. Çok umutlanmışım. Barolar Başkanı Sayın Feyzioğlu'yla da bir gün, ayrıntılı bir şekilde bununla ilgili görüştük. Dolayısıyla çok umutluydum, ilk pakette bu konular yoktu ama çok umutluydum doğrusu, maalesef çok da anlamlı olmadı, beklentiyi karşılamadı. İkinci paketin daha erken çıkması gündemdeydi ama anladığımız kadarıyla MHP ile bu ceza indirimi, ceza infaz yasası ve af konusunda istenen mutabakat sağlanamıyor. Her iki tarafın da farklı kesimlere yönelik bir duruşu var. Ben önce şunu söyleyeyim, şahsım olarak mutlak bir aftan yana değilim. Çünkü bazı suçlar var ki bu suçlarla ilgili bana göre cezaları artırılmalı. Hatta idam bu ülkeye girmeli çünkü idamı gerektiren bir kısım suçlar var, bu suçların da gereği yapılmalıdır.
Genç yaşta evlilik, genç yaşta evlenenlerin devlet eli ile cezalandırılması ve süresiz nafaka konularında neler düşünüyorsunuz?
Genç evlilikler meselesi bizim kültürümüzle de dünya gerçekleri ile de çok yakından ilgilidir. Avrupa'daki pek çok ülkede, Amerika'da, 15 yaşından sonra insanlar evlenebiliyorlar. Dolayısıyla kimse kusura bakmasın, bunu sosyal medyada söylediğiniz zaman bir sürü hakaretler işitiyorsunuz. Bu böyle değil, pek çoğumuzun pek çok yakınları küçük yaşta evlendiler. Son yıllarda evlilik yaşları daha yukarı çıktı. Çıkmalı mı çıkmamalı mıdır bu tartışılır ama genel itibarıyla Avrupa'da 15-16 yaşlarında evliliği teşvik eden bir sürü uygulamalı örnekleri var. Türkiye'de erken evlilik meselesi de genel itibarıyla şöyle işliyor; normal şartlarda insandır, evlenmişler, fiili bir durum oluşmuş yani yaklaşık 3 bin küsur kişi var, bu rakam artmış olabilir. Bu kadar kişi evlenmiş, evlendikleri zaman bir sorunu da yok. Sonrasında resmi nikahlarını da falan yapmışlar, sonuç itibarıyla çoluk çocuk sahibi olmuşlar sonra bir gün devlet gelmiş kapıya dayanmış 'Gel bakalım, seni alacağız.' 'Niye alıyorsunuz beni?' 'İşte seni tecavüzden alıyoruz.' Adam eşine tecavüz etmekten yargılanıyor, hapse giriyor. Cezaları da son derece yüksek, 16 yıl gibi son derece ağır, ortada mağdur bir hanımefendi var, onun çocukları var, 2 tane aile var, hepsi de perişandır. Maalesef genellikle de bu grup, toplumun insanları oldukları için büyük şehirlerde, bu anlamda tam bir dram yaşanıyor. Eskiden köylerde olsa insanlar birbirlerine sahip çıkıyorlardı. İstanbul Sözleşmesi ile ona bağlı Avrupa birliği payandası bir yasayla Türkiye, aileyi tek kelimeyle dinamitledi, maalesef Aile Bakanı da bu anlamda bu payanda meselesinin tarafı oldu. Sayın Cumhurbaşkanı da bu konuyla ilgili birkaç defa açıklama yaptı ama ne hikmetse hangi irade buna izin vermiyor onu da anlamıyoruz, bir türlü bir adım atılamıyor. Sonuç itibariyle Türkiye'de şu anda aile kurumu tek kelimeyle çöküyor. Türkiye'de bazı il ve ilçelerde boşanma oranları evlenme oranlarını geçmiş durumda. Maalesef kadın cinayetlerinde İstanbul Sözleşmesi'nin kesinlikle çok etkileri var. Adamı uzaklaştırma, evli çiftleri evden uzaklaştırma cezası, Türkiye'de maalesef hâkim ve savcıların en kolayına giden bir hüküm olarak karşımızda duruyor. Sonrasında bir sürü dramlar yaşanıyor. Aileyi, her iki tarafı da bilen ama biraz daha akil olan insanları devreye koyacak bir müessesenin işletilmesi gerekiyor. Bu anlamda mümkünse Diyanet İşleri Başkanlığı misyon yüklenmeli, camilerin imamları ya da Kur'an kursu hocaları vesaire bu anlamda bir hizmet içi eğitimden geçirilmelidir. En azından ilk başlarda sorun çok büyümeden ailelerin müracaat edecekleri alan olarak kırsalda çok işe yarayacağını düşünüyorum. Bu anlamda bu yasanın ivedi bir şekilde kesinlikle kaldırılması gerekiyor. Islahı, düzenlemesi falan da olacak bir mesele değil. Aile Bakanlığının bu konuda çoklu bir çalışma yapması gerekiyor. Maalesef Türkiye'de bir derneğin de himayesinde bu yasa kendisini sürdürüyor. Yine maalesef bu derneğin yetkilileri arasında önemli bazı siyasetçilerin yakınlarının olmuş olması bu yasanın Türkiye'de çok pervasız bir şekilde aile kurumunu dumura uğratması anlamına geliyor. Şu anda çok ciddi, bizlere de sosyal medyadan bu anlamda yoğun şikayetler geliyor. Bir ara bizim de bu konudaki çalışmalarımızın az çok etkisi olmuştur. Ben bazı televizyonlara, genç evlenen çiftleri de televizyonları çıkararak hallerine tercümanlık yapmak adına avukatla birlikte birkaç program yapmıştık. Bu konunun mutlaka olabildiğince hızlı bir şekilde çözülmesi gerekiyor. (İLKHA)