Selma Eşref: Mısır halkının hakkını sonuna kadar savunacağız
Muhammed Mursi'nin zaferiyle sonuçlanan seçimlerin ardından gerçekleşen darbe süreci ve sonrasında yaşanan hak ihlalleriyle ilgili konuşan Mısırlı insan hakları savunucusu Selma ِEşref, Mısır halkının haklarını ölene kadar savunacaklarını söyledi.
Mısırda yaşanan askeri darbe süreci ile ilgili İLKHA'ya konuşan Mısırlı insan hakları savunucusu Selma Eşref, darbe öncesi ve sonrasında yaşananları anlattı. Darbe sürecinde insan haklarının tamamen hiçe sayıldığını belirten Eşref, tutuklu veya sivil tüm Mısırlıların haklarını ölene dek savunmaya devam edeceklerini ifade etti.
"Hiçbir suçu olmayan insanlara rastgele ateş ediliyordu"
İngiltere'de bulunan bir 'İnsan Hakları İzleme Örgütü' yetkilisi olduğunu söyleyerek konuşmasına başlayan hukukçu Selma Eşref, "Darbe başladığında Mısır'daydım. Darbe sürecinden önce de darbe sürecinde de Mısır'da yaşanan insan hakları ihlallerini belgeliyordum." diyerek Mısır'da yaşananları anlattı.
Darbe sürecinde tanık olduklarını anlatan Eşref, "Darbeden sonra Rabia El Adeviyye ve Nahda meydanlarına gittim. Buralarda yaşanan katliamlardan önce yaşanan ihlalleri gördüm. Burada gerçek mermiler ve göz yaşartıcı gaz bombaları kullanılıyordu. Hiçbir suçları olmayan ve sadece gösteri düzenlemek için sokaklara dökülen insanlara rastgele ateş ediliyor, hedef gözetmeksizin öldürüyorlardı." dedi.
"Keskin nişancılar göstericilere rastgele ateş açıyorlardı"
İnsanların, ortaya koydukları iradeye sahip çıkmak maksadıyla meydanlara indiğini ve sağlıklı karar verebilecekleri bir yönetim istediklerini hatırlatan Eşref, "Rabia Meydanında katliamın yaşandığı gün ben de oradaydım. Biz her an darbenin olacağını tahmin ediyorduk. Her an bir darbe olmasını bekliyorduk. Gençler her zaman düzenli olarak askeri noktalardan araçların Rabia Meydanına doğru gidip gitmediğini kontrol ediyorlardı. Darbeden önceki gece herhangi bir şey yaşanmadı. Sabah saat 07.00 sularında bazı askeri araçların Rabia Meydanına doğru konvoy halinde gittiğini gördüm. Hemen aşağı inerek meydana doğru yürümeye başladım. Meydana ulaştığımda burada bazı göstericilerin şehid olduğunu gördüm. Meydana girişte çok zorlandım. Çünkü binaların üst katlarında keskin nişancılar göstericilere rastgele ateş açıyorlardı. Çok büyük çapta ateşler yakılmıştı. Her taraftan dumanlar yükseliyordu. Göstericilere attıkları göz yaşartıcı gazlar bilindik şekilde değildi. Nefesi tamamen kesiyordu. Bununla beraber ciltte çok aşırı yanmalara yol açıyordu. İnsanın gözyaşlarını dahi kurutuyordu." diye konuştu.
"Mısır tarihinde böylesi bir katliam görülmedi"
Eşref, "Rabia Meydanına gelenler sanki bir ölüm meydanına girmiş oluyordu. Her yerden rastgele ateş açılıyordu. Adeta yağmur gibi üzerimize her yerden mermiler yağıyordu. Her yerde birer birer şehidlerin yere düştüğünü gözlerimizle görüyorduk. Rabia Meydanında kadınlar, çocuklar ve hatta sütten kesilmemiş olan bebekler bile bulunuyordu. Rabia Meydanında bulunanlar, Sisi'nin böylesi bir vahşiliğe yöneleceğini tahmin bile etmiyorlardı. Böylesi bir şiddet yoluna başvuracağına kimse ihtimal vermiyordu. Özellikle sivil insanlara karşı gerçek mermi kullanılacağını hiçbir zaman tahmin edemezdik. Mısır tarihinde böylesi bir katliam görülmedi. Mısır askeri bir devlet olması ile bilinir ama kimse böylesi vahşiyane bir şekilde kan dökeceklerini bilmiyordu." şeklinde konuştu.
"Meydanlarda bulunanlar sadece taş atarak kendilerini korumaya çalışıyorlardı"
Darbe öncesi hayatın gayet olağan bir şekilde devam ettiğini söyleyen Eşref, meydanlarda şahit olduklarını şu şekilde aktardı:
Kadınlar ve çocuklar meydanlara akın etmişti. İnsanlar meydanlarda kurulan çadırlarda kalıyordu. Ancak saldırının olduğu gün, mermiler sabahtan akşama kadar bir an bile durmadan devam etti. Ne zırhlı araçlar duruyordu ne de helikopterlerin semadan sesleri kesiliyordu. Bunca şey hiçbir suçları olmayan ve gösteri düzenleyen insanlara karşı yapılıyordu. İnsanların elinde hiçbir şey yoktu. Yaptıkları tek şey kendilerini saldırılardan korumaktı. Meydandaki insanların silahlara karşı yapabildikleri tek şey taş atarak kendilerini korumaya çalışmaktı. Bu da insanların meşru müdafaa haklarıydı. Meydanda silah namına bir şey yoktu.
"Amaçları meydanlarda bulunanların hepsini katletmekti"
Şahit olduklarını anlatmaya devam eden Eşref, "Sabah vakti meydan hastanesine girmeye çalıştım. Tabi bu esnada farklı bölgelerde şehid olanları göstermek için orada canlı yayın yapan haber kanallarını yönlendirmeye çalışıyordum. Birkaç saniye içerisinde meydan şehidlerle ve kan kokusuyla dolmuştu. Elektrikler kesilmiş, hastanelerin içerisinde kontrol tamamen çığırından çıkmıştı. Her an her yerde ölümü görüyorduk. Bize sayısızca şehid geliyordu. Biz de onları belgeliyorduk. Beraber çalıştığımız kuruluşlarla iletişim kuramıyorduk. Burada yaşanan katliamı ve insanlık krizinin yabancı basın görmüyordu. Onlarla iletişim kuramıyorduk." ifadelerini kullandı.
"Öldürülenler arasında çocuklar da vardı"
Eşref, "Gördüğümüz tüm yaralanma vakaları tamamen öldürme kastıyla yapılan yaralamalardı. Öldürücü dediğimiz bu yaralar genelde baş, kalp ve boyun kısımlarındaydı. Öldürülenler arasında çocuklar da vardı. Kendi evlatlarını kanlar içerisinde gören insanların ruh hallerini yakından görüyorduk. Ömer Edip adlı şehidin annesi oğlunun kanlar içerisindeki cesedini görünce hıçkırarak hüngür hüngür ağladı. Onu sakinleştirmek istiyorduk ama elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Dr. Muhammed Biltaci'nin kızı Esma öldürüldüğünde ona taziye dileklerimizi mi iletelim yoksa kızı şehid oldu diye onu tebrik mi edelim bilmiyorduk. Durum gerçekten çok vahimdi. Hepimiz, buradan sağ kurtulamayacağımıza inanıyorduk. Bu tam anlamıyla bir katliamdı. Amaçları meydanlarda bulunanların hepsini katletmekti." dedi.
"Mısır'da kaybolanların sayısı çok ciddi rakamlarla belirtiliyor"
Yaşanan katliamların sadece Rabia ve Nahda meydanlarında olmadığını aksine tüm meydanlarda yaşandığını vurgulayan Eşref, "Mustafa Mahmut Meydanında ve Mısır'ın diğer kentlerinde sayısız katliam yaşanıyordu. İnsanların hepsi yaşanan zulümlere karşı meydanlara ve sokaklara inmişti. Evet, sayısızca yaralı vardı ve hepsini kendimizle beraber götüremiyorduk. Maalesef birçoğunu alamadığımız için onları oldukları yerde bırakmak zorunda kaldık. Sisi askerleri tarafından birçok ceset ateşe verilerek yakıldı. Maalesef Sisi askerleri tarafından cesetlerin çoğu buldozerlerle adeta süpürülerek imha edildi. Hala o gün yaralananların hayatta olup olmadıklarını ya da zindanlara atılıp atılmadıklarını bilmiyoruz. Şimdiye kadar Mısır'da kaybolanların sayısı çok ciddi rakamlarla belirtiliyor. Bu kayıplardan henüz haber alınamıyor." ifadelerini kullandı.
"Zindana atılanlar ağır işkenceler görüyorlardı"
Eşref, "Darbe sonrasında binlerce kadın zindanlara atıldı. Meydanlardaki insanlar toplu halde arabalara bindirilerek zindanlara naklediliyordu. Uzun bir müddet bunlardan haber alamadık. Ta ki bazıları mahkeme salonlarında görülünceye kadar. Tabi bu mahkemeler tamamen adalete aykırı mahkemelerdi. Askeri mahkemeler ve farklı dairelerde geçici mahkemelerde yaklaşık 60 kişi idama mahkûm edildi. Bunlar hakkında verilen idam kararları uygulandı. Onlar hâkimlerin önünde açık bir şekilde dediler ki, 'Bu suçları bize işkencede zorla kabul ettirdiler. Bizler bu suçları çok ağır işkence koşulları altında kabul etmek zorunda bırakıldık.' Mahkeme hâkimleri, onların suçlu olmadıklarını çok iyi biliyorlardı. Yaşlı kadınlar tutuklandı ve şiddetli işkencelere maruz bırakıldılar. Bu işkenceye maruz kalan kadınlardan biri çok şiddetli işkencelerden dolayı tamamen felç oldu. Onların üstünde sigaralarını söndürüyorlardı. Elektrik vererek işkence ediyorlardı." diyerek yaşanan acıları anlattı.
"Zindandan çıkanlar normal bir hayat yaşayamıyor"
Mısır'da daha önce hiç böyle insani bir krizin yaşanmadığını ifade eden Eşref, "Çocuklar kanuni olmayan yerlerde esir edildiler. Kendilerinden yaşça büyük olan insanlarla aynı zindanlarda tutuldular. O zaman küçük yaşta zindana atılan çocuklar, zindanlarda büyüdüler. Küçük yaştaki çocuklar büyük adam oldular. Zindanlar gençlerle doldurulmuş, gençlikleri, gelecekleri ellerinden alınmıştı. Bu gençlere okudukları üniversitelerde sınavlara girmelerine dahi müsaade edilmiyor, psikolojik baskılarla çökertilmeye ve hakarete maruz bırakılıyorlardı. Hatta zindandan çıkarıldıktan ve serbest bırakıldıktan sonra bile normal bir hayat yaşayamıyorlardı. Çünkü psikolojik olarak çökmüşlerdi." dedi.
"Zindanlarda insani olmayan yaşam koşullarından dolayı sayısızca ölümler gerçekleşiyor"
Baskıların sadece İhvan-ı Müslimin cemaatinin fertlerine yapılmadığını ancak en güçlü muhalifin İhvan-ı Müslimin cemaati olarak bilindiğini hatırlatan Eşref, "İhvanı Müslimin, Mısır'da en güçlü muhalif güç olarak biliniyor. Hak ve hürriyetlerden bahseden herkes rejim tarafından bir düşman olarak lanse ediliyor. Böyle bir iddiada bulunanlar hemen esir ediliyordu. Şu an zindanlarda yaklaşık 150 kadın var. Bunlar muhalefet ettikleri için zindana atıldılar. İçlerinde hukukçular, gazeteciler, üniversiteli öğrenciler var. Hiçbir suçları olmadıkları halde zindanlara atılmışlardı. İçlerinde, cezaevlerinde babaları vefat edenler olmasına rağmen babalarıyla görüştürmeyenler var. Esra Halit isimli bayan zindanda tutukluyken babası da esir edilmişti. Babası, tıbbi ihmalkârlıktan dolayı vefat edince, kızının babasının cenazesinde bulunmasına izin verilmedi. Zindanlarda insani olmayan yaşam koşullarından dolayı sayısızca ölümler gerçekleşiyor." ifadelerini kullandı.
"Sina Yarımadası'nda tam anlamıyla bir savaş suçu işleniyor"
"Mısır'da şu anda hiç kimse için normal bir yaşam söz konusu değildir." diyen Eşref konuşmasının sonunda şunları söyledi:
"Zindanda olmayanlar, Sisi'nin zulümlerine maruz kalmayanlar bile onurlu bir yaşam süremiyorlar. Birçoğu günlük yiyeceğini dahi bulmakta güçlük çekiyor. İnsanlar birçok haklarından mahrum bırakılmışlar. Örneğin Sina Yarımadası meselesi çok geniş bir meseledir. Burada belki birkaç dakika içerisinde konuşabileceğimiz bir mesele değil ama şunu da söylemek isterim ki, onlar hakkında şu an tam anlamıyla bir savaş suçu işleniyor. Evlerinden zorla çıkartılıyorlar ve evlerine bombalar yağdırılıyor. Kadınlar ve çocuklar bu bombardımanlar neticesinde hayatlarını kaybediyorlar. Batı toplumu, nasıl olur da bu kan emici adamı sahipleniyor hala anlayamıyorum. Nasıl olur da Mısır kendi halkına karşı bu kadar katliam gerçekleştirmesine rağmen hala Birleşmiş Milletlere üye olabilir. Mısır'da durum çok kötü boyutlara ulaşmıştır. Mısır'ın demokratik bir devlet olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Bizler Mısırlılar olarak bu rejimin değişmesini istiyoruz. Bunun dışında başka bir şey kabul etmeyeceğiz. Oradaki kampanyalarımızı ve çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Halk olsun, esirler olsun tüm Mısırlıların haklarını savunmaya devam edeceğiz. Bizler, kendini ifade edemeyen, kendi hakkını dile getiremeyen kardeşlerimizin arkasında olacağız. İmkân dahilinde de haklarını savunmaya devam edeceğiz. Ölene kadar bu rolümüzü sürdüreceğiz." (Nizamettin Aşkın, Zeyd Varol- İLKHA)