• DOLAR 34.66
  • EURO 36.369
  • ALTIN 2932.552
  • ...
Cumhurbaşkanlığı Kabine toplantısı bitti! İşte tüm detaylar
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı’na ilişkin basın toplantısında, Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanlarıyla ilgili imzalanan anlaşmaya ilişkin soruya verdiği cevapta; “Akdeniz’in bir barış denizi hâline gelmesi için bütün taraflarla iş birliği yapabileceğimizi, anlaşma yapabileceğimizi açıkça ifade ettik. Tek istisnası Güney Kıbrıs, çünkü resmî olarak tanımıyoruz. Ama diğer ülkelerle de hem deniz yetki alanlarının belirlenmesi, hem kıta sahanlığı, hem sismik araştırma, sondaj ve diğer alanlarda ortak çalışma yapabileceğimizi ifade ettik” dedi.

Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi: “Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan 19. Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı’nda iç ve dış gündeme dair konular etraflı bir şekilde ele alındı. Öncelikle Cumhurbaşkanımızın takdim konuşması ile başlayan Kabine Toplantısı’nda, daha sonra güvenlik alanında İçişleri Bakanlığımızın, Dışişleri Bakanlığımızın, Millî İstihbarat Teşkilatımızın sunumları oldu güvenlik konularıyla ilgili, ardından Tarım ve Orman Bakanlığımızın, onun ardından, şu anda devam ediyor, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığımızın bir sunumu oldu, son olarak Gençlik ve Spor Bakanlığımızın da özellikle genç çocuklarda erken yaşlarda spor yetenek taramasıyla ilgili bir sunumu olacak. Önümüzdeki günlerde bu çalışmanın detayları biraz daha netleştiğinde Gençlik Spor Bakanlığımız bunu paylaşacak. Özellikle Türkiye’de ileriye dönük genç sporcuların yetiştirilmesiyle ilgili çok önemli bir çalışma yapılıyor, bunun önümüzdeki dönemde hem gençlerimizin sağlıklı yetişmesi, hem de Türk sporuna katkı sağlaması açısından her alanda önemli çıktıları olacağına inanıyoruz, bununla ilgili sunumlar yapıldı.

Cumhurbaşkanımız takdim konuşmasında özellikle son dönemde gerçekleştirdiği uluslararası toplantı ve temaslar hakkında kabine üyelerine de bilgiler verdi. Bildiğiniz gibi son dönemde Amerika seyahatinden sonra Katar ziyareti gerçekleşmişti, bu ülkeyle yaptığımız Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantısı’nın ardından İngiltere’ye bir ziyaretimiz oldu, burada bir dörtlü zirve gerçekleşti, üç büyük Avrupa ülkesiyle Türkiye’nin özellikle Suriye ve Libya konularında istişareler yapacağı bir mekanizma olarak bu dörtlü zirve ilk olarak ilk toplantısını Londra’da yaptı, orada alınan bir karar çerçevesinde de bu toplantının ikincisi Şubat ayında İstanbul’da yapılacak ve bundan sonra bu mekanizmanın daha düzenli bir şekilde işletilmesi konusunda da mutabakat sağlandı. Tabi İngiltere ziyareti asıl gündemi NATO Zirvesi idi ve burada da Sayın Cumhurbaşkanımız -siz de takip ettiniz- NATO’yla ilgili hem Türkiye’nin tezlerini ve görüşlerini ortaya koydu, hem de bugün ve yarına ilişkin NATO’nun vizyonu, güvenlik algısı, tehdit algılarıyla ilgili bir çerçeve çizdi ve bu zirve de bizim açımızdan da son derece başarılı geçti diyebilirim.

Burada da özellikle Suriye, Libya, terörle mücadele, siber saldırılar, hibrid tehditler ve benzeri konular NATO bağlamında, NATO ittifakının dayanışma ruhu çerçevesinde etraflı bir şekilde ele alındı. Tabi bu konuları da önümüzdeki günlerde yakından takip etmeye devam edeceğiz.

“KÜRESEL MÜLTECİLER FORUMU’NDA MÜLTECİ KRİZİNİN KÜRESEL BOYUTLARI ETRAFLI BİR ŞEKİLDE ELE ALINACAK”

Gene Sayın Cumhurbaşkanımızın uluslararası düzeyde devam eden temasları çerçevesinde önümüzdeki hafta Cenevre’de bir Küresel Mülteciler Forumu’na eş başkan olarak katılımı planlanmakta. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin düzenlediği bu toplantıda özellikle mülteci krizinin küresel boyutları, bölgesel yansımaları etraflı bir şekilde ele alınacak. Bu toplantıya da birçok ülke katılıyor, Cumhurbaşkanımız da eş başkan olarak, BM Genel Sekteri, Kosta Rika Cumhurbaşkanı, Pakistan Başkanı ve diğer ülke temsilcileriyle birlikte bu foruma katılacaklar ve mülteci meselesine küresel manada nasıl bir çözüm bulabiliriz, bu konuyla ilgili bir yoğun çalışma mesaisi gerçekleştirecekler. Oradan da bildiğiniz Sayın Cumhurbaşkanımızın Malezya ziyareti olacak, burada da bir dizi İslam ülkesinin, Pakistan’ın, İran’ın, Endonezya’nın, Türkiye’nin ve Malezya’nın katılımıyla İslam dünyasının gündemindeki temel sorunları ele alan bir zirve gerçekleştirilecek.

Cumhurbaşkanımız gene tabi son dönemde gündemimizde olan önemli bir konu biliyorsunuz Meclis’te de bütçe görüşmeleri devam ediyor, dolayısıyla burada ekonomiyle ilgili de bir genel değerlendirmesi oldu, onu da paylaşmak isterim.

Özellikle son dönemde sanayi üretimindeki yükseliş trendinin memnuniyet verici olduğunu ifade etmeliyim. Kapasite kullanım oranlarının arttığı artık teyit ediliyor, AR-GE harcamaları önemli bir eşik olarak millî gelirimizin şu anda yüzde birini aşmış durumda, bu çok önemli bir kazanım, çünkü AR-GE’ye yapılan her yatırım ileriye dönük inovasyon, yeni marka üretimi, yeni patent alımı, teknolojik verimlilik ve diğer alanlarda çok önemli bir geri dönüm sağlıyor. Ekonomiyi tetikleyen önemli kalemlerden birisi olarak AR-GE harcamalarımızın yüzde birlik bir seviyeye ulaşmış olması gerekten önemli bir eğişin geride bırakıldığını gösteriyor.

“ENFLASYONDA CİDDİ BİR DİZGİNLENMENİN OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ”

Ayrıca güven endeksleri yukarı doğru hareketlenmiş durumda. İhracat ve turizm verilerinde de bildiğiniz gibi çok ciddi ilerlemeler kaydedildi. Özellikle bu yıl turist sayısı 41 milyonu da geçti, bununla orantılı olarak turizm gelirleri de giderek artıyor. Daha önce Kültür Bakanımız da ifade etmişti, 50 milyon turist hedefi çok uzak değil, hamdolsun Türkiye artık bu imkân ve kabiliyetlere sahip.

Aynı şekilde enflasyonda da ciddi bir dizginlenmenin olduğunu görüyoruz, faizlerdeki düşüşün de devam edeceği görünüyor, bu çerçevede de borsada meydana gelen yükselişin de memnuniyet verici olduğunu ifade edebiliriz.

Bir diğer önemli gelişme de, geçen hafta Cumhurbaşkanımız İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir ilgili toplantısında paylamıştı, özellikle insani gelişmişlik endeksinde yüksek kategorisinden çok yüksek kategorisine çıkmış olması da Türkiye’deki genel manada ekonomik verilerin iyeye doğru gittiğini gösteriyor; bunu da özellikle vurgulamak isterim.

Bizim gündemimizde olan bir diğer önemli konu da, yarın biliyorsunuz arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri tevdi edilecek, burada külliyede, milletin evinde gerçekleştirilecek bir programla Sayın Cumhurbaşkanımızın hem ev sahipliği, hem de iştirakiyle gerçekleşecek bu toplantıda, daha önce ilan ettik ama hatırlatmak açısından ben ödül sahiplerini tekrar burada zikretmek istiyorum.

CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLTÜR VE SANAT BÜYÜK ÖDÜLLERİ

Cumhurbaşkanlığı 2019 Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri edebiyat alanında rahmetli Nuri Pakdil Bey’e, müzik alanında MFÖ diye bildiğimiz Mazhar, Fuat, Özkan Grubu’na, sinema alanında Mesut Uçakan’a, resim alanında Devrim Erbil’e, geleneksel sanatlar alanında Fuar Başar’a, mimarlık alanında Doğan Kuban’a, sosyal bilimler alanında Ahmet Yaşar Ocak’a ve vefa ödülü kategorisinde de geçenlerde kaybettiğimiz rahmetli Haluk Dursun Hoca’ya verildi. Yarın hayatta olanlar inşallah kendileri bizzat katılarak, darı bekaya göç etmiş olanların da inşallah yakınları ve temsilcileriyle burada bu töreni gerçekleştireceğiz. Özellikle kültür ve sanata verilen değerin toplam nezdinde de paylaşılması açısından bunun önem arz ettiğini ifade etmek istiyorum.

Bir başlık daha sizinle paylaşmak istediğim sorularınıza geçmeden önce.

“MÜLTECİLERİN EVLERİNE GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE GERİ DÖNMELERİNE İLİŞKİN DETAYLI ÇALIŞMA SÜRDÜRÜLÜYOR”

Özellikle tabi Suriye ve Libya’da yaşanan gelişmeler son dönemde hem bizim, hem de dünya siyasetinin önemli başlıklarını oluşturuyor. Suriye’de bildiğiniz gibi Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra bizim hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Rusya Federasyonu’yla yaptığımız iki tane önemli anlaşma var. Bu anlaşmanın ardından, birisi 17 Ekim, birisi de 23 Ekim anlaşmalarıydı, bu anlaşmaların ardından da özellikle sahadaki gelişmeleri yakından takip etmeye devam ediyoruz. Bildiğiniz gibi burada teröristlerin sınırımızdan tamamen uzaklaştırılması ve bir 444 kilometrelik bir hat üzerinde, bu batıya doğru da genişleyebilir, ama öncelikle olarak Fırat’ın doğusundan itibaren Irak sınırına kadar olan bölgede bir güvenli bölgenin kurulmasıyla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor. Öncelikli olarak şu anda bizim Barış Pınarı Harekâtı alanımız olan Tel Abyad ve Rasulayn bölgesinde bununla ilgili çalışmalar devam ediyor.

Tabi eş zamanlı olarak güvenli bölgenin kurulması ve mültecilerin evlerine güvenli bir şekilde geri dönmelerini sağlamak amacıyla da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’yle de detaylı bir çalışma şu anda Dışişleri Bakanlığımız, AFAD ve ilgili kurumlarımız marifetiyle sürdürülüyor. Pazartesi günü Cenevre’de gerçekleşecek olan Küresel Mülteciler Forumu’nda da bu konuyu hem Genel Sekreter, hem de Mülteciler Yüksek Komiseri ile ele alma imkânımız olacak. Başta da hep ifade ettiğimiz gibi, mültecilerin dönüşü Birleşmiş Milletler’in belirlediği üç ana kritere göre gerçekleşecek, yani güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde dönüşlerini sağlayacak bir çalışma yapıyoruz. Bugüne kadar uyguladığımız açık kapı politikası değişmemiştir, kimseyi zorla istemediği bir yere göndermek gibi bir politikamız bizim söz konusu değil. Dünyanın başka ülkeleri başka yöntemlere başvurabilir, hem insan haklarına, hem uluslararası hukuk ve anlaşmalara aykırı birtakım politikaları hayata geçirebilir ama Türkiye Cumhuriyeti olarak, Türk Milleti olarak biz mazlumun, mağdurun, mültecilerin, ihtiyaç sahiplerinin yanında olmaya devam edeceğiz. Fakat mülteci meselesinin küresel bir sorun olduğunu ve bütün paydaşların külfet paylaşımı noktasında sorumluluk alması gerektiğini de tekrar hatırlatmak istiyoruz.

RUSYA DEVLET BAŞKANI PUTİN İLE TELEFON GÖRÜŞMESİ

Tabi sahada özellikle PYD-YPG terör örgütünün hareketliliğiyle, mevcudiyetiyle ilgili endişelerimiz devam ediyor, bu konuyu hem Amerika Birleşik Devletleri’yle, hem Rusya’yla paylaşmaya, koordinasyon hâlinde bu konuyu takip etmeye de devam ediyoruz. Nitekim biraz sonra, 19:30’da Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Putin’le bir telefon görüşmesi olacak, burada hem Suriye’deki gelişmeleri, yani Fırat’ın doğusundaki gelişmeleri, Kobani olsun, Münbiç olsun, Kamışlı olsun, diğer bölgeler olsun, hem de İdlib’deki son durumu Cumhurbaşkanımız detaylı bir şekilde ele alacak. Ayrıca, Libya’daki gelişmeler de önem arz ediyor, bu konuları da Rusya Federasyonu Başkanı Sayın Putin’le görüşecekler.

“SURİYE’DE ÇÖZÜM, MUTLAKA BİR SİYASİ GEÇİŞ SÜRECİYLE GERÇEKLEŞECEK”

Bildiğiniz gibi Sayın Putin’in 8 Ocak’ta ülkemize bir ziyareti de olacak, ama onun öncesinde bu telefon görüşmesiyle de özellikle Suriye sahasındaki gelişmeleri yeniden ele alma imkânımız olacak. Suriye’de siyasi çözüm sürecinin hayata geçirilmesi bildiğiniz gibi çalışmalarımız da yoğun bir şekilde devam ediyor, Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarına biz tam destek veriyoruz, ama özellikle rejim kaynaklı engellemeler neticesinde maalesef son toplantıdan arzu edilen neticeler alınamadı. Burada rejimin dayatma yoluyla Anayasa Komisyonu’nu değersizleştirme, altını oyma yönündeki adımlarını şiddetle kınadığımızı ifade ediyoruz. Bu müzakere masası Suriye’nin bütün unsurlarını kucaklayacak bir şekilde kurulmuştur, Birleşmiş Milletler himayesi ve şemsiyesi altıda yapılmaktadır, orada hem rejim, hem de muhalifler bulunmaktadır. Dolayısıyla bu müzakere zeminini barışa ve siyasi istikrara götürecek zemini ortadan kaldıracak adımlardan rejimin mutlaka sarfınazar etmesi gerekir. Bu konuda biz hem Rusya Federasyonu’na, hem İran tarafına da gerekli telkinleri yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Zira nihai olarak Suriye’de çözüm, mutlaka bir siyasi geçiş süreciyle gerçekleşecek.

Anayasa Komisyonu’nu rejimin neden akamete uğratmak istediğini biliyoruz, çünkü oradan çıkacak bağlayıcı bir kararın kendi lehine olmayacağı endişesiyle hareket ediyor. Çünkü bildiğiniz gibi Anayasa Komisyonu çalışmasını tamamladığında, bir sonraki aşama Suriye’de seçimlerin yapılması olacak, yani şeffaf ve özgür seçimlerin gerçekleşmesi hâlinde Suriye halkının iradesi tecelli edecek ve Suriye’yi yönetecek gelecekteki kuşatıcı, demokratik meşruiyeti olan şeffaf yapı bu şekilde ortaya çıkacak, rejimin bundan kaçtığını biz gayet iyi biliyoruz. Ama asıl olan burada Suriye halkının, nerede olurlarsa olsunlar, ister Suriye’nin içinde, ister Suriye’nin dışında, iradelerini sandıkta özgür ve şeffaf bir şekilde yansıtmalarını sağlayacak şartları oluşturmak. Bu konudaki çalışmalarımız yoğun bir şekilde bundan sonra da devam edecek.

“LİBYA’DAKİ SİYASİ SÜRECİN BM ÇATISI ALTINDA İLERLETİLMESİ ÇALIŞMALARIMIZI YOĞUNLAŞTIRARAK SÜRDÜRECEĞİZ”

Libya’yla ilgili de bir cümle ifade etmek istiyorum. Son dönemde özellikle Hafter güçlerinin Trablus’a dönük saldırılarının yoğunlaştığını görüyoruz. Bildiğiniz gibi arkadaşlar, bu saldırılar hem uluslararası toplumun tanıdığı Libya Merkezi Hükûmeti diyelim, Yüksek Devlet Konseyi’ne, yani Fayiz Sarraj’ın başkanlığını yaptığı konseye karşı bir saldırıdır, bir tecavüzdür, hem de geçtiğimiz Nisan ayında Hafter ve Sarraj taraflarının üzerinde mutabık kaldığı Abu Dabi Anlaşması’na da aykırıdır.

Bildiğiniz gibi Berlin’de bir dizi toplantılar yapıldı, bunların dört tanesine ben de katıldım, dün buradaki yoğunluktan dolayı dünkü toplantıya katılamadım ama -bundan sonraki aşamada liderler düzeyinde Berlin’de bir Libya Zirvesi yapılacak- orada da bu konu tabi detaylı bir şekilde ele alındı. Biz görüşlerimizi baştan beri net bir şekilde orada ortaya koyduk, herkesin mutlaka Nisan ayındaki pozisyonlarına geri çekilmesi esastır. Bir ateşkes sağlanacaksa, bir siyasi sürecin ilerlemesinden bahsedeceksek Libya’da, Hafter taraftarlarının da Nisan ayındaki pozisyonlarına geri çekilmesi gerekiyor. Çatışmayla ve Hafter tarafına silah aktarmak suretiyle yahut paralı asker göndermek suretiyle orada bir neticenin alınamayacağı ortadadır. Dolayısıyla bu siyasi sürecin BM çatısı altında ilerletilmesi noktasında çalışmalarımızı yoğunlaştırarak devam edeceğiz. Ama gene burada bildiğiniz gibi pek çok aktör var Libya sahasında, bütün ilgili aktörlerin bu konuda makul ve meşru zeminde hareket etmesini sağlayacak çalışmalarımıza devam edeceğiz, Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu zaten hem NATO Zirvesinde dile getirmişti, hem de bundan sonraki temaslarında yoğun bir şekilde gündeme getirmeye devam edecek.

Soru: AK Partili Feyzullah Kıyıklık ve bir grup AK Partili’nin parti kurma hazırlığında olduğunu bildiğiniz Sayın Davutoğlu’nu ziyaret ettiği açıklandı, kendisi açıkladı. Aynı zamanda Babacan’ı da ziyaret etme olasılığının olduğunu söyledi. Tam parti kurma hazırlığındayken bu ismin iki ismi ziyaretini, zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Cumhurbaşkanı’nın haberi var mıdır? Bir de efendim, Davutoğlu’yla ilgili olduğu için söylüyorum, Sayın Davutoğlu’nun da açıklamaları olmuştu…

Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ve aileleri mal varlıklarını açıklasınlar demişlerdi efendim. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi Sayın Feyzullah Kıyıklık AK Parti’de yıllarsa siyaset yapmış bir büyüğümüzdür, bu konuda şu anda kendisi bildiğiniz gibi milletvekili değil. Bu konuyla ilgili olarak da, yani bu Sayın Babacan’ı, Sayın Davutoğlu’nu ziyaret etmeleriyle ilgili, kendi beyanından anlıyoruz biz bunu, Cumhurbaşkanımızın bu yönde bir görevlendirmesi söz konusu olmamıştır arkadaşlar, biz de basından öğrendik, kendi girişimleridir. Zaten kendisi de açıklamasında kimseye bir telkinde, icbarda bulunmak niyetiyle gitmediklerini, siyasi görüş alış verişinde bulunmak amacıyla gittiklerini ifade ediyor. Zaten buradan da hani biraz böyle, ne diyelim, eski tabirle mefhumu muhalifinden, yani tersinden okuduğunuzda ne amaçla gittiği anlaşılıyor. Yani böyle bir görevlendirme, gidin şunlarla konuşun, işte parti kurmaktan vazgeçirin falan gibi herhangi bir görevlendirme falan söz konusu değil. Bu vekil büyüğümüzün kendi girişimidir.

“ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNDEN SİYASİ TARTIŞMA BAŞLATMAK GÜNDEM SAPTIRMAKTIR”

Diğer sorunuzla ilgili, arkadaşlar, bu konuda Cumhurbaşkanımızın, özellikle onunla ilgili söylüyorum, yani mal varlığı bellidir, mal beyanı bellidir, ailesiyle birlikte verilmiştir. Şimdi burada gündem saptırmamak lazım. Burada Şehir Üniversitesi’yle ilgili yürüyen maalesef bir müddettir devam eden bir tartışma var. Şu anda onunla ilgili tabi bildiğim kadarıyla YÖK’ün de bir çalışması devam ediyor, orada öğrencilerin mağdur olmaması için, bir eğitim kurumunun çalışmalarının kesintiye uğramaması için, oradaki akademik bilimsel çalışmalarının devam etmesi için ne yapılaması gerekiyorsa idari anlamda, finansal anlamda, bunları tabi YÖK’le birlikte koordine etmek suretiyle bir hâl yoluna koyacaklarını biz umuyoruz, bekliyoruz. Oradaki öğrencilerin, akademisyenlerin hiçbir şekilde mağdur olması bizim arzu edeceğimiz bir şey değil. Ama bu konu üzerinden başka bir siyasi tartışma başlatmayı da doğrusu bir gündem saptırma olarak değerlendiriyoruz. Yani konuya yoğunlaşalım, burada bir üniversitenin girdiği idari ve finansal birtakım sınamalar var, bunlarla ilgili konuyu nasıl çözebiliriz, bu konuda, yani direkt Cumhurbaşkanlığı zaten taraf değil burada, YÖK üzerinden, tabi bir banka var, bir Danıştay kararı var, alınmış krediler var, bütün bunlarla ilgili bir çalışmanın belki etraflı bir şekilde yapılıp siyasi bir polemiğe dönüştürmeden, bir kutuplaştırma vesilesi yapmadan bu konuyu uygun bir şekilde çözmek en doğru yol olacaktır diye düşünüyoruz.

Soru: F-35 savaş uçağıyla ilgili ABD’yle özellikle son dönemde kriz var. Bu konuda Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ABD’de yeni gelişmelerin olduğunu, hareketlenmenin olduğunu söyledi. ABD’yle yapılan görüşmede ne tür bir sonuç elde edildi? ABD Türkiye’nin tezlerini kabul etti mi efendim teknik bir çalışma konusunda? Bunları öğrenmek istiyorum.

“F-35 KONUSU SAVUNMA SANAYİ MEVZUSU OLMAKTAN ÇIKIP, AMERİKAN İÇ SİYASETİNİN BİR KONUSU HÂLİNE GELMİŞ DURUMDA”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi daha önce biliyorsunuz biz Dışişleri Bakanlığımız üzerinden bu konu ilk gündeme geldiğinde bir teknik çalışma heyeti kurulması teklifini götürmüştük, hatta bunu gelin istiyorsanız ikili, istiyorsanız NATO şemsiyesi altında yapalım demiştik, çünkü gerekçe olarak bize bunun sadece F-35’leri değil NATO güvenlik sistemini de riske atacak bir adım olacağı şeklinde idi. Biz buna ikna olmuş değiliz. Bizim teknik uzmanlarımızla, Hava Kuvvetlerimizdeki uzmanlarımız, Savunma Sanayi Başkanlığı’ndaki uzmanlarımızın söylediği de, böyle bir riskin söz konusu olmadığı. Dolayısıyla dedik ki, gelin, yani bu konuda pozisyon empoze etmek yerine gerçekleri ortaya koyalım ve net bir şekilde konuyu bir aydınlığa kavuşturalım. Fakat maalesef Amerika Birleşik Devletleri tarafı bu tekliften hep kaçındılar şu ana kadar. Benim NATO Zirvesi marjında Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien’la yaptığım görüşmede de biz bu konuyu etraflı bir şekilde ele aldık, o zaman basına vermedik, biraz trafik de yoğundu. Daha sonra Cumhurbaşkanımızın da biliyorsunuz Sayın Trump’la bir görüşmesi oldu heyetler arası gene zirve marjında, o görüşmede bu konu, yani başkanlar düzeyindeki görüşmede bu konu detaylı gündeme gelmedi, biz konuştuk. Ve bizim yaptığımız görüşmede de biz bu teklifimizi yeniledik tabi. Çünkü eğer gerekçe buysa, yani bunu ortadan kaldıracak birtakım izahatın yapılabileceğini, birtakım düzenlemelerin yapılabileceğini biz biliyoruz, bunu da görüyoruz. Dolayısıyla burada tek taraflı olarak bizi hem F-35 programından çıkartacak, hem de CAATSA yaptırımlarına yol açacak bir tablonun olmadığı kanaatindeyiz, bize göre bu son derece açık ve seçik ortada. Fakat özellikle Kongre kaynaklı baskılardan dolayı işte Amerikan yönetiminin, Trump yönetiminin de bu konuda bir sıkışmışlık içinde olduğu anlaşılıyor. Yani bu konu arkadaşlar maalesef, şu anda teknik ya da savunma sanayi mevzusu olmaktan çıkmış, tamamen Amerikan iç siyasetinin bir konusu hâline gelmiş durumda.

Yani daha da önce de söylemiştim ben bunu ama gene kamuoyunun bilmesi açısından hatırlatmakta fayda var, bizim S-400’lerin alınmasıyla ilgili Rusya’yla yaptığımız anlaşma 2017’nin Nisan ayında yapıldı. Amerikan Yönetimi Kongresi’nin Rusya’yla ileri düzeyde ve geniş kapsamlı askeri iş birliği yapılmasını cezalandıran, ona yaptırım getiren CAATSA Yasası ise 2017’nin Ağustos ayında geçti, yani normalde hukuken de baktığınızda geriye doğru işletemeyeceğiniz bir süreç var. Yani biz bu anlaşmayı imzaladığımızda S-400’leri, böyle bir yaptırım yasası bile yoktu, böyle bir tasarı bile yoktu.

“S-400’LERİ BİZ KONTROL EDECEĞİZ, TÜRK SUBAYLARI KULLANACAK”

Bu konu nereden çıktı? Bildiğiniz gibi Amerikan iç siyasetinde Rusya Trump’ın seçildiği yıl o seçimlere müdahale etti mi-etmedi mi tartışması ki hâlâ bitmiş değil, yani son 2-2,5 yıldır Amerika’nın en çok konuştuğu mevzu, o bağlamda Amerikan yönetimini, biraz da kongresinin Trump yönetimine bu konuda bir hat çizmek, bir mesaj vermek, belki de cezalandırmak için gündeme aldığı bir konuydu. Daha sonra konu çok başka yerlere gitti, yani özellikle bizim Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra Amerikan yönetiminin belli kolları, kongredeki belli destekçilerin YPG’nin oyununun bozulmasından sonra gösterdiği reaksiyon, irrasyonel tepkiler, o duygusal patlamalara gördük hepimiz. Bunlarla birleşince bir anda bu mevzu ya hep, ya hiç sıfır toplamlı bir oyun meselesi hâline geldi. Sayın Cumhurbaşkanımız 13 Kasım’da Washington’a yaptığımız ziyarette Beyaz Saray’da Kongre üyelerine de tek tek bunları anlattı, konunun zannettikleri gibi olmadığını, teknik açıdan bakıldığında S-400’lerin F-35’lere bir tehdit oluşturmasının söz konusu olmadığını, kendilerinin teknik anlamda zihinlerinde birtakım endişeler varsa bunları giderebilecek birtakım düzenlemelerin de yapılabileceğini, ama bu konuda kendilerini kapatmış görünüyorlar, çünkü konuyu tamamen siyasileştirdiler, bundan dolayı da şimdi tabi bir pozisyon empoze etmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanımızın çizdiği çerçeve son derece net; S-400’den geri adım söz konusu değil. Ama Türkiye olarak biz S-400’leri kullandığımızda F-35’ler veya NATO güvenlik sistemi veya F-16’lar veya başka uçak sistemleriyle ilgili bir riskin oluşmaması için de zaten gerekli düzenlemeleri yapacağız. S-400’leri biz kontrol edeceğiz, yani bizim subaylarımız kullanacak.

Dahası, biz Patriot’ları alma konusunda da hazır olduğumuzu ifade ettik. Daha sonra biliyorsunuz İngiltere ziyareti sırasında Fransa Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı Sayın Macron’un bir-iki açıklaması oldu, ‘biz işte SAMP-T füzelerini, yani EUROSAM üzerinden bunları vermeyi teklif ettik, ama Türkiye almadı’ gibi bir şey söyledi; bu doğru değil. Bir kere SAMP-T füzelerinin alınmasıyla ilgili Türkiye’nin EUROSAM’la yürüttüğü bir süreç var, ama Türkiye hiçbir zaman ‘ben bunları almayacağım’ demedi. Tam tersine o süreci yavaşlatan Avrupa tarafı oldu. Yine mesele, bizim için iki tane önemli konuda kilitlendi. Birisi; kredi ve fiyat meselesi. İkincisi de; ortak üretim meselesi. Bunlar gerçekleştiği zaman biz SAMP-T füzelerini de alabiliriz. Bunu Cumhurbaşkanımız Macron’a da söyledi.

“NATO İTTİFAKI İÇERİSİNDE, S-400’LERİN ETKİN BİR ŞEKİLDE KULLANILACAĞI BİR FORMÜL ÜZERİNDE ÇALIŞACAĞIZ”

Dolaysıyla biz Batı ittifakı içindeki dostlarımıza kapıyı hiçbir zaman kapatmıyoruz, açıkça söylüyoruz. Biz nasıl enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmek zorundaysak, millî savunmayla ilgili, savunma sanayiyle ilgili kaynaklarımızı da çeşitlendirmek durumundayız. Bunu gelip sadece tek bir yere bağlamak istediğimiz zaman, o zaman bizim güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılayacak adımları neden atmıyorsunuz sorusunu sormak durumundayız. Biz bunu da gördük, yani Patriot füzelerinin, bize ödünç verilen füzelerin önce Amerika, daha sonra Almanya tarafından nasıl çekildiğini hep birlikte gördük. İşte bunları tamir, bakım vesaire gerekçeleriyle biliyorsunuz 2015-2016’da çektiler, ondan sonra bir daha geri getirmediler. Yani Suriye savaşının en yoğun olduğu dönemlerde, bizim birçok tehdit altında olduğumuz dönemlerde o Patriot füzelerini çektiler. Şimdi Türkiye’ye nasıl bir mesaj veriyor bu? Türkiye bu konuda bir sürü adım attı, bir sürü çaba sarf etti, ama neticede S-400’ler alındı, o iş bitmiştir. Ha bundan sonrasıyla ilgili biz yine NATO ittifakı içerisinde hem kendi hava savunma sistemimizi garanti altına alacak hem de S-400’lerin etkin bir şekilde kullanılacağı bir formül üzerinde çalışacağız. Bu konuda müttefiklerimizle birlikte Amerika Birleşik Devletleri dâhil ortak çalışmaya biz hep hazır olduğumuzu ifade ettik, oradan bir geri adım söz konusu değil. Ama tek taraflı olarak, yani pozisyon empoze etmek, sadece bu alternatif var, başka bir alternatif söz konusu dediğinizde biz de buna doğal olarak itiraz ediyoruz; hayır, alternatifler var, ara çözümler bulunabilir, ara tonlar var bu siyahla beyaz arasında, bunları bulup ortaya çıkartabiliriz. Şu ana kadar vardığımız bir mutabakat söz konusu değil, ama müzakerelerimiz bundan sonra da devam edecek.

Soru: Geçen hafta Cuma günüydü sanıyorum, milletvekillerine geçiş üstünlüğü sağlayan bir düzenleme geçti Meclis’ten, kırmızı ışıkta geçmeleri ve çakarlı araç kullanmaları noktasında. Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir değerlendirmesi oldu mu, bu düzenlemeyi nasıl değerlendirirsiniz, zira sosyal medyadan çokça tepki geldi bu karara ilişkin olarak?

ÇAKARLI ARAÇ KULLANIMI İLE İLGİLİ YASA

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi bu Meclis’ten geçen yasa Cumhurbaşkanımızın önüne henüz imzaya gelmedi, tabii son tahlilde kendi takdirleridir, bununla ilgili değerlendirmelerini yapacaktır, yasaya da bakacaktır. Yalnız şunun altını çizmek isterim arkadaşlar: Bu çakar kullanımıyla ilgili son dönemde, özellikle son 1,5 ayda biliyorsunuz yeni bir uygulama başlatıldı ve eskiye göre 50’ye 1 oranında çakar kullanımında bir azalma söz konusu oldu. Yani daha önce kontrolden adeta çıkmış olan bu çakar kullanımıyla ilgili çok sıkı denetimler uygulanıyor şu anda. Ve prensip olarak da devlet protokolündeki ilk 29 şu anda bu çakar kullanma hakkına sahip bulunuyor arkadaşlar. Şimdi bu tabii bir ruhsattır, azimet değildir eski tabirle. Yani bir izindir, yani illa alın kullanın diye bir teşvik söz konusu değil. Şimdi burada bu ilk 29’daki protokol, bunlar tabii devletin belirlediği protokol listesine göre şekilleniyor. Sayıya baktığınızda, kullanım alanına baktığınızda milletvekilleri de dâhil olmak üzere şu anda kullanım alanında çok ciddi bir azalmanın olduğunu söyleyebilirim. Yani binlerce araçtan geçtiğimiz 1-1,5 ay içerisinde çakarlar söküldü. Bu konuda İçişleri Bakanlığımızın, Emniyet Genel Müdürlüğümüzün denetimi devam ediyor, bundan sonra da devam edecek. Yani dolayısıyla burada geçiş üstünlüğü, çakar kullanımı, siren vesaire gibi araçların kullanımının ihtiyaca binaen, çünkü koruma altında olan kişiler de var biliyorsunuz, devletin sağladığı hayat boyu koruma imkânı olan kişiler de var bulundukları kritik görevlerden dolayı, bunları da kapsayacak şekilde daha makul, vatandaşı rahatsız etmeyecek şekilde trafikte özellikle bir düzenleme yapılıyor. Şu anda zaten İçişleri Bakanlığı’nın aldığı bu tedbirlerle biliyorsunuz bu çok ciddi bir şekilde daraltıldı. Dolayısıyla burada trafikte asıl olan trafik kurallarına herkesin uymasıdır. Yani geçiş üstünlüğü dediğinizde trafik kurallarını isteyen istediği gibi ihlal edecek; böyle bir şey söz konusu değil. İhtiyaç hâlinde bunların kullanılması zaruret olabilir. Ama nihai olarak yasa tabii Cumhurbaşkanımızın önüne geldiğinde takdir kendilerinindir.

Soru: Bu son dönemde Doğa Koleji’nde özellikle mali sıkıntılar nedeniyle bir satış süreci söz konusu. Veliler bazı kampüslerde eylemler yapıyorlar. Bazı okullarda derslerin işlenmediği, öğretmenlerin derslere girmediği söz konusu. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nde bu konu gündeme geldi mi? Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda önümüzdeki süreçle ilgili atacağı somut bir adım var mı? Okulun olası kapanması durumunda nasıl bir yol izlenecek, değerlendirmenizi alabilir miyim?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi Doğa Koleji’yle ilgili Millî Eğitim Bakanımızla da görüştüm, spesifik olarak belki bundan sonra atılacak, atılması muhtemel adımları kendileri açıklarlar detaylı bir şekilde. Ama bir genel prensip olarak şunu ifade etmek isterim: Özel okulların da tabi olduğu belli kurallar var, idari ve mali kurallar söz konusu. Bunlara uydukları müddetçe biliyorsunuz Millî Eğitim Bakanlığı ve tabii ki mali tarafı da Maliye Bakanlığı tarafından denetlenmek suretiyle bu kurumlar eğitim hizmeti vermektedirler. Burada sıkıntıya girdikleri zaman Millî Eğitim Bakanlığı’nın ilk yapacağı şey ve birinci önceliği; öncelikle öğrencilerin mağdur olmayacağı, velilerin de endişeye kapılmayacağı bir formül üretmektir. Bununla ilgili olarak genel prensip; Millî Eğitim Bakanlığımızın bir hazırlığı var. Tabii ben Doğa Koleji’nin yani finansal durumu, satışıyla ilgili şu anda bir öngörüde bulunamam, bu doğru olmaz, nasıl bir formül üretirler, kim alır-kim satar onu bilemiyorum, ama öğrencilerin mağdur olmaması için Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuyu çok yakından takip ettiğini, Bakanımızın da bizzat konuya vakıf olduğunu ifade edebilirim. Umarız bu süreçten, bu darboğazdan çıkarlar, bir şekilde bu mali sorunlarını çözerler ve çocuklarımız, öğrencilerimiz, velilerimiz mağdur olmaz. Ama öyle bir durumun ortaya çıkması hâlinde dahi Millî Eğitim Bakanlığımızın bu konuda öğrencilerimizin mağdur olmayacağı bir formül üretmek için gerekli çalışmayı şu an itibariyle de yaptığını söyleyebilirim.

Soru: Siz S-400 alımı ve Amerika’nın olası yaptırımlarından bahsettiniz, ama Türkiye’ye ambargo uygulanmasına dönük tasarının ABD Kongresinin Dış İlişkiler Komitesi’nden geçtiği belirtiliyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bir de, Cumhurbaşkanı Libya’ya asker gönderilmesi ya da eleman gönderilmesi olarak tabir etmişti, bu noktada Libya’dan talep gelirse diye bir şart koşmuştu. Libya ile temaslar sürüyor. Bu noktada Libya’dan gelen herhangi bir talep söz konusu mu?

“S-400’LE İLGİLİ SÜREÇ DEVAM EDECEK”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi Kongre’deki o süreci biz de yakından takip ediyoruz. Demin de ifade ettiğim gibi, yani bunun bizim S-400 alımımıza, kullanımımıza dönük bir etkisi olmayacaktır, onu açık bir şekilde ifade edeyim. Yani Kongre’den bu tasarı geçse de-geçmese de, ne şekilde geçerse geçsin S-400’le ilgili süreç devam edecek. Tabii tasarının Komisyon’dan Genel Kurul’a gelmesi, Senato’dan geçmesi; bunlar ihtimal dâhilindedir. Daha sonra biliyorsunuz Başkanın önüne gelecek. CAATSA Yasası’nda da 12 tane madde var, bunların içinden en az beş tanesini Başkan seçmek durumunda, o beş maddenin hangilerini Sayın Trump seçecektir; daha önümüzde bir süreç var. Sayın Trump’ın bu konuda iyi niyet içerisinde olduğunu zannediyorum hepimiz takdir ederiz. Bunu kamuoyu önünde de söyledi, basın önünde de söyledi, bizimle yaptığımız toplantılarda da, Cumhurbaşkanımızla yaptığı toplantılarda da birçok kez ifade etti. Bu yasadan rahatsız, bunun uygulanmasını istemiyor. Ama tabii Kongre’den geçmiş bir yasa olduğu için de bir noktadan sonra onun da eli-kolu bağlı, bunu anlayabiliyoruz. Ama daha sonra bu yaptırım yasasında bulunan 12 maddenin hangilerini seçeceğine dair tercih hakkı da Başkan’ın elinde. Dolayısıyla o aşamalara geldiğimizde bunu göreceğiz. Ama dediğim gibi, Kongre üyelerinin burada gözlerini ve kulaklarını gerçeklere kapattıkları anlaşılıyor. Yani biz birçok defa böyle bir teknik çalışmayla dile getirdikleri endişelerin izale edilebileceğini söylememize rağmen bu çalışmadan ısrarla kaçıyorlar. Bu konunun olmuş-bitmiş bir mesele olduğunu söylüyorlar. Tabii ki bizim bunu kabullenmemiz mümkün değil, bizim uzmanlarımızın bu konuda dile getirdiği görüşler de son derece açık ve net.

LİBYA İLE TÜRKİYE ARASINDA İMZALANAN ANLAŞMALAR

Libya konusuna gelince; bildiğiniz gibi arkadaşlar, 27 Kasım’da İstanbul’da yapılan Libya ile iki tane anlaşma var; birisi deniz yetki alanlarıyla ilgili, diğeri de güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması. Deniz yetki alanlarıyla ilgili anlaşma yeni bir anlaşma. O konuda da biliyorsunuz büyük gürültüler koptu, hâlâ tepkiler geliyor, yani biz bunu anlamakta da zorlanıyoruz açıkçası. Çünkü iki ülkenin, Akdeniz’e komşu olan, sahili olan iki ülkenin bu konuda karşılıklı bir anlaşma yapmasını başka ülkeler tarafından büyük bir vaveylayla karşılanması kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü bu konuda BM uluslararası deniz hukukuna göre ülkeler bir araya gelerek aynı denize sahili olan ülkeler ikili, üçlü, dörtlü, çoklu anlaşmalar yapabilirler. Nitekim bizi Akdeniz’de Antalya sahiline hapsetmek için İsrail, Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs tarafının üçlü-dörtlü toplantılar yaptıklarını, anlaşmalar yaptıklarını gördük. Mesela biz aslında burada Akdeniz’in bir barış denizi hâline gelmesi için bütün taraflarla iş birliği yapabileceğimizi, anlaşma yapabileceğimizi biz açıkça ifade ettik. Tek istisnası Güney Kıbrıs, çünkü resmî olarak tanımıyoruz. Ama diğer ülkelerle de hem deniz yetki alanlarının belirlenmesi, hem kıta sahanlığı, hem sismik araştırma, sondaj ve diğer alanlarda ortak çalışma yapabileceğimizi ifade ettik. Bu birinci anlaşmaydı.

İkinci anlaşma da, güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması. Bu daha önce yapılmış bir anlaşmanın, 2011 ya da 2012 yılı yanlış hatırlamıyorsam, güncellenmiş hâlidir, kapsamı biraz daha genişletilmiştir. Bu anlaşmaya göre uluslararası toplumun tanıdığı Libya Hükûmeti Türkiye’den böyle bir talepte bulunursa, asker göndermek için bunun ahdi zemini mevcuttur, bu anlaşmanın kapsamı içerisindedir. Tabii Libya tarafından bize gelen böyle bir talep söz konusu değil, umarız buna mecbur da kalmazlar. Yani bu içerideki çatışmalar bir an önce sona erer, ateşkes sağlanır. Ama böyle bir talep gelmesi durumunda Sayın Cumhurbaşkanımız o anlaşmada yer alan bir maddeye atıf yaparak bunun mümkün olduğunu, ahdi zemininin bulunduğunu da ifade ettiler. Tabii birileri yine bundan rahatsız olacak, biliyoruz. Ama hukuki zeminde iki ülke arasında yapılan bir güvenlik anlaşmasının üçüncü ülkelere tehdit oluşturmadığı müddetçe ki bu anlaşmanın üçüncü ülkelere dönük bir tehdit oluşturması söz konusu bile değil. Ama Libya’nın meşru hükûmetine dönük saldırıları durduracak ve iç barışı sağlayacak bir adım atma noktasında önemli katkı sağlayacağı da açık bir şekilde ortada.”

Kaynak: www.tccb.gov.tr/

Bu haberler de ilginizi çekebilir