• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
HÜDA PAR: Tesettürlü hanımlara saldırılar nefret zeminini gün yüzüne çıkarmıştır
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HÜDA PAR tarafından yapılan haftalık gündem değerlendirmesinde, marjinal kesimlerin tesettürlü kadınlara yönelik provokatif fiziki saldırılarına dikkat çekti.

Değerlendirmede, bu tür saldırıların toplumda açtığı yara göz önünde bulundurularak saldırganların hak ettikleri cezaya çarptırılması gerektiğinin altı çizildi.

HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan haftalık iç gündem değerlendirmesinde ayrıca, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Destek Kurumu tarafından yayımlanan "Demokrasinin Küresel Durumu-2019" raporu değerlendirildi.

BAŞÖRTÜLÜLERE YÖNELİK SALDIRILAR

Son günlerde başörtülülere yönelik saldırılar, oluşturulmak istenen nefret zeminini gün yüzüne çıkarmıştır. 28 Şubat sürecinde insanlar inandıkları değerler uğruna özgürlüklerini, eğitim ve iş hayatlarını kaybetmiş; kadınlar başörtüleri sebebiyle büyük bedeller ödemişlerdir. İnanç ve ibadet hürriyeti ile ilgili engellemelerin kalktığının düşünüldüğü bir süreçte, tesettürlü hanımlara yönelik maksatlı ve provokatif fiziki saldırılar, toplumun marjinal de olsa bir kesiminin milletin inancına ve onun simgelerine düşman haline getirilmiş olduğunun acı tablosudur.

Şu anda önce eğitim, sonrasında da iş hayatında başörtüsüne yönelik engeller fiili olarak kaldırılmış ise de hiçbiri için yasal ve anayasal güvence oluşturulmamış, bu konudaki haklı talepler de geçiştirilmiştir. Başta tesettür olmak üzere milletin inancını yaşama hürriyeti, milletin inancına ve onun gereklerine düşmanlık yapan hastalıklı zihniyetin iktidar olması halinde bile dokunamayacağı bir şekilde yasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Sosyal barışın ve kardeşliğin tesis edilmesi açısından da bu adımların acilen atılması zorunluluktur. Bu tür saldırıların, toplumda açabileceği yaralar göz önünde bulundurularak faillerin hak ettikleri cezai müeyyidelere tabi tutulması, toplumda bu tür suçların ve yol açabileceği felaketlerin önüne geçilmesi bakımından önemlidir.

TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI KARNESİ

Uluslararası Demokrasi ve Seçim Destek Kurumu’nun hazırladığı “Demokrasinin Küresel Durumu-2019” raporu yayımlandı. Rapora göre Türkiye temel hakların düşük seviyede olduğu iki ülkeden birisi olarak açıklandı. Temel haklar, temsili hükümet, denetleme, kamu idaresinin tarafsızlığı gibi temel bileşenler üzerinden değerlendirmeler içeren rapor Türkiye’ye özellikle insan hakları üzerinden bir eleştiri niteliği taşımaktadır.

Özellikle FETÖ askeri darbe girişiminin ardından kişilerin hak ve hürriyetlerine yapılan hukuk dışı müdahaleler ile işe alımlarda getirilen güvenlik soruşturması uygulamaları arkasında binlerce mağdur bırakmış, bu mağduriyetlerin giderilmesi adına ciddi bir adım atılmamıştır. Raporda yer alan ve alt bileşenlerden birisi olan adalete ulaşım başlığı da oldukça dikkat çekicidir. Raporda telafisi çok zor mağduriyetlere neden olan uzun tutukluluk süreleri nedeniyle insanların aylarca mahkeme önüne çıkmayı bekledikleri ifade edilmiştir. Bununla beraber suçlamalardan beraat etmiş veya haklarında takipsizlik kararı verilen kişilerin işe iadesinde de büyük sorunlar yaşandığı vurgulanmıştır.

Türkiye’de bu insan hakkı ihlalleri, ekonomik, sosyal ve psikolojik birçok soruna kaynaklık etmektedir. Türkiye’de yargının hızlı, adil ve bağımsız çalışmasını sağlayacak bir yargı reformuna şiddetle ihtiyaç vardır. Mağduriyetlerin daha ileri boyutlara çıkmaması için -stratejik bazı kurumlara eleman alınması hariç- işe alımlarda güvenlik soruşturması uygulaması ivedilikle kaldırılmalı, insan hak ve hürriyetleri ne siyasi ikballere ne de “Devletin Bekası” gibi müphem ve göreceli kavramlara kurban edilmemelidir. Bilmek gerekir ki devletlerin bekası, ancak hukuk ve adaletin ikamesi ile tesis edilebilir.

İDLİB’TE ÇADIR KAMPINA DÜZENLENEN SALDIRI

İdlib’te yerlerinden edilmiş sivillerin sığındığı çadır kampına düzenlenen saldırıda aralarında çocukların da bulunduğu en az 12 sivil katledildi. Sivilleri hedef alan bu saldırıyı kınıyor, katledilenlere Allah’tan rahmet diliyoruz.

Astana süreci içerisinde Rusya, İran ve Türkiye garantörlüğünde çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’te çatışmalar ve sivillere yönelik saldırılar devam etmektedir. Son saldırılar, güvenlik nedeniyle evlerini terk ederek çadır kampına yerleşen sivillerin yaşamının da tehdit altında olduğunu göstermiştir. Yaşam şartlarının son derece ağır olduğu çadır kampına yönelik bu saldırı savaş suçu niteliği taşımaktadır

3 milyon sivilin hayatının tehdit altında olduğu İdlib’in mutabakata uygun olarak çatışmasızlık bölgesi olması ve yaklaşan kış şartlarında sivillerin yerleşim bölgelerine dönüşü ivedilikle sağlanmalıdır. Siyasi çözüm umudunun arttığı bu dönemde İdlib’te saldırılarını yoğunlaştıran Rusya’nın ve Suriye’de tekrar askeri varlığını arttırmaya başlayan ABD’nin vekalet savaşının devamını arzuladıkları görülmektedir. Yüz binlerce Suriyelinin hayatına mal olan ve bölgeye yayılan Suriye savaşının sona erdirilmesi için bölge ülkeleri daha fazla inisiyatif almak mecburiyetindedir. Aksi takdirde bedeli gün geçtikçe daha da ağırlaşacaktır.

ASIL BÜYÜK ŞEYTAN ABD’DİR

İşgal rejimi, 2011 yılından bu yana devam eden Suriye iç savaşını çıkarları doğrultusunda derinleştiren bir politika izlemiştir. Bölge ülkelerindeki iç karışıklık ve kargaşadan yararlanan siyonistler işgal faaliyetlerini arttırmış, Suriye başta olmak üzere Lübnan ve Irak’a yönelik çeşitli saldırılarda bulunmuştur. İşgal rejiminin saldırıları; Filistin meselesinin siyonizmin lehine çözümü için başlatılan “yüzyılın antlaşması” sürecinin bir parçası, ABD’nin Ortadoğu’da tekrar aktifleşen yoğun askeri varlığının ve bölge ülkelerinin işgal rejimiyle başlattığı normalleşme adımlarının bir sonucudur.

İşgal rejiminin, yeni yerleşim yerleri inşa etmesi bugüne kadar uluslararası herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış aksine Trump’ın başkanlığındaki ABD ve diğer bazı devletler tarafından onaylanmıştır. İşgal rejiminin Filistin başta olmak üzere bölge ülkelerine yönelik saldırıları ABD ortaklığında yüzyılın ihanetinin uygulamaya koyulduğunun açık göstergesidir. Süreç, işgal faaliyetlerinin Filistin toprakları ile sınırlı kalmayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Bütün İslam ülkeleri, İslam coğrafyasını siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa sürükleyen işgal rejimi ile normalleşme faaliyetlerine derhal son vermelidir. İşgal rejimi Filistin topraklarından sökülüp atılmadığı müddetçe ne Filistin meselesi çözülür ne de Ortadoğu İslam Coğrafyasına huzur ve barış gelir. Bu nedenle bütün hesaplar işgal rejiminin bölgeden sökülüp atılması üzerine yapılmalıdır.

HÜDA PAR GENEL MERKEZİ

Bu haberler de ilginizi çekebilir