Türkiye Aile Meclisi: İstanbul Sözleşmesi aileyi yıkma projesinin bir parçasıdır
Türkiye Aile Meclisi, Türkiye’de yürürlükte olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, CEDAW ve İstanbul sözleşmelerini masaya yatırdı.
İstanbul Güngören Genç Osman Vakfı’nda düzenlenen toplantı ile biraraya gelen uzmanlar, uygulamada olan sözleşmelerin toplum ve aile yapısına verdiği zararları, sözleşmelerin dayandığı tezleri ortaya koydu.
Toplantıda konuşan Av. Lütfi Bergen, “Toplumda ‘İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklandığı düşünülen bazı problemlerin olduğunu, bu sorunların Anayasa’da olan kanunlardan kaynaklı olduğunu ve söz konusu sözleşmelerde geçen maddelerin öteden beri kanunlarımızda var olduğunu belirtti.
“Bugün henüz ‘İstanbul Sözleşmesi’nin etkileriyle muhatap değiliz”
Bergen, “Elimizde 3 sözleşme var. Türkiye’de bu sözleşmeleri nasıl anlıyorlar. ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ 1954 yılında Türkiye’de yürürlüğe girdi. Bunun asıl amacı eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesidir. Bunun ne anlama geldiğini Müslümanlar yeterince düşünmüyor. Kadın erkek arasındaki ayrımcılıktan tutun insan ile insan arasındaki ayrımcılığa kadar geniş ve radikal bir sözleşmedir. İnsanları Batılılaştıran bir sözleşmedir. Bu durum Müslümanlar tarafından görülmemektedir. İkincisi ‘CEDAW Sözleşmesi’dir. Buradaki ilke ise, eşitlik ve kadına ayrımcılık ilkesidir. Bu sözleşme ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde geçen ayrımcılığı kadına ayrımcılık getirerek işi bir adım daha ileriye taşımıştır. Türkiye bu sözleşmeyi 1985 yılında kabul etmiştir. Bu sözleşmeler son derece radikal, toplumları düzleştirici, insanları batıcı yapmak için alınan radikal kararlardır. Peki, ‘İstanbul Sözleşmesi’ nedir? İstanbul Sözleşmesi aslında CEDAW’ın 19. Protokolde şiddet üzerine getirmiş olduğu Avrupa komisyonu tarafından yapılan düzenlemedir. Yani CEDAW’a bağlı olarak yapılmıştır. Buradaki kavramın ana gayesi kadına şiddetin önlenmesi ve cezalandırılmasıdır. Bugün henüz ‘İstanbul Sözleşmesi’nin etkileriyle muhatap değiliz.” diye konuştu.
İstanbul Sözleşmesine bağlı olan 6284 sayılı kanundan önce anayasada olan 4320 sayılı kanunun olduğunu hatırlatan Bergen, “İkisi arasında sadece tek bir fark var. 4320 sayılı kanunda aile içi şiddetten bahsederken, 6284 sayılı kanunda ise ev içi şiddetten bahseder. Dikkat edilirse bu eşler arasındaki şiddetten kaynaklı şikâyetler üzerine yürümektedir. Sözleşmede kadınlar lehine tanınan ayrımcılığın ayrımcılık olarak sayılmayacağı hükmünün anayasaya aykırı olduğu tezi baltalanmaktadır.” ifadelerini kullandı.
“Değişimleri yavaş yavaş yaptılar”
Toplantıda bir konuşma yapan Dünya Sosyologlar Derneği Başkanı Necdet Topçu ise, “Yaşadığımız toplum sadece Müslümanların yaşadığı bir toplum değildir. Toplum, beraber yaşadığımız farklı anlayışlara sahip insanlardan oluşuyor. Bu toplumun bir üst mekanizması olan devlet, beşeri ideoloji ile yönetilen kanun ve kararlar alan bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın zemini Seküler yapıya sahiptir. Çıkar endeksli toplum ve insan modelli bir toplumda anlayışa dayalı beklentilere girerseniz, hayal kırıklığına uğrarsınız. 1926 yılından itibaren medeni kanuna dayalı art arda gelen ve birbirlerini tamamlayan yasalar getiriliyor. Madem CEDAW vardı ‘İstanbul Sözleşmesi’ne ne gerek vardı denilebilir. Aslında öncelikle 40 kiloluk bir yumruk attılar. Sonra bunu seksen kiloya çıkardılar. Ardından da yere devrilecek hale getirdiler. Yavaş yavaş yaptılar. Zihinsel süreçler bu şekilde gerçekleşir.” şeklinde konuştu,
“Yasalarda Seküler anlayış değil, merhamet esaslı modeller esas alınmalıdır”
Topçu, “Eğer konu Seküler anlayışta çıkar endeksli insan ve toplum modeliyse hiçbir zaman oğlunuzla, kızınızla, eşinizle, babanızla dahi anlaşamazsınız. Dolayısıyla işin merkezine merhamet esaslı olan bir insan modeli koymamız gerekir. Burada Müslümanlar ve hassas düşünenlerin eşit bir şekilde birbirlerini anlayabilecekleri yasalar konulmalıdır.” dedi.
“Kadın ve erkek evlilik öncesi mal beyanında bulunmalı”
Nafaka meselesinde uygulanabilecek olan kanunların düzenlenmesi gerektiğini vurgulayan Topçu, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Kadın ve erkek evlenecekleri zaman mal beyanında bulunmalıdırlar. Evlilikten sonra her ikisinin çalışması halinde bir ayrılık söz konusu olduğunda, elde edilen kazanımlar paylaşılır. O zaman ortada ne nafaka kalır ne de mahkeme kalır. Kadın ve erkekte baştan beri zihinsel olarak buna hazır olur.” (Nizamettin Aşkın- İLKHA)