Kadınlar Erkeklere Allah’ın Emanetidir
“Kadınlarınız Allah’ın size birer emanetidir. Onlara yaptığınız muamele hususunda Allah’a hesap vereceksiniz.” (Veda Hutbesi)
Kadının erkeğe emanet olması, ancak nikah akdi ile mümkün olur. Erkeğin nikahsız bir şekilde bir kadınla kurduğu ilişki gayrı meşru olduğu için ne erkek kadına ne de kadın erkeğe emanetçi olma özelliğini taşıyabilir. Çünkü ilişkileri kaçamaktır ve şehevi hisler üzerine kurulmuştur. Onun için bu birliktelik, hiçbir ahlaki değeri içinde barındıramaz. Bu ilişkide kadın ve erkek birbirlerine karşı hak, hukuk ve sorumluluk hissi taşıyamaz. Aralarında sadakat, güven tesis edilemez. Aile bağları, sevgi ve şefkat üzerine bina edilen ruhsal bir bağ iken gayri meşru ilişkiler, cinsel hazlar üzerine bina edilen tensel bağdır. Tenle kurulan bir bağın da ne kutsallığı ne de bir bağlayıcılığı vardır.
Toplumlar ancak nikah ile gerçekleşen aile kurumuyla ayakta durur. Çünkü ferdin toplum olmaya doğru attığı ilk adım aile kurmaktır. Kişi egolarının esaretinden ancak aile olma bilincine eriştiğinde kurtulur. Benden, biz olmaya adım atar. Sevgi, şefkat, merhamet ve tüm ahlaki değerler ailede öğrenilir, aileden dalga dalga toplumsal hayata yansır. Aile kurumunda bireylerin birbirlerine karşı hem hakları hem de sorumlulukları vardır. Üstelik ailenin kuralları ve bireylerin birbirlerine karşı sınırları da vardır. Ancak tüm bunlara dikkat edildiği oranda aile bütünlüğü korunur. Bütünlük korunduğu oranda ise toplumlar ve hatta insanlık hayatta kalır.
Aile bütünlüğünün korunması için tüm bireylerin, kendi hak ve sorumluluklarının idrakinde olması şarttır. Hele ki; aile bireylerinden birinin hakkını ötekine veren, birini şımartırken diğerini ezen bir anlayışın hâkim olduğu bir dönemde bu mesele daha elzem hale gelmiştir. Aileyi yok etme adına başlatılan küresel, şeytani bir savaşla karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz ve toplum olarak ciddi yaralar alıyoruz. Maalesef küresel emperyalizme uşaklık yapan feminist yapıların çalışma alanı haline gelen ülkemizde, feminist anlayış; toplumun büyük bir kesiminin zihnini etkisi altına almış durumda. Ailesiz, sınırsız, ahlaksızlık bir dünya için çalışan bu yapılara karşı Müslüman kadın; bir eş ve anne olarak hak ve sorumluluklarını, erkek; bir eş ve baba olarak hak ve sorumluluklarını, çocuklar da anne ve babalarına karşı hak ve sorumluluklarını iyi idrak etmek zorundadır.
Yüce Rabbimiz Nisa Suresi 34’üncü ayette şöyle buyuruyor:
“Erkekler kadınlar üzerinde kavvam (koruyucu ve yönetici)’dırlar. Bu, Allah’ın birine fazlasını vermesi ve mallarından harcama yapması sebebiyledir. Saliha kadınlar itaat ederler, Allah nasıl onları koruduysa onlar da kocalarının yokluğunda korunması gerekenleri korurlar…”
Her kurum bir yönetici ile ayakta durur. Yönetici olmak; büyük bir sorumluluk almak demektir. Eğer bir kurumda yönetici olmaz ise orada adalet, dirlik ve intizamın olması da mümkün değildir. Ailenin yöneticisi ise yüce Allah tarafından tayin edilen erkektir. Erkek nikahladığı kadını, Allah’ın emaneti olarak teslim almıştır. Erkek bu emanetin bilincinde olduğu oranda ne kadar mühim bir sorumluluğun altına girdiğinin de farkında olacaktır. Çünkü o, kendisine Allah tarafından emanet edilen karısını ve çocuklarını korumak, gözetmek, maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermek gibi bir yükün altına girmiştir.
Küresel Emperyalizmin aileyi yok etme hedefine hizmet eden feministlerin en çok karşı olduğu mesele, erkeğin evde yönetici olması, kadının da erkeğe emanet edilmiş olma anlayışıdır. Onlar kadının kocasını yönetici olarak görmesini, kabul etmesini hazmedemiyorlar. Çünkü kadın bunu kabul ettiğinde; erkeğin kendi üzerindeki otoritesini de kabul etmiş olacak. Onlar erkeği sorgulayan, çatışan, rakip olarak gören bir kadın anlayışının hâkim olmasını istiyorlar.
Ayette, Saliha kadınların itaat eden, kocalarının yokluğunda korunması gerekenleri koruyanlar olduğu belirtiliyor. Ayet, kadın ile erkeğe haddini, hudutlarını, sorumluluklarını bildiren bir dengeyi belirtiyor. Bu dengeyi bozmak isteyenler, 2001 tarihinde Anayasadan erkeğin ailenin reisi olduğunu belirten maddeyi kaldırdılar. Böylece aile yasalarında o tarihten itibaren yapılan değişiklikler, feminist anlayışla hazırlandı.
En son 2014’de İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle, eşler arası hak ve sorumlulukları yerle bir eden uygulamalar zirveye ulaştı. Erkeğin kendi ailesini yönetme, idare etme hakkı tamamen şiddet tanımı içinde yer aldı. Örneğin; erkeğin karısının ve kızının kimle görüşüp görüşmeyeceğine karışması; nereye gittiğini, kimlerle görüştüğünü sorması… Hangi işte çalışacağına karışması, çalışıp çalışmayacağı konusunda yönlendirme yapması… Giydiği kıyafete olumsuz bir yorum yapması… İstediği zaman para vermemesi ve hatta ters bakması gibi birçok davranışı şiddet tanımı içerisine oturtuldu.
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun 2008’de çıkarttığı ‘Kadına Karşı Şiddeti Önleme El Kitabı’nda hedef tahtasına tamamen erkek oturtuluyor. Karı koca arasında geçebilecek ufak bir ağız dalaşında, erkek şiddet uygulamış olarak kabul ediliyor. Karısına hayıflanması, bir takım tabi talepleri dahi şiddet olarak tarif ediliyor. Fakat tartışma esnasında aynı fiilleri yapan, aynı sözleri söyleyen kadın, şiddet uygulamış olmuyor. Ve kitabın bir sayfasında kadınlara; “Eşiniz tarafından şiddete maruz kaldığınızı ispatlamak zorunda değilsiniz” deniliyor. Kadınlar basit gerekçelerle ‘Alo Şiddet’ hattını aramaya teşvik ediliyor. Yani yeter ki erkeğin bir hareketi ya da lafı hoşuna gitmesin, onu evden uzaklaştırın aklını başına alsın, deniyor.
Burada hedef bellidir! Aile bütünlüğünü bozmak… Kadını emanet edildiği erkekten kopartıp aileden bağımsız ama sistemin telkin ettiği şeylere bağımlı, koruyucusuz, başıboş, ortalık kadını haline getirmek ve yuvaları yıkmak istiyorlar. İstanbul Sözleşmesiyle uyumlu hazırlanan 6284 sayılı kanun uygulamaya konulduğundan bu yana boşanmalar, aile içi şiddet ve cinayetlerde artış yaşanmaya başladı. Ailenin saygınlığı, kutsallığı ayaklar altına alındı.
Feminizm bir devlet politikası haline geldi. Dört bir taraftan aile bütünlüğünü bozucu, eşleri birbirleriyle çatıştırıcı, çocukları ise anne-babalarına karşı asi hale getirici uygulamalar devletin kurumları ile yapılmaya başlandı. Artık bir erkeğin emanet olarak aldığı karısını yönlendirmesi hakkı suç sayılırken, çocuklarını yönlendirmesi de suç.
Devlet, kadını ve çocukları şekillendirme; onların görev ve haklarını tayin etme işini kendi üzerine aldı. Yani her birey, devletin teslim olduğu feminist ideoloji üzerine şekillenecek, kendi inancı ve değerleri üzerine bir aile hayatı yaşayamayacak, tercih edemeyecek. Bunun adını ise özgürlük koydular. Halbuki erkekten, aileden kopartılanlar devletin boyunduruğuna ve hatta küresel sistemin elinin altına giriyor. Bunun neresi özgürlük? Kim diyebilir ki; Müslümanlar bu ülkede kendi inancı, kültürel değerleri doğrultusunda rahat bir şekilde yaşıyor! Özgürlük, demokrasi maskeleriyle aile hayatımız baskı altına alınıyor.
Bizlerin ise böyle bir durumda sistemlere, düzenlere kulluk etmeye karşı direnip, aile hayatımızı Allah’ın istediği gibi şekillendirmeye ihtiyacımız var. Aynı zamanda uyuşturulan toplumu uyandırmaya ve yetki sahiplerini uyarmaya… Yoksa daha birçok aile içi cinnet ve cinayetlere, boşanmalara tanık olmaya devam edeceğiz -Allah muhafaza-.
Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | Ekim 2019 | 95. Sayı