Ashab Ruhlu Bir Şehid: Hasan Gökgöz
Ekim ayı gelince kalbimiz 6-8 Ekim olaylarında şehit olan ana kuzuları için dağlanıyor. Her birinin ayrı hikâyesi ancak ortak bir eylemi vardı.
‘Kurban’ gününde, yoksul insanların hanelerine bir aşlık et ulaştırabilmek… Ancak barbarlığın tarihi yenilenecek, cellâtlar alçakça eylemleri ile isimlerini tarihe lanetle yazdıracaklardı. Ve öyle de oldu. İnsanlıklarını unutan şer güruhu, bir grup fedakâr ve cesaret timsali iyilik yolcularını barbarca katletti. O güzide şahsiyetler, uyuyan nice insanı uyandıracak kutlu bir ölümle şehadet şerbetinden içtiler…
Ekim ayı münasebetiyle sizler için aziz şehitlerden biri olan Hasan Gökgöz’ün annesi Mehtap Hanımefendiyle hasbihal ettik. Sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz…
“BENİ HAYIRLA YETİŞTİREN ANAMIN ALNINA KURBAN OLAYIM”
Mehtap Teyze öncelikle Rabbim oğlunuzun şehadetini katında makbul kılsın ve onun şefaatiyle sizleri de şereflendirsin. Oğlunuz Hasan’ın şehadeti üzerinden beş yıl geçti ancak biz onların kutlu mücadelesini ve yiğitçe direnişlerini unutmadık, unutmayacağız. Bize şehitten söz eder misiniz? Bir evlat olarak Şehit Hasan nasıl biriydi?
Şehit Hasan, gerçekten salih bir evlattı. Yeni doğan bazı bebeklere bakıyorum, o kadar huysuzlaşıyorlar ki; annelerinin hiçbir işini tam yapmalarına müsaade etmiyorlar. Anneler yemeğe, işe hatta farzlarını eda etmeye dahi yetişemiyor. Hasanım yeni doğduğunda dahi sakin ve salih bir evlattı. Ben yeni doğan annesi olduğumu unuturdum. Saatlerce uyurdu. Ben dayanamaz koşar bakardım ona bir şey mi oldu diye? Hasanım büyüyünceye kadar da bu şekilde sakin ve salih bir evlat oldu bize.
Hasan askerliğini yapmış, yirmi beş yaşına gelmiş, evli ve bir çocuk babası olduğu halde bizim yanımızda oğlunu öpmekten hayâ ederdi. Eşi ile bizim yanımızda bir araya geldiklerinde öyle bir terbiye ve mesafede olurdu ki; onların evli olduklarını hissettirecek hiçbir laubalilik sergilemezdi. Hasan ne eşini bana tercih eder ne de beni eşine tercih ederdi. İkimizi de aynı mesabede sever ve sayardı. Hasanım çok iyi bir insandı. Biz Hasan ile dışarı çıktığımızda bizim sesimizin yüksek çıkmasına müsaade etmezdi. Derdi ki: “Siz örtünüzle dışarıda bu şekilde konuşursanız cahil insanlara nasıl örnek olacaksınız. Sizin duruşunuz, adabınız örtünüze layık olmalı.”
Hasan çok salih bir insandı. Benim de eşimin de ailesinden Hasan’dan razı olmayan yoktur. Bazen eşimin ailesinden kırıcı sözler işittiğimde üzülür, Hasan’ı çağırırdım. Bana nasihat eder ve derdi ki: “Anne bu sözlerin peşine düşmeyin. Kendinize Peygamberimizi örnek alın. Hz. Sümeyye’yi, Hz. Hüseyin’i düşünün. Onlar olsa böyle yaparlar mıydı? Siz bu tür sözlerin arkasına düşmeyerek örnek olun. Ailenize, torunlarınıza, komşularınıza birer örnek olmak için mücadele edin. Bu tür basit söz dalaşı, dünya mücadelesi olur.”
Şehid Hasan Gökgöz
Hasan eve her geldiğinde ve çıktığında ellerimi, bazen de alnımı öper ve derdi ki “Ben, beni hayırla yetiştiren anamın alnına kurban olayım. Ben şehit olduğumda da sen sakın üzülmeyesin. Çünkü sen beni salih bir evlat olarak yetiştirdin. Dolayısıyla senin dimdik ayaklar üstünde durman gerekir.”
Eve gelirken komşuların hatırını sorar, bir ihtiyaçları olduğunda Allah için onlara amade olduğunu söylerdi. Komşular sorar “Hasan sen nasılsın?” diye. “Biz Allah’ın ve Resulünün yolunda hizmete amadeyiz. O ki bizlere sağlam bir vücut vermiş. Bize de bunu O’nun yolunda kullanmak düşer.” diyerek cevap verirdi. Bazen derdim “Hasan nasılsın, neredesin? Seni özlüyorum.” Derdi ki: “Anne ben yaşıyorum ve sağlığım yerinde. Ama sürekli koşuşturmamız lazım. Yetimler çok, muhacirler çok. İhtiyaç sahiplerine yetişmemiz lazım.” Derdim: “Beni de ziyaret et.” O da derdi ki: “Oy, ben annemi ziyaret etmez miyim, onun ayaklarının altını öpmez miyim?”
Hasan akrabalarına karşı da çok hayırlı biriydi. Onları ziyarete gider, ellerini öper, bana da “Anne onları ziyaret edelim, onların da bizde hakkı var” derdi.
Hasanım ömrü boyunca bir kez dışında bana karşı gelip cevap vermemiştir. O gün de küçük bir münakaşa yaşamıştık onunla. Cuma Namazı vakti geldiğinde gidip odaya kilitledi kendini. Haydi, namaza git denilmesine rağmen odadan çıkmadı. Bana “Hasan camiye gitmiyor.” Dediler. Gittim kapıyı açtım ‘Sen neden camiye gitmiyorsun’ diye sordum. ‘Ben neden camiye gideyim ki? Gidip ne yapabilirim? Rabbim bugün bana dargın, çünkü ben bugün annemin kalbini kırdım’ dedi. ‘Hadi kalk camine git’ dedim. ‘Öyleyse müsaade et ayaklarının altını öpeyim öyle giderim’ dedi. ‘Olmaz, ayaklarımı öpemezsin’ dedim. Dedi: ‘Benim cennetim oradadır.’ Kalktı, doğruldu, bana yöneldi. Beni öptü ve dedi ki: ‘Hakkını bana helal et.’ Ben de: ‘Hoş helal olsun oğlum’ dedim. Odadan çıkarken sevinçten ‘Oh! Şimdi içim rahat bir şekilde Rabbimin huzuruna gidebilirim’ dedi.
Bir gün Şehit Hasan geldiğinde kıyafetleri boyalıydı. Dedim ki: ‘Hasan nereyi boyadın.’ Dedi: ‘Anne cenneti boyadım bu cennet boyasıdır.’ Dedim: ‘Oğlum cenneti mi boyuyorsun?’ Bana: ‘Anne ben medreseyi boyuyorum dolayısıyla cenneti boyuyorum. Sen şimdi medreseye gidip Kur’an okursan ben cenneti kazanırım.’ diye cevap verdi. Hasan, İslam’a hizmette de hayırlı bir evlattı. Ona düşen bir görev olsaydı her şeyini bir kenara bırakır gider o hizmetini tamamlardı.
“…RABBİM BENİ SENDEN DAHA ÇOK SEVİYOR…”
Daha önceki açıklamalarınızda kendi evindeki serili halıları kaldırıp Suriye’den göç eden muhacirlere götürdüğünden söz etmiştiniz. Bizlere örnek olması açısından Şehit Hasan’ın fedakârlık ve cömertliğinden söz eder misiniz?
Hasan, çok fedakâr ve cömert bir insandı. Hasan, şehit olduğu bayram gecesine kadar da yoksullara yardım ederdi. Bayram gecesi geldi, iki tane açılmamış battaniyem vardı. Onları aldı ve dedi ki: ‘Siz bunları üst üste ne diye biriktirmişsiniz. Bugün bir muhacir aileyi ziyaret ettim. Sekiz aylık bebekleri vardı. Bebek örtüsüz bir haldeydi. Bunları onlara götüreceğim.’ Hasan durmak bilmezdi. Gittiği her yerde yoksul insanları bulur onlara yardım ulaştırırdı. Gelinim derdi ki: ‘Benim çeyizimde altı yorganım vardı, dördünü götürdü iki tane bıraktı. Mutfak eşyalarımdan birer takım bırakır, fazlasını götürür bu insanlara verirdi. Halı ve perdelerimizi götürür ihtiyaç sahipleriyle paylaşırdı. Bazen derdim ‘Bize bir şey bırakmıyorsun.’ Derdi ki ‘Şükredelim, Rabbim bizlere dört duvarı olan bir ev nasip etmiş içinde sığınıyoruz. Onların evlerinin dört duvarı dahi yok.’
Muhtaç bir komşuları vardı. Bir Ramazan günü bizi ve kayınvalidesi tarafını iftara davet etmişti. Ben ve eşine dönerek dedi ki: ‘Günahım boynunuza olsun ki; bu gece bu sofrada kaç nimet olacaksa hepsinden komşunun sofrasına da göndereceksiniz.’ Biz de ‘tamam’ dedik. İftara daha vakit vardı. Baktık telaşla yanımıza geldi. Gelinimle gülüşüp ‘Neden geldin’ dedik. Eşi ‘Biliyorum, bizim vereceğimiz kadarına içi rahat etmedi ondandır bu telaşı.’ dedi. Kendi elleri ile iftar sofrasına konacak her şeyden alıp komşusuna götürdü.
Öyle dürüst bir insandı ki; muhacir insanlar dövizlerini bozdururken kandırıldıkları için kimseye güvenemiyorlardı. Gelip Hasan’a paralarını teslim eder, ondan yardım alırlardı. Hasan, Yasin, Riyad ve Hüseyin ortaklaşa bir buzdolabı alıp muhacir olan komşusuna götürdüler. Evindeki perdeler ve halılarla onların evini serdi. Daha sonra ben evinin eksiklerini alıp eşine götürdüm. İleriki zamanlarda yollar açıldı, bu komşuları yurtlarını ziyarete gittiler. Döndüklerinde buraya geldiler. Dediler ki ‘Hasan şehit olmuş!’ Kadın feryatla gelinime, eşi de eşimin boynuna sarılıp ağladılar. Ve dediler ‘Vallahi bu memlekette tek tanıdığımız dürüst insan Hasan’dı. O şehit olduktan sonra biz bu memlekette duramayız.’ Anahtarı ev sahibine teslim edip buradan gittiler. Bazen bakardım kendi parasını pay ederdi. Sordum bir gün ‘Hasan paranı neden pay ediyorsun.’ Dedi ki: ‘Anne bu muhacirlerin hakkı, bu yetimlerin hakkı, bu da Yusufilerin hakkı. Ben fedakârlık yapmazsan bu insanların hali nice olur.’
Bir gün “Anne hele otur bana eski insanların, şehitlerin hatıralarından anlat.” Dedi. Bende Şehit Abdüsselam’ın annesi ile hatırasını anlattım. “Bir gün Abdüsselam’ın annesine gittim. Baktım şekerli, yağlı sac ekmeği yapmış. Çocuklara ‘Gelin, Abdüsselam’ın ekmeğinden yiyin’ diyor. Sorardık ona ‘Abdüsselam en çok ne severdi’ diye. O da ‘bu ekmeği çok severdi’ derdi ve anlatırdı: Bir gün Abdüsselam kalktı dedi ki: Annem kalk bana sac ekmeği yap. Oğlun son kez o yemeklerinden yesin. Kalktım, pişirdim yedi ve evden çıktı. O gün gözden kayboluncaya kadar dönüp dönüp bana el salladı. Sonrasında bana cenazesini getirdiler. O gün bu gündür her şehadet yıldönümünde bu ekmeği pişirir, çocuklara gençlere yediririm.” Hasanım dinledi ve dedi ki “Anne biz o şehidin annesiyle olan hatıralarını konuşuyoruz. Belki bir gün birileri benden ve senden söz eder.” Dedim “Oğlum keşke bana bunu demesen.” Dedi ki: “Neden, yoksa sen şehit annesi olmak istemiyor musun? Biliyor musun onun tadı çok güzeldir.” Dedim “güzeldir ama ben seni çok seviyorum.” Bana: “Doğru ama Rabbim beni senden daha çok seviyor…” dedi.O gün bu sözünü bana söyleyip gitti. Dedi ki: “Birinden daha örnek ver anne.” Ben de ona: “Şehit Ahmet vardı. Bir gün bizde babanla konuşmalarına şahit oldum. Şehit Ahmet: Bir gün evime giderken kapıda oğlumu gördüm. Başını okşayıp baban evde mi, diye sordum. Oğlum ‘Babam evde yok, nerde olduğunu da bilmiyorum’ dedi. Görüyor musun Mehmet amca, kendi çocuğum beni tanımıyor, deyip gülüştüler. Ben de dedim ki ‘Kıyamam, evinizde oturup çocuklarınızla vakit geçirmiyorsunuz ki sizi tanısınlar.” Hasan’a dönüp “İşte o zaman Allah yolunda hizmet ve fedakârlık vardı” dedim. “Yok, anne yok. Şimdi de fedakârlık var. İnşallah bizler de hizmet yolunda onların takipçisiyiz.” Dedi. Bayram gecesi kelle-paça yemeği yapmıştım. Hasan aradı “Oo anne sen biliyor muydun? Oğlun o yemeği çok seviyor da ondan pişirdin.” dedi. “Gel ye oğlum” deyince “Tamam anne. Eğer oğluna nasip olacaksa gelip yerim.” Dedi. Ben onun payını ayırdım. Bayram günü onun cenazesi getirilince onun hakkı dolapta duruyordu. Doğru mu yapıyorum bilmiyorum ama o gün bu gündür ben ne eve kelle paça alırım ne de yedirtirim. Şehit Abdüsselam’ın annesinin içinde sac ekmeği, benim de içimde kelle paça yemeği kaldı. Hasan’ım evlatlarına, akrabalarına, arkadaşlarına karşı çok fedakâr ve cömert bir insandı.
Şehid Hasan Gökgöz’ün annesi Mehtap Gökgöz Hanımefendi
“Bu acı da sadece benim acım değildir”
Özellikle gençlere Şehit Hasan’ı, onun ibadetlere olan düşkünlüğüne, İslami hizmetlere olan azmine dayanarak nasıl anlatırsınız?
İbadetlerine karşı çok hassastı. Hasan altı yaşındayken orucunu terk etmezdi. Namazına çok düşkündü. İslam’a hizmette çok gayretli ve azimliydi. İslam davasına inanılmaz derecede bağlıydı. Onu hizmete yönlendiren küçük bir çocuk dahi olsa her işi bırakır kendisinden istenileni yerine getirirdi. İnsanların hidayete ermesinde, hastaların ziyaretinde, derneklerde, Allah rızası için yapılan iyiliklerde dört dörtlük bir insandı. Bugünkü gençlerin de aynı şekilde olmaları gerekiyor. Bugün biz nasıl Şehit Hasan gibilerini konuşuyorsak, yarın için bu gençlerin de hizmet etmeleri gerekiyor. Onların da davalarına, derneklerine, insanlara karşı vazifelerine sahip çıkmaları gerekiyor. Şehitler bütün bunları gençlere miras bırakarak göçüp gittiler. Onlar da davayı omuzlamazsa nasıl yürüyecek hizmetler. Bakın, küfür ehli nasıl bir hizmet telaşında. Ne için yaptıklarından bile haberleri yok. Oysaki bizler neyi ne için yaptığımızı biliyoruz elhamdülillah. Biz biliyoruz ki; Allah’a ve Peygamberimize karşı sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Ki yarın mahşerde onlara karşı alnımız ak olsun. Bizim elimizden gelen buydu diyebilelim. Düşünün ki bir sürünün başında çoban yoksa isteyen kişi o sürüden yavaş yavaş istediğini alır. Sürüyü zarar ve ziyana uğratır. Bugünün gençleri şehitlerin davasını olduğu gibi korumalı ve üstlenmeliler. O vakit Allah bizlere yardım eder. Bizim gençlerimiz namaz kılmaz, vakitlerinin çoğunu televizyon ve telefon başında geçirirse ne olur? Benim gençlere diyeceğim: Şehit Hasan’ın davası onların da davasıdır. Bu acı da sadece benim acım değildir. Dolayısıyla onlardan her biri elden ele dolaşan bir gül olsunlar. Öyle gül ki taptaze, capcanlı, güzel koku saçan bir gül. Etraflarına nur saçan birer ışık olsunlar. Eğer gençler bunu yapmaz, ben içimdeki bu yangınlayken onlar İslami hizmeti yürütmezlerse hakkımı helâl etmem.
Peki, bir şehit annesi olarak; İslam’a ve topluma faydalı evlatlar yetiştirmek isteyen annelere ne mesaj vermek istersiniz?
Eğer anne saliha olursa, evladının da salih ve hayırlı bir evlat olmasını ister. Derler ki ev, okul, anne, baba öğretmendir. Mesela, bir çocuk küçükken yalan konuşursa, anne onu uyarsa ‘evladım bu doğru değil’ dese, çocuk ‘Annem beni bu konuda uyardı’ der ve onu yanlış olarak görür. Anne-baba ne eğitim verirse çocuk onunla yetişir. Bazı anneler evlatlarının doğruluk ve istikametiyle gurur duyuyor ve ‘keşke biz de evladımız gibi olabilsek’ diye iç geçiriyorlar. Elhamdülillah dışarıdan çoğu insan bize ‘Ne mutlu size böyle bir evlat yetiştirdiniz. Evladınızın size verdiği şeref bir ömür size yeter’ dedi. Çoğu husus anneye bağlıdır. Anne çocuğa iyilik yolunu açmalı. Ben, namaz kılmazsa ‘neden kılmadın’ der, ibadetlerde aksaklık yaparsa ‘neden böyle yaptın’ diye onları korumaya çalışırdım. Bazı annelere şahit oluyorum çocuklarını camiye yollamıyorlar. Nedenini sorunca evladını kaybetmekten korktuklarını söylüyorlar. Allah evladını korumadıktan sonra kim koruyabilir. Biz, evladımız temizlendikten, ellerine kitaplarını verdikten, yolunu camiye çevirip uğurladıktan, seni Allah’a ve Peygamberin yoluna teslim ediyorum dedikten sonra o evlada ne zarar gelebilir. İnsan Allah’ın yolundan korkar mı? Hepimizin sonu ölümdür. Biz onları ecellerinden nasıl koruyabiliriz? Kısacası evladın gidişatı anne-babaya bağlıdır. Anne-baba elinden geldiğini yaptıktan sonra bazen de evlat imtihan olur.
Hz. İbrahim’i düşünelim. Dedi ki ‘Allah bana bir evlat verirse onun yolunda kurban edeceğim.’ Derken bir gün rüyasında yeminini gördü ve kalktı, ‘ben sözümü tutacağım’ dedi. İsmail’ini alıp yola koyuldu. Şeytan geldi ve ‘insan evladını kurban edebilir mi ey İbrahim’ dedi. Hz. İbrahim bir taşla şeytanın gözünü kör etti. Şeytan bunda iş yok dedi ve Hacer’e gitti. ‘Ey Hacer! Git eşine mâni ol. Oğlunu diri diri kesecek’ dedi. O da şeytana bir taş attı. Şeytan bu sefer İsmail’e gitti. Baktı ki onu da yolundan çeviremedi, pes etti. Düşünelim, onlara bu cesareti veren neydi? İmanın gücüydü. Onlar niyet edince Allah onları azat etti, evlatlarını onlara bağışladı.
Yavrum! Kurban günü bizim kurban kesecek durumumuz yoktu. Biz de evladımızı Hz. İbrahim gibi Allah yolunda kurban ettik. Allah bizim kurbanımızı yanına alıp kabul etti. İnşallah evladımız hem dünyada hayrımıza vesile oldu hem de ahirette şefaatini umuyoruz. Biz oğlumuzun davasından asla pişmanlık duymuyoruz. Çok şükür Rabbimiz bize salih bir evlat verdi ve bu evladı da kendi katına alıp şereflendirdi. Ben kutularda korusam da o gün vakti tamam olmuştu. Tabi her şeye rağmen ben bir anneyim. En nihayetinde acısı hâlâ yüreğimde… Onun yeri hiçbir zaman dolmaz ancak, Allah yolunda değil de farklı bir şekilde gitseydi ben ne yapardım? Ben ondan razıyım. Sütüm helâl-i hoş olsun. Belki biz bir uykudaydık, onunla uyandık. Vallahi ölünceye kadar onun yolunun takipçisi olacağız. ‘Evladım Rabbim senin hakkını onlara bırakmasın’ diye katillerine beddua da ediyorum.
“VALLAHİ SANA DOYAMIYORUM OĞLUM”
Son olarak bizlere ne anlatmak istersiniz?
Son olarak ben Hasan’ımın rüyasını sizinle paylaşmak istiyorum. Şehadetinden sonra ara ara rüyama gelir, bir iki ay onun ayrılık ateşi biraz hafiflerdi. Gerçi en son rüyadan sonra bayağıdır onu görmüyor ve özlüyorum. Bir gün yine içimdeki hasret ateşi beni yiyip bitiriyordu. Ben de oturmuş ‘Hasan’ım neden gelmiyorsun rüyama? Seni seyretmek istiyorum.’ diye seslendim. Gece uyuyorken baktım Hasan’ım siyah bir takım elbise giymiş, ayakkabıları ışık saçıyordu. Karşıma geçti ayakları üzerine çömelerek elleri dizlerinin üzerinde bana gülümsüyordu. Dedim ‘Gel, düzgün otur oğlum.’ Dedi ki: ‘Yok anne sen istiyordun ya beni görmeyi, ben burada duracağım ki beni doya doya seyret.’ Karşılıklı gülüşerek ben ona baktım, baktım… Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Dedi ki: ‘Anne doydun mu?’ Gülümseyerek dedim: ‘Vallahi oğlum doyamıyorum sana.’ Saatini işaret ederek: ‘Anne vaktim bitti, bu kadar kalabilirim. Beni almaya geldiler. Ama sen balkondan da beni seyredebilirsin.’ Dedi. Ben balkona çıktım, baktım. Bir grup bembeyaz elbiseleri, yeşil sarıklarıyla geldi. İçlerinden Hasan’ımla birlikte sadece üç siyah elbiseli vardı. Beraber gittiler. Gözden kayboluncaya kadar o bana el salladı, ben de ona el salladım. O günden bu yana ben onu göremiyorum. Anlatacaklarım bu kadar. Allah sizlerin de yardımcısı olsun. Müslümanlara güç kuvvet versin. Küfür milletini kahru perişan etsin. Allah’a emanet olun.
Âmin teyzeciğim. Allah razı olsun…
EŞİNİN DİLİNDEN ŞEHİD HASAN:
Eşim, çok güler yüzlü, iyiliksever biriydi. Bazen ona bakıp nasıl bunu başarabiliyor, diye hayret ederdim. İnsanların yardımına koşmasına çoğu kez şahit oluyordum. Gerçekten çok farklı biriydi. Ahlâk, düşünce ve daha birçok konuyu ondan öğrendim. İslam davasına sadık, her şeyini Allah yolunda hiç düşünmeden verebilen biriydi. O, şahadete layık biri olarak yaşadı, Rabbim de ona verdi. Onu bizden daha çok sevdi ve yanına aldı. Şahadetinin üzerinden beş yıl geçti. Çocuklar büyüyor ancak özlemi hep içimizde. Bununla birlikte hiç pişmanlık duymadık. Onun bize bıraktığı davayı omuzladık. Çocuklarını onun yürüdüğü yoldan yürüteceğiz Allah’ın izniyle.
Röportaj: Esra Türk | Nisanur Dergisi | Ekim 2019 | 95. Sayı