Özbekli: 6-8 Ekim saldırıları hiçbir zaman tamamen aydınlatılmak istenmedi
Yasin Börü ve arkadaşlarının katledildiği 6-8 Ekim saldırılarının sürecini anlatan Avukat Mirhan Özbekli, söz konusu saldırıların tümden aydınlatılması noktasında bir irade ortaya konulmadığını belirterek çarpıcı açıklamalarda bulundu.
HDP/PKK'nin çağrısı üzerine 6-8 Ekim 2014'te sokağa çıkan örgüt elamanlarının, kurban eti dağıtan Yasin Börü, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş ve Hüseyik Dakak'ı vahşice katletmesinin üzerinden tam 5 yıl geçti.
Vahşi cinayetin ardından açılan davanın 24 Nisan 2017'deki karar duruşmasında 41 sanıktan Abdurrahim Pamuk, Ahmet Taylan, Ali Güler, Ali Karakurt, Burhan Dicle, Cevher Türk, Cihan Yıldız, Erkan Balaban, Hasan Uyanık, Mehmet Çağlar, Mehmet Şah Yüce, Remzi Özşan, Resul Savur, Rıdvan Baş, Uğur Doğanay ve Ümit Doğanay, "4 kişiyi canavarca his saikiyle öldürme" ve "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçlarından 5'er kez ağırlaştırılmış müebbet, sanıklar Mecnun Akkoyun ve Sedat Çoban ise aynı suçlardan 5'er kez müebbet hapse mahkum edildi.
Davanın sona ermesinin ardından başta şehid aileleri olmak üzere STK temsilcileri ve hukukçular, HDP'li yöneticilerin saldırıların azmettiricisi olduğunu belirterek bunlara hiçbir cezasının verilmemesinin vicdanların yaraladığını ifade etmişti.
6-8 Ekim saldırılarına götüren nedenleri ve sonraki süreci İLKHA'ya anlatan Avukat Mirhan Özbekli, dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
Saldırılara götüren en büyük etkenlerden birinin Devlet ve Kandil arasında yapılan çözüm süreci görüşmeleri olduğunu belirten Özbekli, saldırılara ilişkin büyük öneme sahip görüntülerin dava dosyasına dahil edilmediğini vurguladı. Özbekli, saldırının tümden soruşturulması ve aydınlatılması yönünde bir iradenin hiçbir zaman ortaya konulmadığına dikkat çekti.
Özbekli'nin İLKHA muhabirinin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Kamuoyunu derinden sarsan 6-8 Ekim saldırılarına nasıl gelindi? Bu saldırıların bir altyapısı oluşturulmuş muydu?
Kanaatimce bu olayların başlangıcı "Barış (Çözüm) Süreci" dedikleri Kandil’le Ankara’nın görüşmesiyle başlıyor. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti bu gruba, Kürt illerinde istediği şekilde silahlanabilme, hareket edebilme, tüm muhalifleri ezme ve devre dışı bırakma imkânı ve şartları oluşturdu. Bunlar da bu şartları çok iyi kullandılar. İkincisi özellikle silahlanmayla beraber örgüt (PKK), bölge halkına 'Artık bundan sonra bu coğrafyayı biz idare edeceğiz. Bize boyun eğmeyen ve tabi olmayan herkesin bu bölgeden çıkarılacağı' sözünü verdi. Bu psikoloji ve alt yapıyı toplum içinde oluşturdu. Tabi, Suriye’deki olaylar da özellikle bu grup ve PKK tarafından çok iyi şekilde kullanıldı. Tabi Ankara’nın da bu konuda çok ciddi kusur ve eksiklikleri var. Ama burada bu olayların bu duruma gelmesinin sebebi; Suriye’de gelişen hadiseleri abartılarak bu coğrafyaya taşıdılar ve özellikle bazı yetkililerin açıklamalarıyla beraber insanlar sokaklara döktürüldü. Ve sokağa dökülen insanlara doğrudan doğruya 'bu insanlar bize muhaliftirler. Suriye’de bize karşı savaşan grupları destekliyorlar…' Böyle bir bakış açısı bu insanlara verilmeye çalışıldı. Ve bunlar da bugünkü, üzerinde hâlâ tartışılan acıları doğurdu. Burada özellikle HDP ve PKK’ye yakın medyanın özellikle olayları çok ciddi anlamda tırmandırdığı, özellikle ulaşmak istediği hedeflere bu insanları sürükledikleri çok nettir. Basın açıklamaları ve gerekse televizyonlarını o bölgede yaşanmış ve hatta o bölgeyle alakası olmayan bazı fotoğrafların ve resimlerin basına verilmesi ve tartışılması bile bu insanları sonunda bu şekilde saldırgan bir hale getirdi. Çok iyi hatırlıyorum o dönemde 20-30 yıl önce Erzurum depreminde yaşanmış bir olayı bile sanki yeni orada yaşanıyormuş gibi, o fotoğraflar da sanki Suriye’de oluyormuş gibi göstererek ve bunun bilinçaltlarına yerleştirilmesi için çalışıldı.
Peki, çözüm süreci kimin işine yaradı?
Barış Sürecini gerek PKK, gerek Ankara her ikisi de kendi çıkarı açısından değerlendirmeye çalıştı. Özellikle de PKK bu süreci daha iyi silah temin etmek için ve kendisine katılmamış grup, şahsiyet ve gençleri de kendi grubuna katmak için kullandı. Çünkü 'mahkeme' kurdu, 'güvenlik güçlerini' oluşturdu. Devriye gezen çeteler oluşturdu. Kendisine destek vermeyen dindar grupları sindirdi. Sonuç itibariyle HDP ve PKK karşısında olumsuz uygulamalarının karşısında duran tek grup HÜDA PAR’dır. HÜDA PAR ve çevresini karşısına koydu ve bu grubu tümden bu bölgeden sindirip kırmak düşüncesiyle hareket etti. Tabi bu imkânı unutmamak lazım. Bu imkânı Ankara verdi. Niçin? Ankara o 3-4 yıllık süreç içerisinde PKK’nin bütün bu çalışmalarını, silah edinme ve yerleştirmesini, gençleri piknik adı altında götürmesi, mahkeme kurmasına ses çıkarmayarak bu ortamı oluşturdu. Dahası da muhtemelen Fetullah Gülen grubunun da bu coğrafya üzerinde çok ciddi çalışmaları vardı. Bu bölgeyi, bu Kürt illerini kendi düşünce yapılarına göre dizayn etmek istiyorlardı. Ve bunun içinde HÜDA PAR ve çevresinin ve destekçilerinin bu coğrafyada sindirilmesi ya da çıkarılma düşüncesi vardı. Çünkü o dönemde HÜDA PAR tabanına yapılan operasyonlar ciddi anlamda bunun göstergesidir. Bu iki grup özellikle PKK ve Fetullah Gülen grubu, bu konuda ya anlaştılar ya da örtülü bir şekilde birbirlerine ima ettirdiler. Ve süreç ikisini ortaklığıyla gelişti. Ve bu ortaklığı da çok iyi kullandılar. Örneğin Ankara'ya yazdıkları raporlarla AK Parti iktidarını da yönlendirdiler, hükümeti de yönlendirdiler ve o süreçte 3-4 gün boyunca hiçbir şekilde ne jandarma ne polis sokağa çıkmadı. Yani bu süreç, bakış açısı onlara şu fırsatı verdi: Bunları öldürebilirsiniz, buradan çıkarabilirsiniz… Bu grup da bunu çok cömertçe kullandı!
HDP ve PKK yöneticilerin açıklamalarının 6-8 Ekim saldırılarına nasıl bir etkisi olmuştur?
Şüphe yok ki o süreci hazırlayan taraflardan biri de HDP'ydi. Örneğin HDP Merkezi net bir şekilde diyordu ki, 'Kobani'de bir savaş var ve her yer Kobani olacak.' Peki, Kobani'de ne vardı? Kobani'de savaş var, insanlar öldürülüyor, silah var, şiddetli çatışmalar var. Peki, 'her yer Kobani olsun, olacak' denince de gençler neyi anlıyor? O dönemin İl Başkanının (Zübeyde Zümrüt) açıklaması da var. Ne diyor, 'Diyarbakır'da IŞİD'e yardım eden 400 dernek var.' HDP tabanı ve gençleri bunu nasıl anlayacak? HDP içindeki bir kısmın doğrudan doğruya dindar kesimi hedef gösterip hatta açıklamalarıyla 'bunların öldürülmesinde bir sakınca olmadığı ve bunların bu coğrafyadan çıkarılması gerektiğini' düşünüyorlardı.
6-8 Ekim olaylarında yaşanan hadiseler son 30-40 yıl içerisinde Türkiye'de gelişen bütün hadiselerden daha trajiktir. Yani düşünün, gençler yakalanıyor, silahla öldürülüyor. Bu yetmiyormuş gibi merdivenlerden sürükleniyor, sokağa çıkarılıyor, insanlar sokakta cesetlerine basarak fotoğraf çekiyor, üzerlerinden araç geçiyor. Öyle bir hale getiriliyorlar ki aileler günlerce çocuklarının cesetlerini tanımakta zorlanıyorlar; hiç bir coğrafyada bu yaşanmamıştır.
Bakın o sürece nasıl gelindi? PKK, sokak sokak, mahalle mahalle, bina bina örgütlendi. Bir yürüyüş yapıldığında bir binada oturanların -Diyarbakır'da ben bu tür şahıslarla birebir karşılaştım, onları dinleme fırsatım oldu- HDP'nin düzenlediği ya da HDP bileşenleri PKK'nin düzenlediği bir eylem gösteri varsa o eyleme katılma zorunluluğu vardır. O binada oturan aileden biri katılmıyorsa ertesi gün kapısına gidiliyor. Böyle bir çalışma var. PKK/HDP'nin karşılarına koyduğu en büyük düşman din olgusu, İslam dininin olgusudur. Hakkari Yüksekova'da öldürülen insanlar oldu. O insanların hiçbir siyasi yönleri yoktu ama şu bir hakikattir ki HDP'ye gönül vermemişti, PKK'ya destek olmuyordu.
6-8 Ekim saldırıları sırasında ve sonrasında devlet ve hükümet yetkililerinin olaylar karşısında sessiz kaldıkları yönünde eleştiriler vardı. Bunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu iki şekilde değerlendirebiliriz: Birincisi o dönemde özellikle Türkiye’de ve bu bölgede de güvenlik güçleri, mülki amirleri bütün devlet kurumu ve kuruluşlarında etkin olan bir grup vardı; FETÖ. Bu gruba göre, bu coğrafyada kendi çalışmalarına engel olabilecek tüm dindar grupların sindirilip silinmesi lazımdı. Kanaatimce şunu yaptı; birinci seçenek şu: Buradaki yetkililer Ankara’yı belki yeteri kadar bilgilendirmediler ya da yanlış bilgilendirdiler. İkincisi; acaba diyorum ki Ankara’da da yetkililer bunu biliyordu ve belki müdahale etmediler. 'Biz bir şey istemedikçe olmaz. Biz istediğimiz grubu istediğimiz şekilde yok edebiliriz' gibi. Ankara’da kimi kurum ve birimlerin böyle düşünmüş olma ihtimalini göz ardı edemiyorum. Ama öncelikli seçenek emniyet güçleri içerisindeki o dönemin yetkilileri Fetullah Gülen grubuna yakındı. Ve bunlar belki Ankara’yı, hükümeti, o dönemin Sayın Cumhurbaşkanını ve Başbakanını yanlış bilgilendirdiler, bunu net olarak ortaya koyamıyoruz ama bu iki seçenekten birinin gerçekleştiği nettir. Ayrıca şunu unutmamak lazım. İçişleri Bakanlığının bünyesindeki hemen hemen bütün yetkililer de bu FETÖ'ye yakındı. Ama bu hiçbir zaman hükümetin kusuruna örtemez ve masumlaştırıp temize çıkaramaz. Ama şudur ki muhtemelen ya yanlış bilgi iletildi, ya da onlar da seyirci kaldılar.
Yasin Börü ve arkadaşlarının katledildiği güne ait önemli MOBESE kamera görüntüleri vardı ancak bunlar dava dosyasına girmedi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Yasin Börü ve arkadaşlarının şehid edilmesi sadece bu bölgede değil tüm Türkiye’de bir yankı buldu. O dönemde bütün basın olaydan birkaç gün sonra olayı gördü ve o şehid olan gençlerin karşılaştıkları muameleyi basın anlatınca Türkiye’de büyük bir infial olmuştu. Artık, hükümette de güvenlik güçlerinde de bu olayın aydınlatılması gereği ortaya çıktı. Ancak bu saldırılar hiçbir zaman tümüyle aydınlatılamadı. Kanaatimce bu olayın tümden soruşturulması, aydınlatılması, olaya müdahil olan şahısların soruşturulması, soruşturmaya dahil edilmesi, yargılanmaları, gerçeklerin ortaya çıkarılması gibi bir düşünce hiçbir zaman olmadı. Sadece kamuoyunda oluşan tepki hafifletilmek istendi. Diyarbakır'daki Yasin ve arkadaşlarını şehadeti, eğer kamuoyunda bu kadar tepki oluşmasaydı muhtemelen sıradan bir olay olarak da kalabilirdi.
Türkiye'de 5 kilometrede bir kamera sistemi vardır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer o güvenlik güçleri o zamanda çekilen kamera görüntülerini bugün ortaya çıkarsa yok olan bir hadiseyi birkaç gün içerisinde rahatlıkla çözebilir. Niye? Çünkü hemen hemen Diyarbakır'ın her sokağında, birçok yerde kamera vardır. Her binanın girişinde bir kamera vardır. Her sitenin girişinde bir kamera vardır. Karayollarında bir kaç kilometrede bir kamera kayıtları vardır. İstense idi Karlıova’da oluşan hadiseler Kızıltepe'de oluşan olayların failleri de Batman'da meydana gelen olayların failleri de bulunurdu. Ama o dönemin siyasi iktidarı ya da o zamanın güvenlik güçleri bu olayları aydınlatmak istemediler. Ben şahsen olayı böyle değerlendiriyorum. Buna gerekçe olarak şunu gösteriyorum; örneğin acı hadiselerinin yaşandığı dönemindeki kameraların görüntüleri yok ortada. Bu da net bir şekilde o zamanki emniyet güçlerinin bu olayları görmezlikten geldiği, çözmek istemediklerinin net bir kanıtıdır.
Siyasi iktidar ve güvenlik güçleri istemediği sürece sonuca ulaşmak mümkün değil. Bunlar da o dönemin şartlarında istemediler ve öyle kaldı . Özellikle Diyarbakır'da Yasin ve Arkadaşları'nın Şehit edilmelerinden dolayı oluşturulan soruşturma dosyasına bunların hiçbiri gelmedi. Hatta oraya yakın İskanevleri'ndeki polis karakoluna yapılan saldırıların görüntüleri de gelmedi. Biz şuna inanıyoruz, aldığımız duyumlar da bu doğrultuda; o karakola saldırı da bu şahıslar tarafından gerçekleştiriliyor. Ama perde arkasında nelerin konuşulduğunu, ne pazarlıklar yapıldığını, PKK ile Ankara arasında ne tür pazarlıkların yapıldığını bilmediğimizden dolayı o görüntülerinin hiçbiri soruşturma dosyasına gelmedi. Kanaatimce o dönemin MOBESE kamera görüntüleri de polislerin elinde vardır. Ama polis bu kamera görüntülerinin hiçbiri birini soruşturma dosyasına dâhil etmedi. Kamera görüntülerinin olmadığı ya da yok edildiği anlamında söylemiyorum. Bilinçli bir çalışmaydı. Dosyaya dâhil edilmedi, bilerek dâhil edilmeli. O zaman Güvenlik güçleri bu konu içerisinde özel yetkili savcılarının da bu işte parmaklarının olduğuna inanıyorum. Savcısı da polisi de o dönemin MOBESE kameralarının dosya konulmasını istemediler. Peki, bunu yaparak kimi korumaya çalışıyorlar? Elimizde somut bir veri yok ama kanaatim şu; sürekli Ankara ile Kandil arasında bir şekilde perde arkasında bir görüşme vardır ve buradan bu görüşmeleri ileride her iki taraf kendine nasıl en verimli şekilde kullanabilirim gerekçesiyle bu kamera görüntülerini dosyaya koymadılar.
6-8 Ekim saldırılarının ardından başlatılan hukuk sürecini nasıl değerlendiyorsunuz, gerçekten adalet yerini buldu mu?
Şimdi öncelikle soruşturmanın başından başlamak gerektiğini düşünüyorum. Bu acı olayların yaşanmasından 2 ay sonra bu konuyla ilgili gözaltılar yaşandı. Şimdi bu 2 aylık sürede niye bir operasyon yapılmadı. Bu olaylara karıştığı bilinen insanlar niye gözaltına alınmadı? Bunu anlamakta hukuken çok zorlanıyorum. Yani adeta saldırganlara şu denildi; Siz elinizdeki, çevrenizdeki, o binalardaki, mahalledeki bütün görüntüleri (delil) yok edin. Muhtemelen de bir kısım insanlar olayın içerisinde olan, olayı gören insanlar o gün gelişen hadiseleri kendi telefonlarıyla kameraya aldılar çektiler görüntüleri. Ama bu 2 aylık süre içerisinde bu görüntülerin yok edilmesi için adeta beklendi bu bir. İkincisi, bu kamera görüntülerinin yok edilmesi bağışlanması mümkün olmayan bir hata.
Dahası var, bir vatandaş, olayın dosya sanıklarından (Sedat Çoban) biri gidiyor diyor ki; vicdanen rahatsızım bu olayları anlatmak istiyorum. Ve anlattığı ifadeleri var, gerçekten kayda değerdir. Fakat -benim görüşüm- o dönemde o ifadeler bile alınırken Diyarbakır'daki polis şeflerinin bu dosyayı bu ifadeleri bile sulandırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Niçin diye sorarsanız? O dosyada örneğin hiç olmaması gereken ve Yasin'in arkadaşlarının da görüntülerini koydular ve hatta ona teşhis ettirdiler. Bu bilinçli yapılan müdahale idi. İleride yine gelişecek süreçle ilgili bunu kendi lehine kullanabilmeleri anlaşılıyor. Birrkaç gün sonraydı Çevik Kuvvet'e bir ifade için gitmiştim. Kapıda bir başka avukat arkadaşla bekliyorduk. O sırada bir kadın geldi. Ne gerekçeyle oraya geldiğini hatırlamıyorum ama ona yakın şöyle bir ifade kullandı: 'Ne olur bu olayların faillerini bu mahalledeki herkes biliyor, ben de biliyorum.' Tabi bizi polis sanmıştı. Daha sonra avukat olduğumuzu söyleyince, 'Benim vicdanım hiç rahat değil. Gece uykumda bile rahatsız oluyorum. Ama benim can güvenliğim olmadığı için ben gerçekleri söylemeye cesaret edemiyorum.' demişti. Öyle bir havada bu soruşturma oluşturuldu. Sonra dosyadaki itirafçı sanıklardan biri bu olayları anlattı. Fakat güvenlik güçleri ve savcıların kendisi bu itirafçının güvenliğini sağlayamadı. Bu itirafçının ailesinin güvenliğini sağlayamadı. Yasa ne diyor? Yasa diyor ki bu anlamda olaylarını içerisinde yer alıp olayları anlatan olayların aydınlatılmasında katkısı olan sanıkların korunması gerekir. Ayrı bir cezaevine konulması lazım. İsim ve adreslerinin saklı tutulması lazım. Kısa bir süre sonra bu şahsın adı-soyadı, adresi, ailesi, ailesinin, adresi net bir şekilde ortaya çıktı. Şimdi siz bunu nasıl değerlendirirsiniz. O zaman polis savcı ve mahkeme de dâhil kanaatimce tutuklama yapan mahkeme de dâhildir bu dönemde onu bilerek yaptılar. Peki, niye koruyamadınız? Yasa bunu korumanızı söylüyor mu? Söylüyor, ama korumamak suçtur. Niye bir soruşturma açmadınız? Bilgiler nasıl paylaşıldı? Kimin eliyle dışarı çıkarıldı? Bu konuyla ilgili bir soruşturma yapılmadı. Bu konuda soruşturma açılmamış olması bu dediklerimin doğruluğunu ortaya koyuyor. Bu açıdan bu şekilde soruşturma başladı. Bu duruşmalara gelindiğinde de olayın aydınlatılmasında katkısı olan itirafçı sanık hem kendi can güvenliği hem de ailesinin güvenliği sağlanmadığı için kalktı bu ifadelerin büyük bir kısmını geri aldı. Bu belki önceden tasarlanmış planlanmış bir hadiseydi. O da ailesinin güvenliği için, belki kendisinin de cezaevinde boğdurulmaması için kalktı bu ifadelerini geri aldı.
Bu dosyada 30’a yakın şahıs soruşturmaya dâhil edildi, yargılandı. Bunların büyük bir kısmı ceza aldı. 3 ya da 4'ü beraat etti. Kanaatimizce onların da bu olaylarla bağlan bağlantılarının olduğunu bu olaya karıştıklarına dair dosyada deliller mevcuttu. Fakat onlar ceza almadılar. Şimdi Ankara Ağır Ceza Mahkemesi kararını verdi. Genelde TCK/125 'Anayasal düzeni değiştirmekten' dolayı bunlar hakkında ceza çıktı. Beraat edilen şahıslar açısından karara itiraz ettik. İstinafa götürdük. İstinaf, yerel mahkemenin bu kararının yerinde olduğunu belirtti. Daha sonra biz bu kararı Yargıtay’a temyize götürdük. Şu anda temyizi bekliyoruz. O süreçte gerçekten Türkiye kamuoyu da özellikle bir kısım medya bir kısım şahsiyetler bu olayla ilgilendiler. Kendilerine teşekkür ediyorum. Ben inanıyorum ki eğer bu hadise kamuoyuna mal edilmeyip tartışılmasaydı daha farklı bir karar da çıkabilirdi. Ama o dönemde gerçekten ehli vicdan olan insanlar bu konuyla bir şekilde az da olsa ilgilendiler ve bugünkü sonuca ulaşıldı. Gelinen aşama ve çıkan karar yeterli midir? Hayır, asla! Bu gençleri teşvik edip sokağa çıkartan. Bu masum insanları öldürtmeye azmettiren insanların hiçbiri soruşturulmadı. Siyasilerin, bu işte parmağı olan hiç kimse soruşturulmadı. Eğer bu dosyada bunlar soruşturulup yargılanmasa bu soruşturma eksik kalacak ve kalmıştır. O dönemde HDP’den bazı yetkililerin, hatta HDP MKYK’sının basın açıklaması var. Net bir şekilde suçu övüyor ve insanları suç işlemeye teşvik ediyor. Ama her nedense belki de halen perde arkasında devam eden Ankara –Kandil görüşmelerinden dolayı bu insanlar bu soruşturmalara dâhil edilmediler. Şunu unutmamak lazım, bu olaylarda sadece maşa konumda olan şahıslar yargılandı. Ama o maşayı tutan, gençleri hunharca öldürülmeleri gerçekleştirmeye iten şahıslar soruşturmaya dâhil edilmedikçe sonuca ulaştık diyemeyiz.
6-8 Ekim saldırılarını sadece ceza alan birkaç kişiyle sınırlandırmak doğru bir karar mıydı?
Şüphe yok ki bu, bundan sonra da çok tartışılacak bir konudur. Ama maalesef o zamanın siyasi iktidarı da güvenlik güçleri de savcısı da bu konuların soruşturmasını önemsemedi. Bu bahsettiğim sadece Diyarbakır’da Yasin ve arkadaşlarının dosyasını konuştum. Şüphe yok ki Tarsus’ta, Adana’da, Kızıltepe’de, Batman’da öldürülen insanlar vardır. Bunların soruşturmalarının ne durumda olduğunu bilmiyorum ama sonuca ulaşılmadığı nettir. Zaten bir süre sonra bu dosyalar raflarda unutuluyor. Dosyalara bakan savcılar belki şimdi görevde bile değiller. Bu açıdan, şu anda bir sonuca ulaştık, yerinde ve sağlıklı bir soruşturma yapıldı veya yargılanma yapıldı diyemeyiz. Bu siyasi iktidarın olaya bakışı ile alakalıdır. Olaya bakan güvenlik güçlerinin ve polis şeflerinin bu olayları değerlendirmeleri ve savcıların bunlarla bağlantıları ile ilgili bir durumdur. Muhtemelen o süreçte bazıları bu olayların tümünün örtülmesi gerektiğini söyledi ve öylede kaldı. Ankara’nın bu coğrafyaya bakışı iktidarlar değiştiğinde bile değişmiyor. Bu biraz da Ankara’nın genel bakış açısıyla ilgilidir. 40 yıldır bu coğrafyada insanlar öldürülüyor. Hemen hemen tüm soruşturmalar böyle. 90’lı yıllarda da bu böyleydi. 2 binli yıllarda da bu böyle oldu. Ve bugün de böyle devam ediyor. Bu bir zihniyet problemidir.
Şu anki siyasi iktidar, 2000'li yıllarda 'işkence olmayacak' dedi ve ciddi bir şekilde azaldı. Ben inanıyorum ki 2014-2015 yıllarında gerçekten bu sorunu çözmek için iradesini ortaya koyacak müfettişler görevlendirilseydi bugün bu olayların hepsi aydınlatılmış olacaktı. Sadece kamera görüntülerine sahip çıkılsaydı, bizi birçok şeye ulaştıracaktı. Meclis'te bir araştırma komisyonu oluşturulsaydı gerçekten bu gün daha sağlıklı bir sonuca ulaşılabilirdik.
Yargı sürecinde hukuk camiasından beklediğiniz destek geldi mi? Bundan sonra hukuki süreç nasıl işleyecek
Önce şunu belirteyim. Anadolu’dan birçok hukukçu arkadaşımızdan ve çok değerli şahıslardan ciddi bir destek aldık. Biz onlara müteşekkiriz. Gerçekten onlar her duruşmaya geldiler. Ellerinden gelen katkıyı sundular. Güzel bir dayanışma örneği gösterdiler. Bu zor dönemde bir kısım arkadaşlarımızı yanımızda görmek bizi ziyadesiyle mutlu etmiştir. Ama istediğimiz sonuca ulaşamadık ve bundan sonra da mümkün değil. Şimdi ceza dosyalarında önemli olan şey şudur. Olayın geliştiği o ilk 10 gün içerisinde o deliller eğer toplanmayacaksa deliller yerinde durmuyor ve kayboluyor. Deliller ortadan kaybolduktan sonra hukuğu farazalar üzerine hüküm tesis edemezsin. Şahıslar gözaltına alınıp tutuklanamaz. Bu açıdan bundan sonra mücadelemiz devam edecek. Ama sağlıklı bir sonuca bundan sonra ulaşmak daha da zor. Ama gerçekten eğer o dönemin kamera görüntüleri halen emniyet güçlerinin elinde duruyorsa ve ortaya çıkarılabilinirse ki sanmıyorum ama çıkarılırsa daha sağlıklı bir sonuca ulaşabileceğiz. Asıl dosya şuan Yargıtay aşamasında. Yargıtay savcısı dosyayı inceleyecek ve görüşünü bildirecek. Sonra o görüş sanıklara tevdi edilecek. Daha sonra Yargıtay 16. Dairesi bunu ele alıp yerel mahkeme kararının yerinde mi değil mi diye kararını açıklayacaktır. Fakat bizim burada tartıştığımız, ortaya konulması gereken sadece bu dosya değil. Bunun gibi birçok dosya daha var çözülmesi gereken. (Süleyman Tunç- İLKHA)