Gönül Fatihlerinin Mektepleri: TEKKE VE ZAVİYELER
Tekkelerin kapatılmasının üzerinden 87 yıl geçti. Haliyle şu soruları sormakta hakkımız var.
Mehmet Emin Özmen / Araştırma / doğruhaber
Tekkelerin kapatılmasının üzerinden 87 yıl geçti. Haliyle şu soruları sormakta hakkımız var. Bu süre içinde kaç tane Yunus değerinde insan yetiştirdik? Türkiye, Osmanlı sonrası neden yüksek bir edebiyat ve sanat estetiğine sahip sanatkâr yetiştiremedi? Oysa 87 yıl önce tekkeler aynı zamanda sanata da ev sahipliği yapıyordu. Buraların kapısına kilit vurmakla aslında ilim, söz, sanat gibi birçok güzelliklerin kapısına da kilit vurmuş olmuyor muyduk?
TEKKE VE ZAVİYELERİN KURULUŞLARI:
Resulullah (sav) Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk işi mescit inşa etmek oldu. Bununla da kalmayıp, Mesicidin yanında Suffa denilen bir yer yaptırdı. Suffa, gündüzlü ve yatılı olarak hizmet veren ve tüm masrafları Müslümanlarca karşılanan bir eğitim kurumu idi. Suffa’daki eğitim faaliyeti Peygamber mescidi olan “Mescid-i Nebi”den bağımsız değildi. Burası tüm mesaisini ilim tahsiline adamış ya da zaman zaman ilim öğrenmeye gelen Müslümanlarla dolup taşıyordu.
Burada hem İslami ilimler tahsil ediliyor hem de Ashap ruhi eğitimden geçiriliyordu. Bu da medreseler ile tekkelere örneklik teşkil etti. Medreseler dini ve fenni ilimlerin okutulduğu eğitim kurumlarıdır. Tekkeler ise ruhi eğitimin yapıldığı, kâmil Müslüman tipinin yetiştirildiği yerlerdir. Tasavvuf düşüncesinin, anlayış ve terbiyesinin derinleştirildiği ve halka takdim edildiği mekânlardır. İslami sosyal yaşamda tarikat etkinliklerinin yürütüldüğü yerler olan tekkelerin küçüğüne zaviye denilmekle birlikte; dergâh, hangah, ribat, asitane gibi farklı adlarla da anılırlar.
Mutassavıflarca ilk tekkenin, Ebu’l-Kasım el-Kufi tarafından 8. Yüzyılda, Şam yakınlarındaki Remle’de kurulduğu kabul edilir. Kısa bir sürede her tarafa yayılan tekkeler çok önemli faaliyetler icra etmişlerdir. Konu ile ilgili araştırma yapanların hemen hepsi, Müslüman devletlerin fethettikleri yerlere gelip yerleşmesinde tekke ve zaviyelerin büyük rol oynadıklarını belirtmişlerdir. Bu anlamda Anadolu’yu Türklere yurt yapan faktörlerin başında tekke ve zaviyeler gelir. Çünkü İslam ordularının fethettiklere yerlerde bulunan halkların gönülleri, tekke ve zaviyelerdeki gönül erlerinin çalışması sonucu fethedilmiştir. Yoksa askeri anlamdaki ordularca yapılan fetihlerin arkasından, gönül erlerinin fetihleri gelmezse idi, İslam bu coğrafyalarda kalıcı olamazdı.
İŞLEVLERİ:
İslam’ın tebliğ edilmesinde hayati işlev gören tekke ve zaviyeler; sadece İslami terbiye yerleri olmayıp, aynı zamanda psikolojik, pedagojik ve tıbbi sorunlara kadar geniş bir hizmet sahası olan ve devrin mektepleri, hastanesi, spor okulu, dinlenme kampı, güzel sanatlar akademisi, edebiyat ve fikir ocağı, moral kaynağıydılar.
Ziya Kazıcı tarih boyunca tekkelerin icra ettiği fonksiyonları Mustafa Kara’dan istifade ederek şöylece özetlemiştir:
1. Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında, şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Bundan dolayı onlar, etraflarındaki insanların manevi ihtiyaçlarını temin ederek, bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlardı. Böylece Kur’an’ın tavsiye ettiği bir metot olan hikmet ve güzel öğütle insanları dine ve hakikate çağırıyorlardı.
2. Bilhassa Osmanlı’larda, tekke ve zaviyelerin bir kısmı devlet tarafından, yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde tesis ediliyordu. Bu bakımdan, dağlarda, korkunç boğaz ve geçitlerde tesis edilen tekkeler, askeri sevk ve idareyi kolaylaştırmak, ticarete engel olabilecek eşkıya vs. gibi kimselere mani olmak için birer jandarma karakolu vazifesi de görüyorlardı. Böylece tekkeler, kar ve yağmurlu günlerde yolcular içinde bir sığınak oluyordu.
3. Oturma merkezlerinde (meskûn mahal) kurulan tekkelerin gördüğü önemli hizmetlerden biri de kültür iletişiminin, halk arasındaki birlik ve sıhhatli bir haberleşmenin sağlanması idi.
4. Tekke ve zaviyelerin zaman zaman ruh ve sinir hastalıkları için tedavi merkezi olarak da kullanılmaktaydı. Daha çok telkin ve irşat yolu ile hizmetlerini sürdüren bu şifa yurtları, çoğu zaman bir şeyhin önderliğinde, toplumun bu sahadaki yaralarına çareler arıyordu.
SELÇUKLU, OSMANLI VE CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA TEKKE VE ZAVİYELER:
Selçuklu ve Osmanlı toplum yapısının oluşumunda harç vazifesi gören tekke ve zaviyelerle irtibatlı Ribatlar askeri vazife görüp, ileri karakol durumundaydılar. Bu da dergâhlarda miskin miskin yaşayan derviş tipinin koca bir yalan olduğunun belirtisidir. Eğer son zamanlarda bu şekilde yaşayan dervişler olsa da bunun tarihteki tüm dervişler için geçerli olmadığını belirtmekte fayda var.
Osmanlı’nın kurulmasında Şeyh Edebâli’nin yerinin ehemmiyeti, Osmanlı’ya tayin edilen ilk baş müderris olan Davud-ı Kayserî’nin Ekberiyye tarikatına mensup olduğu ve devletin çekirdek ordusu olan Yeniçerilerin Bektaşî tarikatına bağlı oldukları ve Ocağ-ı Bektaşiyân olarak anıldıklarını bilmek, bu devletin temellerinin tekkelerle iç içe olduğunun göstergesidir.
Dervişlikle üretimin birleştirilmesi anlamına gelen Ahi Teşkilatı, tekkelerin iktisadi olarak karşımıza çıkmasıdır. Ahiyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum teşkilatlarının Osmanlı Devletinin kurulması aşamasındaki olumlu rolleri unutulmamalıdır. Uzun süre toplumsal işlevlerini kesintisiz yerine getiren tekke ve zaviyeler içinde İslami hayattan uzaklaşan ve gereği gibi hareketlerde bulunmayanları da vardı elbette. Ama bu onların herhangi bir sınıflamaya tabi tutulmadan kapatılmalarına neden teşkil etmez.
Tarikatlar ve tasavvuf ile ilgili Türkiye’de araştırmalar yapan Mustafa KARA, tekke hayatıyla ilgili olan grupları sayarken sanatkârları zikretmektedir. Ona göre İslam medeniyetinde güzel sanatların teşvik ve koruyucusu dergâhlar olmuştur. Sanatla tasavvufun ortak noktası his dünyasıdır. Dolayısıyla tekkenin aradığı yaratılış sanatkârda, sanatkârın özlediği psikolojik ortam tekkededir. Şiir ve musikinin bütün dehaları tekkeden feyiz alan kimselerdir. Yunus bir derviş olduğu gibi Dede Efendi de bir derviştir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dara düşen ülkeyi kurtarma çalışmalarının içinde de bulundu tekke ve zaviyeler. İstiklal Harbinde, Türk ordusu ile birlikte mücadeleye katılan tekkeler, her ne hikmetse sonradan Cumhuriyet kurucuları tarafından istenmeyen kurumlar arasına sokulmuşlardır.
KAPATILMALARI:
Atatürk, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta türbelerin, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir; “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
Bunun üzerine 30 Kasım 1925’te çıkarılan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile tekke ve zaviyeler kapatılmakla kalmamış, aynı zamanda İslami bazı ünvanlar kaldırılmış ve türbelerin kapılarına kilit vurulmuştur.
NEDEN?
Anadolu hakları üzerinde bu kadar olumlu faaliyetleri icra eden tekkeler, İslam medeniyetinin birer kurumları oldukları için kapatıldılar. Burada yetişen insanlar Batı tarzı eğitim almış insanlar gibi olmayacaklarından, yeni düzen için tehlike arz eden yapılar oldular. Hâlbuki geldiğimiz noktada medeniyetimizin temel taşlarından birini teşkil etmişlerdi. Yüzümüzü Batıya çevirişimizin siyasî, sosyal, ahlâkî ve hatta dinî yaşantımızda büyük tahribat meydana getirdiği bir gerçek. Medeniyetimizin üstünde yükseldiği tekkelerin de bu Batılılaşma seyrinde nasıl bir hâle geldiklerini görmemiz gerekir. Osmanlı’nın Viyana kapılarına dayanmasına varan bir neticeden, Batı’ya kul köle olmasına geçen sürede tekkelerin de önemlerinin yitirmeleri ve medeniyetimizin üzerinde bulunduğu saç ayaklarından biri olan tekkelerin kapılarına kilit vuruşumuz aslında varoluşumuzu sağlayan kültürümüze vurduğumuz en büyük darbedir.
Bununla birlikte ıslah gerektirmeyen yanlarının da olmadığını iddia edemeyiz. Belki son zamanlarda asli vazifelerini tam anlamıyla yerine getirmiyorlardı. Ancak yüzümüzü çevirdiğimiz Batı istemiyor diye binlerce yıldır bizi biz yapan değerlerimizi terk etmenin doğru olup olmadığını okurların takdirine bırakıyorum.
Yıllarca millete hizmetleri geçmiş, kimisi vatan kurup İslam ümmetine öncülük eden, aynı zamanda milli yönleri de bulunan yüzlerce hatta binlerce türbe kapatıldı. Geçmişte kendisiyle iftihar ettiğimiz ne kadar ilim ehli ve devlet adamı varsa hepsinin türbesi yeni nesillere kapatıldı. Batı fikri insanımızı ayakta tutacak güçlü değildi. O kadar zayıftık ki yeni kurduğumuz devlet on yılda bir darbelerden takviye almak zorunda kaldı.