"Bölgedeki savaş her hâlükârda bölge halkına zarar verir"
Siyaset Bilimci ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr. Murat Aslan, ABD ve İran arasında çıkacak bir savaşın en çok bölge halkına zarar vereceğini söyledi.
Emperyalist ABD ve İran arasında son zamanlarda tırmanan gerilim ve savaş söylemleri başta Türkiye olmak üzere bölgedeki tüm ülkeleri tedirgin ediyor. Uzmanlar, ABD'nin kendi çıkarları için gündeme getirdiği İran'a saldırı planı ve ambargo söylemlerini bölge ve dünya barışını tehlikeye sokacak çok tehlikeli adımlar olarak nitelendiriyor.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi (HKÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Murat Aslan, ABD ve İran arasındaki çıkacak olası bir savaşın etkilerini İLKHA'ya değerlendirdi.
ABD ve İran arasındaki çıkacak olası bir savaşta en büyük zararı bölge halkına vereceğini belirten Aslan, İran'daki muhtemel bir iç karışıklığın etki alanının, Suriye'deki iç karışıklığın etki alanından çok daha büyük olacağına dikkat çekti.
İran'a yapılacak bir müdahalenin sonuçlarının çok ağır olacağının altını çizen Aslan, "İran'a müdahale Ortadoğu özelinde mezhebe ve etnik kökenlere müdahale etmektir." diyerek Türkiye'nin doğal olarak böyle bir müdahalenin sonucundan olumlu veya olumsuz etkilenebileceğini belirtti.
Evangelist-siyonist işbirliği İran'ı hedef yaptı
ABD'nin İran'a yönelik son dönemde gerek askeri anlamda gerek ekonomik anlamda almış olduğu tedbirlerin aslında yeni olgu olmadığını belirten Aslan, "Daha önce özellikle de nükleer program çerçevesinde uzlaşmaya varılmış olsa da ABD, İran'a yönelik yaptırımları sürekli gündeminde tuttu. Ancak Obama yönetiminin yerine Trump yönetimine bırakması, ABD'de evangelist-siyonist akımların işbirliği içerisinde ABD'nin yönetimini ele alması doğal olarak İran'ı ön plana çıkardı. Neden ön plana çıkarttı? Öncelikle israilin güvenliği için ön plana çıkardı. Çünkü İran'ın gerek kitle imha silahlarına erişme yeteneği, gerek uzun menzilli füze ve roket teknolojisine sahip olması, gerekse de Suriye'de Esad rejimi ile birlikte hareket etmesi israile bir tehdit algısı olarak ortaya çıkıyor. ABD de böyle bir algıyı yatıştırmak adına İran'a yönelik tedbir almaya çalışıyor. Öte yandan bir de yancıl şeklinde nitelendirebileceğimiz hususlar var." dedi.
"Suudi Arabistan ve BAE, İran'ı bir tehdit olarak görüyor"
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin İran'ı bir tehdit olarak gördüğünü belirten Aslan, "Bu ülkelerde ABD'nin çok büyük çıkarları, özellikle enerji alanında çıkarları var. Bu konjonktür içerisinde ABD'nin Körfez'de İran'a yönelik askeri tedbirler alması, öncesinde nükleer anlaşmaya yönelik uzlaşıyı yok etmiş olması, aslında Ortadoğu'ya yönelik bir meydan okuma şeklinde ortaya çıkıyor. Peki, böyle bir ortam içerisinde Körfez'de bir çatışma riski var mıdır veya bir savaş ortaya çıkar mı? Savaşlar genellikle ya yanlış hesaptan ortaya çıkar ya da yanlış anlamadan ortaya çıkar. Şimdi şu an yanlış anlama ve yanlış hesaplamaların mümkün olduğu bir döneme yavaş yavaş gidiyoruz. ABD ve İran'ın, Körfezin o dar suları içerisinde birbirlerini yanlış anlamalarına da yanlış hesapta bulunmalarına da müsait bir ortam mevcut şu anda. Tabi ki belli bir süre sonra bu yanlış anlamalar ve yanlış hesaplamalar, çatışmalara götürecek ortamı ister istemez doğurabilecektir." ifadelerini kullandı.
"İran büyük bir devlet geleneğine sahiptir"
Aslan, "Ancak burada fren mekanizması var. İran büyük bir devlet geleneğine sahip ve bölgede uzun yıllardan bu yana çok akıllı politikalar yürüttü. Dolayısıyla da İran'ın savaşa kadar gidecek bir eylem içerisine girebileceğini düşünmüyorum. Ancak ABD için aynı durum söz konusu değil. Şu an öncelikli olan husus İran'ın nükleer kapasitesinin imha edilmesidir. Dolayısıyla bölgeye yapılan yığınaklar eğer dikkate alınırsa, ABD'nin mahdut bir askeri harekat doğrultusunda bir planlama içerisine gireceğini ve uygun şartlar oluştuğunda da yapabileceğini değerlendiriyorum. Uygun şartlar nelerdir? Uzun süren yıpratıcı mücadele sonrasında İran'ın özellikle nükleer tesislerinin hedef alınmasıdır. Dolayısıyla böyle bir eylem mutlaka karşılık da bulacaktır." şeklinde konuştu.
"Türkiye daha baştan tavrını belli etmelidir"
Aslan, Körfez'de meydana gelebilecek bir askeri çatışma veya gerginliğin Türkiye'ye etkisiyle ilgili de değerlendirmelerde bulunarak, şunları söyledi:
"Türkiye hâlihazırda bağımsız bir politika izlemeye çalışıyor. Her ne kadar ABD ile bir ittifak ilişkisi içerisinde olsa da kendi çıkarlarını, kendi öz kaynaklarıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu çerçevede İran'ın Körfez'den ABD ile bir angajmana girmesi Türkiye'yi bağlayan bir husus değildir. Türkiye hâlihazırda bölgede kendi çıkarlarına yönelik atmış olduğu adımları gerçekleştirmeye devam edecektir. Bunun içerisinde İran'a uygulanan ambargolara uymama da olabilir. Çünkü Türkiye'nin şu an mevcut ekonomik koşulları dikkate alınırsa, komşu ülkelere yapılmış olan bir ambargodan olumsuz etkilenme lüksü yok. Dolayısıyla Türkiye'nin ekonomik anlamda çıkarları ne ise o konuda gerekli politikasını belirleyecektir diye düşünüyorum. Nitekim geçmişte Irak örneği var. Irak'a yönelik ambargodan en çok zarar gören ülke Türkiye'dir, ancak hiçbir zaman gördüğümüz zarar tazmun edilmemiştir. Dolayısıyla aynı durum İran için de geçerlidir. İran'a yönelik eğer bir yaptırım uygulanıyorsa ve Türkiye bundan zarar görüyorsa o takdirde bunun tazmin edilmesi gerekir. Edilmeyecekse ki, edilmeyeceği gayet açık, bu durumda Türkiye'nin daha baştan tavrını belli etmesi ve kendi çıkarının peşine düşmesi gerekir."
"Ortadoğu'da şu anda endemik bir sıkıntı var"
Körfezin iki yakasındaki ülkelerin ticari, siyasi ve askeri çıkarlarının büyük ölçüde örtüştüğüne dikkat çeken Aslan, "Genel olarak İslam dünyasının yıllardan beri yaşadığı bir sorun; birlik ve beraberliğin eksikliği, otoriterliğin bu ülkelerde özellikle körfez ülkelerinde tedavi süreci hiçbir zaman olamayacak şekilde kökleşmiş olması, demokratik açılımların hiçbir zaman istenen düzeyde gerçekleşememesi ve bu ülkelerde farklı düşünce akımlarından siyasi İslam ve Marksizmin birbirleriyle mücadele edecek şekilde kendilerine taban bulması, bunların kendi aralarında mücadeleye devam etmesidir. Malumunuz Baasçılığı bu konuda özellikle belirtmek gerekir. Arap milliyetçiliğinin sosyalist versiyonu. Dolayısıyla Ortadoğu'da şu anda endemik bir sıkıntı var. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgede kapasite kazanmış, elde ettiği enerji kaynaklarını silah ve benzeri zorlayıcı araçlara yatırmış ülkeler dikkate alındığında ben bu realiteyi çok zengin, küçük ve şımarık bir çocuğun, elindeki son model bir oyuncak ile sağa sola vurmasına benzetiyorum. İşte şu anda bu ülkelerin durumu da aynen böyledir." şeklinde konuştu.
Suudi Arabistan ve BAE ne yapmak istiyor?
Aslan, "Bir bakıyorsunuz Birleşik Arap Emirlikleri Körfezde var, Afrika boynuzunda var. Aynı zamanda Libya'da ve Sub-Saharan'da var. Suudi Arabistan'a bakıyorsunuz Balkanlar'da, Libya'da ve aynı zamanda Mısır'da, Kızıldeniz'de olmaya çalışıyor. Peki neden? Bu yayılmacı amaçlarını daha çok israil ve ABD işbirliğine uygun gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İşte burada bir paradoks başlıyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bunu Müslümanların lehine mi yapmaya çalışıyor yoksa kendilerine ait bir ajanda mı var? Bu ajandayı mı gerçekleştirmeye çalışıyorlar? Yani olayın siyasi bir yönü var. Şu anki görüntü, siyasi yönlü olma istikametinde. Bana göre Suudi Arabistan'ın ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin yayılmacı tavırları daha çok bölgede kendilerine muhalif olabilecek, kendi iktidarlarına meydan okuyabilecek, yeni güç odaklarının ortaya çıkmasını engellemesi istikametindedir. Bunda da israil ve ABD'nin desteğini almaktan geri durmuyorlar. Bu konuda en güzel örnek ise Türkiye'nin pozisyonudur. Çünkü Türkiye'de özellikle hükümetin, Arap toplumlarında bir cazibe merkezi olması, bu devletleri tedirgin ediyor. Çünkü kendi halklarına kendi otoritelerini benimsetemeyen otoriter bir grubun bu ülkelerde iktidarda olduğunu görüyoruz." diye belirtti.
"Bölgedeki savaş her hâlükârda bölge halkına zarar verir"
İran savaşının burada ön plana çıktığına işaret eden Aslan, sözlerine şöyle devam etti:
"Çünkü Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, İran ile mücadele eden bir ABD'nin kendileri için daha uygun olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla İran'a karşı ABD'yi teşvik etmeye çalışıyorlar. Bu da bölgede savaşın habercisidir. Bence yanlış bir stratejidir. Çünkü bölgedeki savaş her hâlükârda bölge halkına zarar verir, ABD'ye değil. Her savaş kendi ekonomisini yaratır. ABD'nin bölgeye silah satışı daha fazla devam eder. Ancak bölgede halkların yaşadığı o ezilmişlik, muhtaçlık veya zayiat artarak devam eder. Dolayısıyla Körfezde bu otoriter rejimlerin izledikleri yol, yanlış sokağa doğru onları sevk ediyor. Kendi iktidarlarını da tehlikeye atıyor."
"Şu anda kan ağlayan bir Suriye'yi, yerle bir olmuş Halep'i görüyoruz"
Bölge ülkelerinin 8 yıldır iç savaşın devam ettiği Suriye'den ders almaları gerektiğini belirten Aslan, "Suriye'de tabi ki halkın tabanından gelen isteğin, iktidardaki aile tarafından cevaplanmaması ülkeyi bu duruma getirdi. Şunu da unutmamak lazım. Suriye'nin geçmişte 2009 yılını hatırlayalım o süre içerisindeki muhalefet, batılılar tarafından desteklenmiştir. Muhalefeti örgütlemek adına Paris'te ve Washington'da yapılan konferanslar vardır. ABD tarafından 2009 yılında Suriye'ye yönelik yayın yapmak üzere kurulan televizyon kanalı vardır. Olaylar başladıktan sonra Suriye halkının haklarının aranacağı eksen, git gide farklı bir boyuta doğru evrildi. ABD gelip PKK'yı buldu. Rusya, Suriye rejimini destekledi. İran bölgedeki Şii milisleri örgütledi ve Esad rejiminin yanında yer aldı. 2006, 2007 ve 2009'da Batı toplumlarının da desteklemiş olduğu ılımlı ve meşru muhalefet ise sadece Türkiye tarafından destekleniyor hale geldi. Sonuçta şu anda kan ağlayan bir Suriye'yi, yerle bir olmuş Halep'i görüyoruz. Şam'ın güneyinde veya doğusunda etnik temizliğe maruz kalmış bir kitleyi görüyoruz. Önce Doğu Guta'dan insanlar zorla İdlip'e göç ettirildi. Şu anda da İdlip'ten çıkmaya zorlanıyorlar. Dolayısıyla Suriye'deki çatışma öyle bir hal aldı ki, kim kiminle müttefik, kim kime düşman, kim hangi ajandayı, hangi amacı güdüyor belli değil." dedi.
"İran'a müdahale Ortadoğu özelinde mezhebe müdahale etmektir"
İran'a yapılacak bir müdahalenin sonuçlarının çok ağır olacağını ifade eden Aslan, "Eğer İran'da, -Ki ben olabileceğini düşünmüyorum- ABD benzer bir girişime teşebbüs ederse, bu olayın siyasi, askeri ve en önemlisi sosyal sonuçları olacaktır. Bütün Ortadoğu'ya yayılmış Şii toplumların, bir anda İran lehine ayaklanmaya başladığını veya İran lehinde kendi otoritelerine karşı gelmeye başladığını düşünün. Mümkün müdür? Bu uzak bir ihtimaldir, ama mümkündür. Dolayısıyla İran'a müdahale etmek demek; aslında Ortadoğu özelinde mezhebe müdahale etmek demektir. Özellikle Irak'ta mezhebe müdahale etmek demektir. İran'a müdahale etmek demek; bölgedeki İran destekli milislere müdahale etmek demektir. İran'a müdahale etmek demek; içerisindeki farklı etnik kökenlere ve mezheplere müdahale etmek demektir." diye konuştu.
"ABD, İran'ı karşısına almaktan ziyade oturup konuşması gerekir"
Aslan, "Böyle bir müdahalenin sonucunu hiç kimse öngöremez, hayal bile edemez. Türkiye de doğal olarak böyle bir müdahalenin sonucundan olumlu veya olumsuz etkilenebilir. Olumlu sonuçlar çok kısıtlı bir seviyede ama olumsuz sonuçlar çok daha fazla. Çünkü İran içerisinde böyle acayip bir etnik kompozisyon var ki, bu bölgeye müdahale ettiğinizde elde ettiğiniz hasılatın ne olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Dolayısıyla ABD'nin burada biraz daha itidal içerisinde davranması gerekir ve İran'ı karşısına almaktan ziyade oturup konuşması gerekir. Nitekim Obama döneminde de bu zaten yapılmıştı. Önemli olan o statüyü bozmamaktı, ancak bozdular." ifadelerini kullandı. (İbrahim Koçyiğit-İLKHA)