Çin’in küresel açılımlarında düşünce kuruluşlarının etkisi
Şi Cinping’in başkan seçildiği 18. Parti Kongresinden itibaren, dış politika ve askeri alanlarda yaşanan pek çok gelişme, Çin Halk Cumhuriyeti’nin dış politika stratejisinin kabuk değiştirdiğini gösteriyor.
İstanbul / AA / Abdurrahim Sağır / Analiz
Şi Cinping’in başkan seçildiği 18. Parti Kongresinden itibaren, dış politika ve askeri alanlarda yaşanan pek çok gelişme, Çin Halk Cumhuriyeti’nin dış politika stratejisinin kabuk değiştirdiğini gösteriyor.
Düşünce kuruluşlarının yenilikçi fikirler geliştirilmesi ve bu doğrultuda araştırmalar yapılması bakımından henüz istenilen başarıyı gösteremese de partinin bir diğer beklentisi olan "Çin’in hikayesini anlatmak" konusunda başarılı oldukları söylenebilir.
Deng döneminde izlenen ‘gücünü saklama’ stratejisinin yerini "büyük güç diplomasisi" stratejisine bıraktığı "yeni dönem"de Pekin yönetimi sahip olduğu ekonomik potansiyeli küresel siyasete (sahaya) yansıtarak, başat aktörlerden biri olmaya soyundu. Şi'nin ifadesiyle "Merkeze doğru yakınlaştığı yeni dönemde Çin, küresel yönetişim sisteminin reformu ve geliştirilmesi konusunda aktif bir rol üstlenerek Çin bilgeliğini ve gücünü küresel yönetişime katmaya devam edecektir." Siyasetin değişmekte olan çehresi, küresel siyasete dahil olan aktörler bazında yaşanan çeşitlilik ve karar alıcıların muhatap olduğu konuların geleneksel çerçevenin dışarısında ve çoğu zaman uzmanlık gerektiren alanlara doğru kayması gibi sebepler, küresel siyasetin birçok aktörü gibi Çin’in de, dış dünyanın sistematik bilgisine olan ihtiyacını artırdı.
Şi dönemiyle birlikte, Batı’nın normlarına göre şekillenen bir aktörden, küresel yönetişimdeki normları şekillendiren bir aktöre geçiş sürecini yaşamakta olan Pekin, bu geçişin entelektüel altyapısını hazırlamaları için yüzünü düşünce kuruluşlarına çevirdi.
Oluşan sistematik bilgi ihtiyacını karşılamada halihazırda faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarının yetersiz kalacağının farkında olunması ise Şi yönetimini reform düzeyinde bir kampanyaya yöneltti: "Çin Karakteristiğinde Yeni Düşünce Kuruluşları (ÇKYDK)." "Büyük güç diplomasisi’" ve "Çin Karakteristiğinde Yeni Düşünce Kuruluşlarının Kurulması" stratejilerinin şekillenme süreçleri incelendiğinde, her iki stratejinin de 18. Parti kongresi neticesinde yürürlüğe konulduğu ve birbirine paralel olarak gelişmekte olduğu gözlemlenmektedir.
İki politika arasındaki bu bağlantı ise bahse konu diplomasiyi Çin’in kendi perspektifinden anlamanın (ve anlamlandırmanın) yolunun onu beslemek üzere hayata geçirilen ÇKYDK’dan geçtiğinin işareti olarak görülebilir.
Rejim ile entelektüel sınıf arasındaki ilişkiler
İlk olarak 2013 Nisan ayında Şi'nin yaptığı ‘’Çin Karakteristiğinde Yeni Düşünce Kuruluşlarının Kurulması’’ çağrısı kısa süre içerisinde akademik dünyada büyük yankı uyandırdı. Bunu takiben, 2014 Ekim ayındaki Genel Reformun Derinleştirilmesi için Merkezi Liderlik Grubu toplantısında, Çin Karakteristiğinde Yeni Düşünce Kuruluşlarının kurulması, "ülkenin yönetim sistemi ve kabiliyetinin (yeterliliğinin) modernizasyonu ve Çin’in 'yumuşak gücünü' artırmak için çok önemli ve ivedi bir misyon" olarak betimleyerek konuya atfedilen önem ortaya konuldu. [1] Şi yönetiminin söz konusu eğilimi neticesinde, düşünce kuruluşları sektöründe baş döndürücü hızda bir yapılanma sürecine girildi.
Kampanyanın uzun vadeli bir ulusal strateji mahiyetini kazanması ise 2015 Ocak ayında ÇKP Merkez Komitesi ve Devlet Konseyi Genel Ofisi tarafından yayınlanan "Çin Karakteristiğinde Yeni Düşünce Kuruluşların İnşasının Güçlendirilmesine Dair Görüşler" raporu ile gerçekleşti.
Raporda , genel bir çerçevede reformun anlamı, temel prensipleri, nihai amacı ve düşünce kuruluşlarının yapısal özellikleri gibi ÇKYDK’nın inşa süreci için kılavuz ilkelerin belirlemesinin yanında, dış politika alanında bu kuruluşların politika yapım sürecinde ve uygulamasında üstleneceği fonksiyonun önemine yapılan vurgu dikkat çekiyor:
"Ulusal yumuşak gücün en önemli taşıyıcıları/araçları olan düşünce kuruluşları, zamanla uluslararası rekabetin önemli bir faktörü haline gelmiş ve dış politikada yeri doldurulamaz bir işlev göstermektedirler. Uluslararası sahnede Çin’in sesinin duyulması, uluslararası etkisinin ve söylem gücünün artırılması düşünce kuruluşlarının kamu diplomasisi alanında üstleneceği önemli işlevlere bağlıdır. "
Partinin düşünce kuruluşu politikası neticesinde, Çinli bir akademisyenin deyimiyle bir "düşünce kuruluşu ateşlenmesi" (Zhikure/Think tank fever) baş gösterdi ve ülkenin dört bir yanında hızla düşünce kuruluşları türemeye başladı; öyle ki bu yeni dalga ile kurulan kuruluşların sayıları hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor.
Öte yandan, siyasi alanda atılan bu adımlara paralel olarak akademik çevrelerde de ÇKYDK’larının mahiyetine, üsteleneceği fonksiyonlara, yapısal özelliklerine dair yoğun bir tartışma başladı. Yaşanmakta olan ‘ateşlenmenin’ boyutlarını anlaşılması için düşünce kuruluşları üzerine yapılan yayınların istatistiklerine bakmak yeterli. Çin’in en büyük veri merkezi CNKI’da yapılacak bir taramada başlığında ‘Zhiku’ (düşünce kuruluşu) kelimesinin geçtiği akademik yayın sayılarına bakıldığında 2012 yılında 3 bin 57 olan yayın sayısının 2018’de 17 bine yaklaşarak altı kat arttığını görmekteyiz.
Parti yönetimi ile entelektüel sınıf arasındaki ilişkinin tarihsel kökenleri, karar alma mekanizmasının düşünce kuruluşlarına (entelektüel sınıfa) açılmasının Çin Halk Cumhuriyeti siyasi yapısında ne gibi bir değişime işaret ettiğini anlamak açısından önemli. Gelişmeler tarihsel bir perspektiften ele alındığında, rejim ile entelektüel sınıf arasında tohumları ÇHC’nin kuruluş yıllarında atılan, karşılıklı bir güvensizlik hali göze çarpmakta. Mao dönemini ele alacak olursak, ülke yönetimine katkıda bulunmak bir tarafa, taşıdığı "burjuvazi eğilimler" nedeniyle aşağılanarak sistemden dışlanmış bir entelektüel sınıf karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli reformlarla yıpratılan entelektüel sınıf, Kültür Devrimi sırasında ise kızıl muhafızların hedefi haline gelmişti. Deng Şiaoping dönemiyle birlikte entelektüel sınıfa yönelik tutumda genel manada iyileşmeler gözlense de günümüze kadar gelen süreçte çalkantılı dönemler de eksik olmadı.
Düşünce kuruluşlarının karar süreçlerindeki etkileri
Belirli bazı akademisyenlerin politikalar üzerindeki etkileri ise daha çok, teknokrat liderler olarak tanımlayabileceğimiz Jiang Zemin ve Hu Cintao dönemlerinde görülmeye başlanmıştır. Vang Huming (Sonradan aktif siyasete dahil olup Politbüro üyeliğine kadar yükselmiştir), Zheng Bijian (Çin'in barışçıl kalkınma/yükseliş teorisini geliştiren teorisyen) gibi önde gelen akademisyenlerin politik tavsiyelerine kulak verilmesi sistematik bir değişimden ziyade, söz konusu liderlerin bireysel eğilimleri olarak öne çıkmaktaydı.
Ancak son dönemde ÇKYDK çerçevesinde yaşanan gelişmeler ise akademi dünyasıyla lider kadro arasındaki bilgi akışını sistemli bir hale getirerek, karar alma mekanizmasının entelektüel faaliyetler ile desteklenmesi yönünde parti yönetimindeki kurumsal bir takım değişikliklere işaret ediyor. Bu her ne kadar parti yönetimi tarafından "bilimsel karar alma" söylemiyle kendi meşruiyetini tahkim aracı olarak kullanılsa da, bu yönelimin, şartların doğurduğu ihtiyacı karşılamaya yönelik pragmatist/realist bir eğilim olarak değerlendirmek daha gerçekçi olacaktır.
Bu bağlamda Çin'deki düşünce kuruluşlarının içerisinde geliştiği siyasi konjonktürün yapısal özellikleri ve faaliyetleri üzerindeki etkilerine de kısaca değinmek gerekiyor. Konunun uzmanlarından Diane Stone’un ifade ettiği gibi düşünce kuruluşlarının karar alma mekanizmasını etkileme ve kamuoyu gündemini şekillendirebilme gibi yetenekleri, kendi öz kapasitelerinin dışında içinde bulundukları sosyo-politik ortamla da doğrudan ilişkili. Tek partinin siyasi alanı domine ettiği Çin'de ortaya çıkan bu kuruluşların Batı'daki muadillerinden en büyük farkı, büyük çoğunluğunun yapısal olarak ya doğrudan parti-devlet hiyerarşisi içerisinde ya da bağlı olduğu kurum münasebetiyle dolaylı olarak bu hiyerarşiye dâhil olmasıdır.
Bu yapısal bağın yanında kurumsal bütçelerinin büyük çoğunluğunun da hükümet kanallarından aktarılıyor olması, ÇDK’lar ile hükümet arasındaki bağı daha da kuvvetlendiriyor. Her ne kadar bağımsız kuruluşlar olmak gibi bir iddiaları ve hedefleri olmasa da, ÇDK’lar, söz konusu bağ neticesinde, araştırma gündemlerini belirleme özerkliğini kaybediyorlar. Bu durum ise parti yönetiminin onlardan beklediği yenilikçi fikirlerin üretilmesi önündeki başlıca engel.
Bu yapısal yakınlığın sonucu olarak ise ortaya, daha çok partinin uygulamakta olduğu politikaların analizleri üzerine yoğunlaşan, yenilikçi araştırmalardan ziyade gündeme odaklanan popülist araştırma eğilimleri çıkıyor. Söz konusu eğilim doğrultusunda dış politika alanında yapılan araştırmaların bir çoğunun İpek Yolu Projesi, Büyük Ülke İlişkileri, BRICS Ülkeleri, Asya Kalkınma Bankası vs. gibi Çin'in doğrudan bağlantılı olduğu konularda temerküz ettiği gözlemleniyor.
Düşünce kuruluşlarının yenilikçi fikirler geliştirilmesi ve bu doğrultuda araştırmalar yapılması bakımından henüz istenilen başarıyı gösteremese de partinin bir diğer beklentisi olan "Çin’in hikayesini anlatmak" konusunda başarılı oldukları söylenebilir. Nitekim bu kuruluşların, gerek Çin medyasında gerekse uluslararası medyada artan görünürlükleriyle, içeride kamuoyunun gündemini şekillendirme, dışarıda ise Çin’in hikayesini kendi istediği biçimde anlatılabilmesi konusunda beklentileri karşılamakta olduğu söylenebilir.
Bunun yanında Çin Hükümetinin uluslararası konferansların düzenlenmesine ve yurt dışındaki konferanslara katılıma yönelik sağladığı ciddi teşvikler hesaba katıldığında, kamu diplomasisinde Çin’in mesajını taşıyan başlıca aktörler haline geldikleri ifade edilebilir.
Meseleye tüm dünyanın gündeminde olan Çin’in İpek Yolu Projesi bağlamında bir perspektif sunulacak olursa, bu projeye dair derinlikli bir analiz sunabilmek ve gelecekteki olası sonuçlarına yönelik tutarlı tahminler üretebilmek için projeyi Çin’in anladığı şekilde anlamlandırabilmek gerektiği ifade edilmeli.
Bu ise ancak, ürettikleri uzmanlık bilgisi, politika alternatifleri ve risk analizlerinin yanı sıra projenin partnerleriyle stratejik koordinasyonun sağlanması açısından projeye destek sağlamak üzere kurulmuş entelektüel altyapıyı (düşünce kuruluşlarını) takip etmekle mümkün olabilir. Sonuç olarak, projeye dair entelektüel alanda üretilen fikri girdiler takip edilmeden yalnızca bir takım istatistikler üzerinden yola çıkılarak yapılan analizlerin, projeye yönelik derinlikli bir perspektif sunma ihtimali düşüktür.
Kaynak, AA [Abdurrahim Sağır, Şangay Üniversitesi Küresel Yönetişim Merkezinde akademik çalışmalarına devam etmektedir]