• DOLAR 34.664
  • EURO 36.362
  • ALTIN 2928.486
  • ...
Diyarbakır Barosu kime hizmet ediyor?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

"Toplumsal cinsiyet eşitliği" adı altında üretilen projelerle kadının hedef alındığı bir süreçte genç kızlara çıplak kültürünün enjekte edilmesini eleştirenler hedef alınıyor...

Son yıllarda annelik kimliği hedef alınan kadın, bireyselleştirerek çekirdek aileden koparılmaya çalışılıyor. Gerek AB'nin dayattığı "İstanbul Sözleşmesi" gerek 6284 sayılı sözde "aileyi koruma" kanunu, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı'nın kadın ve gençlere yönelik kimi projeleri toplumun sosyal dokusunu tahrip ederken, kimi STK görünümlü odakların faaliyetleri de yine halkın inancını ve kültürünü hedef alması dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz aylarda Millî Eğitim Bakanlığı'nın ETCEP projesi çocuklara eşcinselliği aşıladığı gerekçisiyle büyük tepkilere neden olmuştu. Eleştiriler sonrası bakanlık projenin uygulanmayacağını açıklamıştı.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın "kadını koruma" adı altındaki kimi uygulamaları da tepki toplamıştı.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, yaptığı bir konuşmada “Ülkemizde çok önemli kanunlar yürürlüğe konulmuştur. 2012’de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. Bu kanuna göre hiçbir belge ve delil, tanık vs. aranmaksızın, kadının beyanı esastır." demişti.

Bakan Gül, "Bu yönüyle de dünyadaki birçok mevzuatın ötesinde bir düzenleme ülkemizde yapıldı." demiş ve bu değerlendirme "adil yaklaşımdan uzak" olduğu gerekçesi ile eleştirilerin hedefi olmuştu.

Yapılan eleştiriler ve kamuoyunun tepkisi yankı bulmuş, Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç, aileyi dağıtan 6284 sayılı kanun maddesiyle ilgili açıklama yaparak, "Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız" sözleriyle olayın vahametini gözler önüne sermişti.

Yine, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün “Aile kadınlar için güvenli ortam değildir” şeklinde 2009'da skandal bir rapor hazırladığı ortaya çıkmış ve bu rapor da büyük tepki toplamıştı.

Ailenin, toplumun temeli olduğunun vurgulandığı Anayasası’nın 41. maddesinde “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ve uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” ifadelerinin yer almasına rağmen aile karşıtı uygulamalar inanılmaz seviyelere çıkıyor.

Feminizm, kadına şiddet argümanını aile bütünlüğüne karşı silah olarak kullanarak devlet kurumlarında geniş nüfuz alanı buluyor.

Son 10 yılda binlerce ailenin yıkıldığı, neredeyse boşanma oranlarının doğum oranlarını geçtiği, evlilik ve ilk çocuk doğurma yaşının 30 ila 40’lara kaydığı, çocuk nüfus oranının 1970’lerden bu yana en düşük seviyeye gerilediği Türkiye’de aile kurumunun içini boşaltan anlayışın kendisini kamu kurumları çatısı altında bariz şekilde göstermesi de gelecek adına toplumu kaygılandırıyor.

Tabi ailenin, kadının ve gençliğin kamu kurumlardaki kimi odaklarca açıkça hedef alınması bir tarafa sivil toplum kuruluşu adı altında yapılan ifsat çalışmaları da dikkat çekiyor.

Özellikle çıplaklık kültürü enjekte edilerek genç kızlar üzerinden bir neslin hedef alındığı göze çarpıyor. Son olarak Bingöl'de yaşanan bir olay, bu gerçekliğe işaret etti.

Kentte düzenlenen bir futbol turnuvası kapsamında Ordu, Giresun, Hakkari ve Kahramanmaraş'tan getirilen kız çocuklarının şortlu bir şekilde, üstelik bir caminin karşısında futbol oynaması tepkilere neden olmuştu. Camide ibadet eden cemaat, yaşananları insanların inancına saygısızlık olarak değerlendirmişti.

Kültürü, İslami değerlerle iç içe geçmiş bir toplumda, hem de bir caminin karşısında kız çocuklarının yarı çıplak vaziyette futbol oynatılması tepki çekerken, kentteki birçok sivil toplum kuruluşu da yaşananları eleştirmişti. 

Gençliğin ifsadına neden olacak her gün yeni bir adımın uygulamaya konulduğu son günlerde İslami değerlere bağlılığı ile bilinen Bingöl'deki bu turnuva, bölge halkı tarafından masum bir etkinlik olarak görülmedi.

Organizasyonun başındaki kişinin, "Bingöl'de kadın futbol takımı kurma girişimlerimiz oldu ve ama yeterli sayı bulamadık. Ailelerimiz bu konuda yardımcı olmuyor" ve "Kadınları futbol oynamaya özendirici olsun diye böyle bir turnuvayı düzenledik" açıklamaları ise aslında bölge halkının, özelliklede genç neslin hangi amaçlar için hedef alındığına işaret ediyordu.

Söz konusu kişinin PKK/HDP'ye yakınlığı ile bilinen bir TV kanalında eleştirilere tepki göstermesi, Bingöl'de uzun zamandır bir kız futbol takımı çıkarmak istediklerini ancak bunu başaramadıklarını ve sosyal medya hesabından hakaretlerde bulunması da olayın perde arkasındaki odaklara işaret etmesi bakımından önemliydi. 

Konunun gündemde yer edinmesi sonrası sol-sosyalist-feminist kimi internet siteleri ve sosyal medya hesapları ile PKK/HDP çizgisinde yayın yapan kimi TV kanallarının damarına basılmış gibi karşı tepki vermeleri de dikkatten kaçmadı.

Söz konusu turnuva ile kız çocuklarının yozlaştırıldığını savunan Bingöllüler, bu zihniyet tarafından hedef alınmaya başlandı. Ve ardından dikkat çeken bir tepki de Diyarbakır Barosu'ndan geldi.

Diyarbakır Barosu, kültür emperyalizminin yerel aktörleri tarafından uygulanan projeyi sahiplenmiş, bununla da kalmayarak, ifsada tepki gösterenler hakkında suç duyurusunda bulunacakları açıklamasında bulunmuştu. Bu açıklama, "Diyarbakır Barosu kime hizmet ediyor?" sorusunu akıllara getirdiği gibi geçmişte yaşanmış kimi olaylara tepkisizliğini de gündeme getirdi.

Kız çocuklarına yönelik ayrımcılığa veya kötü muameleye karşı duruyormuş gibi harekete geçen baronun, özellikle PKK'nin dağa götürdüğü, eline silah tutuşturduğu kız çocukları ile ilgili bir tepkisellik geliştirmemesi, hep suskunluğu benimsemesi masumane bir tavır olarak değerlendirilmiyor.

Örgüt yöneticilerinin Kandil'de kız çocukları ile çekilmiş mide bulandırıcı görüntüleri ile kızlara yönelik tacizi resmeden fotoğrafları hakkında bugüne kadar eleştirel bir tutum dahi sergilememesi, "Diyarbakır Barosu kime hizmet ediyor?" sorusunu bir kez daha sorduruyor.

Anaların, dağa kaçırılmış çocukları için yükselttiği çığlığı duymayan, çukur siyaseti sürecinde PKK vahşetiyle bedenleri parçalanan başta Fırat Simpil ve Yasin Börü olmak üzere çocukların ve sivil halkın mazlumiyetini görmeyen ve bu anlamda güçlü bir tepki göstermeyen baronun, Bingöl'ün toplumsal dinamiğini tahrip etmeyi amaçlayan bir turnuvayı sahiplenmesi iyi niyetli bir yaklaşım olarak değerlendirilmiyor.

Kız çocuklarının "sportif faaliyet" adı altında yarı çıplak futbol oynatıldığı ve bunun da Bingöllü kızlar içinde yaygınlaştırmak için yapıldığı deklare edilen turnuvayı eleştirenleri hedef alan Diyarbakır Barosu'nun bu tavrı; fikir özgürlüğüne ilişkin samimiyetini, halkın inancı ve kültürü ile nasıl çatıştığına işaret ediyor.

Anayasa’nın 25/2 ve 26. maddeleri ifade özgürlüğünü düzenliyor. Buna göre Anayasa; 25. Madde "Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz." Ve 26. madde "Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar." hükümleri ile genel manada ifade özgürlüğünü tanımlıyor. Bu manada Diyarbakır Barosu'nun tavrı, ifade hürriyetine ilişkin samimiyetini sorgulatıyor.  

Kaldı ki Bingöl Barosu varken Diyarbakır Barosu'nun konu hakkında alelacele açıklama yapması "baro bir yerlerden talimat mı aldı" sorusunu da akıllara getiriyor. Diyarbakır Barosu'nun bu olaya yaklaşımı, toplumu tepkisizleştirmeye ve sindirmeye yönelik bir adım olarak da değerlendiriliyor.   

Türkiye'nin de taraf olduğu Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne atıfta bulunarak Bingöl'de yaşananlara taraf olan Diyarbakır Barosu, yine aynı sözleşme çerçevesinde Suriye Kürdistanı'nda PKK/PYD baskısı ile eline silah tutuşturulan çocukları görmemesi ve ailelerinden zorla koparılarak silah altına alınan çocuklar için sesini yükseltmemesi de yine samimiyetsizlik olarak değerlendiriliyor.   

Evet;

Örgütün çocuk istismarı ve cinayetlerine sessiz kalan, ama halkın çocuklarını yozlaştıran eylemleri sahiplenen "Diyarbakır Barosu kime hizmet ediyor?"

Gördükleri aykırı olaylar karşında düşüncesini beyan eden halkı ve toplumun tasvip etmediği organizasyonları eleştiren sivil toplum kuruluşlarını hedef alan "Diyarbakır Barosu ne yapmaya çalışıyor?"

Bir hukuk kuruluşunun, toplumun dejenere edilmesine, öz benliğinden koparılmasına karşın sesini yükseltmesi, tepki göstermesi gerekirken "Diyarbakır Barosu'nun bu tavrı ne anlama geliyor?" 

Nesli lümpenleştiren, sefilleştiren, değiştirip dönüştüren, sefihleştiren organizasyonları sahiplenen "Diyarbakır Barosu kimin sefirliğini yapıyor?" (İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir