HÜDA PAR: İslam dünyası askeri darbelerden tamamen arındırılmalı
HÜDA PAR, Sudan'da yaşanan askeri darbeye işaret ederek İslam ülkelerinin darbe süreçlerinden artık tamamen arındırılması gerektiğini belirtti.
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan haftalık dış gündem değerlendirmesinde, Sudan'daki darbenin ardından halkın askeri yönetime olan tepkisinin dikkate alınması gerektiğine dikkat çekti. Değerlendirmede, "İslam dünyası; ülkeleri her anlamda gerileten, korku ve baskının hâkim olduğu askeri darbe süreçlerinden artık tamamen arındırılmalıdır." denildi.
Gündem değerlendirmesinde ayrıca Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin sivilleri hedef alan saldırılarına, Türkiye - Rusya 8. Üst Düzey İşbirliği Toplantısına, ABD'nin İran Devrim Muhafızları ordusunu "terör örgütleri" listesine almasına ve işgal rejimi başbakanının Yahudi yerleşim birimlerinin olduğu bölgeyi "ilhak" edeceği yönündeki açıklamalarına ilişkin önemli görüşlere yer verildi.
Sudan'da askeri darbe
Dış gündem değerlendirmesinde, Sudan'daki yaşam koşullarını protesto etmek amacıyla aralık ayından bu yana devam eden gösterilerin askeri darbe ile sonuçlandığı ve 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer el Beşir'in ev hapsine alındığı anımsatıldı.
Değerlendirmede, "Askeri darbeyle iktidara gelen Ömer el Beşir'in devrilmesiyle ülkede yeniden askeri oligarşi hakim oldu. İki kez iç savaş tecrübesi yaşayan ülkenin yeniden bu sürece sürüklenmemesi için siyasetin acilen sivil geçiş yönetimine teslimi gerekmektedir. Zira Sudan, askeri darbenin ekonomik ve siyasi bedelini uzun yıllardır ödemektedir." denildi.
Bütün olup bitenleri dış müdahalelerden bağımsız değerlendirmenin mümkün olmadığı ifade edilen değerlendirmede, "Sudan'ın bölünmesiyle ülkenin önemli petrol kaynaklarının Güney Sudan tarafına geçmesi, ekonomik krizi derinleştirerek halkın sokaklara inmesinin adeta fitilini ateşlemiştir." ifadelerine yer verildi.
"Mevcut süreç, İslam dünyasının önemli bir bölümünde yaşanan kaosun Sudan'a sıçrama ihtimalini doğurmuştur." denilen dış gündem değerlendirmesinde, bu sebeple, halkın darbenin ardından oluşturulan askeri yönetime olan tepkisinin dikkate alınması gerektiğine vurgu yapıldı. Değerlendirmede, "Sivil geçiş yönetimiyle ülkede güvenli bir seçim ortamı oluşturulmalıdır. Sürecin halkın lehine ve halkın talepleri doğrultusunda yönlendirilmesi Sudan'ın geleceği için oldukça önemlidir. İslam dünyası; ülkeleri her anlamda gerileten, korku ve baskının hakim olduğu askeri darbe süreçlerinden artık tamamen arındırılmalıdır." çağrısında bulunuldu.
Suudi Arabistan'ın Yemen saldırısı
Dünyanın en büyük insani krizini yaşayan Yemen'de, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin, sivilleri hedef alan saldırılarına tepki gösterilen değerlendirmede, "Çocukları taşıyan otobüse ve 22 sivilin hayatını kaybettiği köye yönelik saldırının ardından bir hastanenin yakınına düzenlenen hava saldırısında 4'ü çocuk 7 kişi yaşamını yitirdi. Siyasi müzakerenin başarısız olduğu ülkede son dört yıldır 19 binden fazla saldırı düzenlendi ve ülkede ölümlerin yüzde 164 oranında arttığı açıklandı. Saldırıdan kurtulan siviller insani yardım ve tıbbi malzemelerin ulaşamamasından dolayı yaşamını yitiriyor." ifadelerine yer verildi.
"İç savaş öncesinde de dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Yemen, bugün en kötü dönemini yaşamaktadır." denilen değerlendirmede şu görüşlere yer verildi:
"Yemen'de halkın menfaati için taraflar arasında imzalanan Hudeyde, esir değişimi ve limanları kapsayan antlaşmanın uygulamaya konulması gerekmektedir. Dış güçlerin müdahil olduğu çatışma, kaos sürecini uzatmakta ve sonuçlarını ağırlaştırmaktadır.
Ülkede siyasi menfaat uğruna yaşanan savaş halkın lehine değildir. Ağır bedel ödetilen halk, açlık ve salgın hastalıklarla mücadele etmektedir. Yemen savaşı, 10 milyon kişinin açlıktan ölme ihtimaliyle, insani yardım kuruluşlarının 'daha kötüsü olamaz' dediği bir sürece evrilmiştir."
Putin-Erdoğan zirvesi
Rusya'da düzenlenen ve iki ülke arasındaki "8. Üst Düzey İşbirliği Toplantısı'nın yapıldığı hatırlatılan gündem değerlendirmesinde, "Rusya Devlet Başkanı Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gerçekleştirdiği zirvede Suriye ve S-400 füze savunma sistemleri ele alındı. NATO ülkesi olan Türkiye'nin savunma sistemleri noktasında maruz kaldığı şantaja rağmen S-400 füze savunma sisteminden vazgeçmeyeceği açıklandı. Suriye tehdidi sebebiyle Türkiye'ye konuşlandırılan patriot füze bataryalarının ABD, Hollanda ve Almanya tarafından savaş bitinceye kadar kalacağı taahhüt edilmesine rağmen 2015 yılında sökülerek geri götürülmesi, ortak güvenlik politikasını sorgular hale getirmiştir. Türkiye, Amerika merkezli siyaset yürüten NATO'nun tehdit ve şantajlarına rağmen menfaatleri doğrultusunda bir savunma politikası geliştirmekten vazgeçmemelidir." denildi.
Değerlendirmede, Astana sürecinin kararlı bir şekilde sürdürülmesi gerektiğinin altı çizilerek, "Zirvede Suriye konusu da ele alınmış ve toprak bütünlüğü noktasında ortak fikir beyan edilmiştir. Rusya ve Türkiye'nin taraflar üzerinde etkin olduğu Suriye'de iç savaşın sona ermesi için acil ateşkes, tüm unsurların dahil edildiği yeni anayasa süreci, yabancı savaşçıların ülkeden çıkarılması gibi çözüme katkı sağlayacak adımlar da ele alınmıştır. Bu adımların başarılı bir şekilde uygulamaya konulması önem arz etmektedir. Bugüne kadar ulusal menfaatlerin ön planda tutulduğu politikalar savaşı daha vahim boyutlara ulaştırıp milyonlarca Suriyeliye ağır bedeller ödetmiştir. Bu açıdan Astana sürecinin kararlı bir şekilde sürdürülmesi, kaosun bir an önce bitmesi açısından büyük önem arz etmektedir." diye belirtildi.
ABD'nin "Devrim Muhafızları" kararı
ABD'nin İran silahlı kuvvetlerine bağlı Devrim Muhafızları ordusunu "terör örgütleri" listesine eklediğinin anımsatıldığı değerlendirmede, "ABD başkanı Trump'ın göreve gelmesinden bu yana bölgede izlediği gerilim politikası bu adımla ivme kazandı. Nükleer antlaşmanın feshi, Kudüs'ün başkent, Golan topraklarının ise işgal rejimi toprağı olarak tanınmasının ardından gelen bu karar sıcak savaşa hazırlık olarak kabul görüyor. İslam ülkeleri öncülüğünde düzenlenen zirvelerde İran'ın hedef alınması ve son olarak Stratejik Orta Doğu Paktı olarak adlandırılan Arap NATO'su oluşturmaya dönük adımlar İran'a yönelik askeri bir harekât endişesi doğuruyor." denildi.
ABD'nin nükleer antlaşmanın feshi ve ekonomik ambargosunun uluslararası alanda yeterince destek görmediğine işaret edilen değerlendirmede, şunlar kaydedildi: "Bu adımla birlikte İran, marjinalleştirilmek ve nükleer çalışmalarında meydana gelecek hareketlilikle uluslararası alanda yalnız bırakılmak istenmektedir. Suriye'nin iç savaş sürecinde olmasından da yararlanarak İran'da Irak'a benzer bir süreç hedeflenmektedir. Bölge ülkelerinin önemli bir bölümünde kaos meydana getiren ABD, İran'daki süreci bölgedeki müttefikleri aracılığıyla yönetmeyi hedeflemektedir. Siyasi menfaat ve mezhepsel ittifakları tüm bölgenin refahına tercih eden güçlerin, bu plana dahil olma ihtimali endişe vermektedir.
Tüm bölgeye ekonomik ve siyasi bedel ödeten bu krizlerin sona ermesi için bölge ülkelerinin diyalog geliştirmesi artık zaruri hale gelmiştir. Siyonist yayılmacılığı meşrulaştırarak işgal rejimi ile ilişkileri geliştirmeye çalışan ve tüm İslam coğrafyasını kaosa mahkum eden Suudi, Birleşik Arap Emirlikleri ile Mısır'ın bu tavırlarından dolayı İslam ülkeleri tarafından mahkum edilmesi artık zorunluluk haline gelmiştir."
"Filistin topraklarının işgalden kurtulması için işgal rejimiyle normalleşme sona erdirilmeli"
İşgal rejimi başbakanı Netanyahu'nun, 9 Nisan'daki seçimden galip çıkması halinde işgal altındaki Batı Şeria'da yer alan yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerinin olduğu bölgeyi 'ilhak' edeceği yönündeki açıklamalarına tepki gösterilen değerlendirmede, "1967'de işgal edilen Batı Şeria'da yaklaşık 250'ye yakın yasa dışı Yahudi yerleşim birimi bulunuyor ve buralarda 400 binden fazla Yahudi yerleşimci ikamet ediyor. Uluslararası hukuka göre, işgal altındaki topraklarda tüm Yahudi yerleşim birimleri yasa dışı kabul edilmesine rağmen bununla ilgili caydırıcı bir yaptırım bulunmuyor." ifadelerine dikkat çekildi.
"Uluslararası sessizlikten cesaret alan işgal rejimi 4 bin 500 yeni konut inşası projesini yürürlüğe koymaya hazırlanıyor." denilen değerlendirmede son olarak şu görüşlere yer verildi:
"1967'den sonraki süreçte Filistin topraklarındaki işgal rejimi yerleşim faaliyetleri sistematik olarak artış gösterdi. Yakın zamanda Kudüs ve Golan'la ilgili işgal rejimi lehine alınan kararlar ve bölge ülkelerinin normalleşme faaliyetleri işgal rejiminin ilhak projelerine hız vermesine sebep olmuştur. Netanyahu'nun seçimi kazanmış olması, bölgenin daha da karışacağını göstermektedir.
Son zamanlarda yüzyılın antlaşması kapsamında Sina yarımadasının bir bölümünün Gazze yarımadasına eklemlendiği haritanın gündeme gelmesi önümüzdeki süreçte Filistin meselesinin çözümü noktasında endişeleri arttırmıştır. İşgal rejimi lehine yürütülen diplomatik süreç bize göre yüzyılın ihanetidir. Bu süreç, Filistin davasının elini zayıflatmış, direnişi uluslararası sahada bitme noktasına getirmiştir. Bölgedeki tüm sorunların kaynağı olan siyonist yayılmacılığının durması ve Filistin topraklarının işgalden kurtulması için işgal rejimiyle normalleşme sona ermeli, uluslararası hukuk devreye sokulmalı ve 'Yüzyılın Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi engellenmelidir." (Ramazan Casuk-İLKHA)