Unutulmaya yüz tutmuş kazazlık mesleğini 72 yıldır sürdürüyor
Şanlıurfa'da Kazaz Mehmet Emin Güngör, unutulmaya yüz tutmuş kazazlık mesleğini 72 yıldır sürdürüyor.
Şanlıurfa'da ipek ipliğin el ile bükülerek işlenmesi mesleğine "kazazlık" deniliyor. 79 yaşındaki Kazaz Mehmet Emin Güngör, Balıklıgöl Rızvaniye El Sanatları Külliyesinde yaklaşık 70 senedir unutulmaya yüz tutmuş kazazlık mesleğini yaşatmaya çalışıyor.
Rivayetlere göre, milattan sonra birinci yüzyılda Aggai adındaki bir piskopos, piskopos olmadan önce kazazlık ile uğraştığı, Urfa'da bir şehir krallığı olan Osrhone krallığı zamanda Hz. İsa ile yazışan Kral V. Abgar'ın ipek giysilerini ve başlıklarını imal ettiği kaynaklarda geçmektedir.
İpekçilik eskiden Urfa'da çok yaygındı. Urfa'nın dört bir tarafında bulunan dut ağaçları ipek böcekçiliğinde kullanılırdı. Üretilen ipekler "Kazaz Pazarı" denilen kapalı çarşıda el ile bükülerek kaytan, saç bağı, tespih püskülü, puşu püskülü, iggal (egal), raht, sırma şerit, inci saplama ve zaza püskülü haline getirilirdi. Eskiden 30-40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde Rızvaniye El Sanatları Külliyesinde Mehmet Emin Güngör tarafından yaşatılmaya çalışılıyor.
Terkedilmiş kazazlık mesleğini sürdüren Mehmet Emin Güngör, 72 yıllık meslek hayatını anlattı.
Hanımı ile birlikte kazazlık mesleğini yaşatmaya çalıştığını belirten Güngör, "Bu mesleğin ismi kazazlıktır. Yöresel takı yapan, folklorda kullanılan, günümüze kadar ölmeyen bir meslektir. Şanlıurfa'da 50 senedir ara verilmişti. Şanlıurfa Valiliği Ankara'dan hocalarla anlaşarak bu mesleğe el attılar. 9 senedir Şanlıurfa Valiliği'nde çalışıyordum." dedi.
Güngör, "Şanlıurfa Valiliği bize bu iş yerini verdi. Biz de meslek ölmesin diye kendi hanımımla birlikte çalışıyoruz. Buraya işi öğrenmek için gelen olursa onları yetiştiririm. Bu meslek ev de besler." diye konuştu.
Eskiden kazazlık mesleğinin çok gözde bir meslek olduğuna değinen Güngör, "Ben 7 yaşından yani 1947 yılından beri bu mesleğin içindeyim. Hem Kur'an okuyorduk hem bu mesleği yapıyorduk. Meslek çok paralı bir meslekti. Bu meslekte saç püsküllü, tesbih püskülü, el işi renkli kaytan, saç bağı, kekül ve raht yapıyoruz. Bugün folklor için siparişler oluyor. Onlar içinde ürünler yapıyoruz. Kazazlık mesleğinde Allah'ın izniyle bilmediğimiz şey yoktur." şeklinde konuştu.
"Yaptığımız meslek çok bereketli bir meslekti"
Kazazlık mesleğine nasıl başladığını anlatan Güngör, "1947 yılında çocukken Kur'an-ı Kerim öğrenmek için hocaya gidiyorduk. Arkadaşlarımız vardı. Onlar da bir meslek öğrenmek için ustaya gidiyorlardı. Ben de babamın beni bir ustaya vermesini istiyordum. Ama korkuyordum söylemeye; çünkü babam bizi hocaya göndermişti. Zaten o zaman fazla okula giden kimse yoktu. Ben de anneme dedim ki: 'babam beni bir sanat işine bıraksın. Ben de bir meslek öğreneyim. Arkadaşlarımın hepsi çalışıyor.' Rahmetli annem, babama söylemiş. Babam da kazaz pazarında beni önce Yasin Bayraktar Usta'nın yanına bıraktı. Orada 5 ile 6 yaşlarındayken bu işe başladım. Daha sonra Muhammet İpekçi ustanın yanında çalışmaya başladım. Biz bu mesleği yaparken elimizden kan geliyordu. Kullanmış olduğumuz sim ile çok çalıştığımız zaman elimiz kesiliyordu; ama bu işi zevkle yapardık. İlk işe girdiğim zaman 50 kuruş kazanıyordum. Daha sonra kalfa olunca bir lira aldık. Ondan sonra haftalığımı 7 buçuk lira ettiler. Babam bana 'sen benden daha çok kazanıyorsun.' diyordu. Yaptığımız meslek çok bereketli bir meslekti." ifadelerini kullandı.
"Sabahleyin dükkâna erken gelmeseydin ağlardım"
İşine çok bağlı olduğunu, sabah güneş doğmadan işyerini açtığını söyleyen Güngör, "Sabahleyin dükkâna erken gelmeseydin ağlardım. Hatta bir gün elimden kan geliyordu, rahmetli babam beni hamama götürdü. Sabah erkenden hamama gittik. Hamamdan çıktığımızda güneş doğmuştu. Rahmetli babama dedim ki, 'ben bugün dükkâna gitmeyeceğim.' Babam benden sebebini sorduğu zaman: 'güneş doğmuş ustam bana kızar' dedim. Babam elimden tutarak beni ustamın yanına götürdü. Ona dedi ki: 'çırağın geç kaldığından işe gelmeye korkuyordu onu ben getirdim.' O zaman ustalığın bir değeri vardı. Ustalarda çıraklarına çok değer verirlerdi, kendi evlatları gibi bakarlardı. Allah hepsinden razı olsun." diye konuştu.
"Şimdi ipek var ama o dediğimiz ipekler bugün yok"
Eskiden genç kızların çeyizlerini süsleyen ürünler yaptıklarını dile getiren Güngör, "Eskiden kazaz mesleği altın gibiydi. 50 sene önce yapılan renkli kaytan, saç bağları olmadan kızlar ne evlenirdi ne düğüne giderlerdi, bayrama bile gitmezlerdi. Derlerdi ki, 'renkli kaytanımız, saç bağımız, rahtımız yok' gelip bunları alırlardı. Çeyiz yapılırken bunlar muhakkak çeyiz içerisinde olurdu. Kısacası çok gözde bir meslekti. Eskiden yüzde 100 ipek vardı. Bursa'da da yapılırdı; fakat çoğu dışarıdan Avrupa'dan gelirdi. Biz gidip Suriye'den alırdık. Suriye'de ucuzdu, böyle çalışıyorduk. Şimdi İstanbul'dan, Antep'ten alıyoruz. Urfa'da yok zaten. İpek'le ve floşla yapıyoruz. Şimdi ipek var ama o dediğimiz ipekler bugün yok." dedi.
"Yaptığımız ürünleri 5 lira ile 40 lira arasında satıyoruz"
Günümüzde kazazlık mesleğinin unutulduğunu ve kaybolmaya yüz tuttuğunu aktaran Güngör, "Günümüzde Urfalılar unutulduğu için bu mesleği bilmiyorlar. 'Nereden çıktı diyorlar' büyüklerimize anlattığımız zaman büyüklerimiz, eskiden kazaz pazarı olduğunu söyleyip hatırlıyorlar. Biz de onlara kazaz pazarının buraya taşındığını söylüyoruz. Dışarıdan gelen turistler ürünlerimizi gördüğü zaman bayılıyorlar, daha önce böyle bir şey görmemişler. Yaptığımız ürünleri 5 lira ile 40 lira arasında satıyoruz." ifadelerini kullandı.
Kazzazlık ürünleri
İnci Saplama: İnci tanelerinden oluşan, Şanlıurfa kadın takıları arasında önemli bir yeri olan ve "Kelep" denilen boyun takısının incilerin "korlar" (sıralar) halinde ince ibrişimlere "saplanması"na (geçirilmesine) inci saplama denilmektedir.
Kaytan: Kaba ibrişimden örülmüş, 1-2 santim eninde, 1-1.5 metre uzunluğundaki şeritlere "kaytan" denilmektedir.
Cep Saati ve Tabanca Kaytanı: Kaba ipekten bir santim genişliğinde örülür.
Kor Kaytanı: Sarı renkli ipekten 2-3 santim genişliğinde örülerek üzerine altın liralar dizilir. Kadınlar tarafından boyuna takılır.
Saç Bağı: Siyah renkte ipek ipliklerinin kadın saçı görünümü verecek şekilde örülerek uç kısımlarına yedi renkte püsküller bağlanmasına "saç bağı" denilmektedir. Köylü kadınlar tarafından başın arkasına takılan saç bağı suni bir saç görünümü verir.
Puşu Püskülü: İpekten yapılan bu püsküller, eskiden Şanlıurfa'da aba tezgahlarında ipekten dokunan ve "Sırmalı Puşu" denilen erkek baş örtülerinin çevresini süslemede kullanılırdı.
Tespih Püskülü: Tespih tanelerinin renkleri ile uyumlu olarak ipek iplikten yapılır.
Sırma Şerit: Gümüş sırmalarla (tellerle) işlenen bu şeritler, köylü kadınlar tarafından başa takılan ve "Köfü" denilen başlıklara dikilirdi.
İggal: Puşuyu başa tutturmaya yarayan, yün veya ipekten yapılmış yuvarlak formlu başlığa iggal denilmektedir. Yassı ve top iggal olmak üzere iki türü vardır.
Yassı İggal: Deve veya koyun yönünden yapılmış ipler, 30-40 sıra halinde ve başa geçecek genişlikte yuvarlak biçimde bağlanır; bu ipler 5 santim ara ile 2 santim genişlikte sarılarak boğumlanır. Bir yassı iggal'de büyüklüğüne göre 6-7 boğum bulunmaktadır.
Yassı iggalin arkasından iggal yününün renginde, uçları püsküllü dört sıra ip sarkmaktadır.
Deve yününden yapılan iggallerin baş ağrısını aldığına Araplar tarafından inanılmaktadır.
Top İggal: Serçe parmak kalınlığında, bir metre uzunluğundaki kendirin üzeri siyah ipek iplikle sıkça sarılarak uç kısımları birbirine bağlanır ve katlanarak iki kor (sıra) halinde başa takılır. İggal'in birleşen uç kısımlarından püsküllü ipler sarkıtılır. Püskül iplerinin örgü, kaytan ve bükme çeşitleri vardır.
Daha çok Halep'ten getirtilen top iggal, ayrıca Şanlıurfa'da yapılırdı. (Abdurahman Uğurlu-İLKHA)