"Çanakkale iman ve ümmet şuuruyla kazanıldı"
Müslümanlar birlik, beraberlik ve ümmet şuuruyla hareket ettikleri müddetçe hiçbir gücün kendilerine karşı duramayacağını vurgulayan Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür, bunun en güzel örneğinin de Çanakkale olduğunu söyledi.
Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür, Çanakkale destanını ve o günkü zor şartlara rağmen kazanılan zaferi İLKHA'ya değerlendirdi.
Gür, İslam düşmanlarının ve emperyalistlerin birleşerek İslam âlemine, Osmanlıya saldırısı ile Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlıyı parçalayarak topraklarını ele geçirmek istediği dönemlerde Çanakkale'nin kazanılmış büyük bir zafer olduğunu belirtti.
Müslümanların, ümmet olarak hareket ettikleri zaman Allah’ın yardımıyla bütün savaşları zafer ile kazandıklarına dikkat çeken Gür, her milletten insanın Çanakkale'de sadece ümmet ruhu ve aşkıyla mücadele ettiğini söyledi.
Çanakkale'nin bir ümmetin dirilişi olduğunu belirten Gür, özellikle zor günler geçiren Müslümanların yeniden ümmet ruhuna ihtiyacının olduğunu, bu ruhu yakalamak için de ırkçılığı bir kenara bırakarak insanların ancak ümmet ruhu ile bir araya gelebileceğine dikkat çekti.
Çanakkale Savaşının tarihi süreciyle ilgili bilgi veren Gür, "Özellikle Rus çarı Nikola’nın ‘Hasta adam’ olarak nitelendirdiği Osmanlı imparatorluğu, şaşalı dönemlerinde yani yükselme döneminden artık etkisiz döneme geçmişti. Onun topraklarını paylaşmak isteyen özellikle zamanın sömürgeci devletleri; İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere Türkiye topraklarını, Anadolu coğrafyasını parçalamak ve paylaşmak istiyorlardı. Bunun için de özellikle Rusların Akdeniz’e inmek, İngilizlerin de özellikle Karadeniz bölgesinde hâkimiyeti sağlamak ve Balkanlara ulaşmak için boğazlardan geçmeleri gerekiyordu. O yüzden bir taraftan Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan faktörlerden olan Almanya’ya karşı ittifak kuran İngiltere, Fransa ve Almanya çatışma içerisine düşmüşlerdi. İngilizler ve Fransızlar Rusya’ya yardım götürebilmek ve Almanlara karşı Rusya'yı mücadele ettirebilmek için boğazlardan geçme zorunluluğu vardı. Bu yüzden İngilizler, Fransızlarla birlikte Çanakkale boğazına gelerek yaklaşık 600’e yakın gemilerini, kruvazörlerini boğaza dizdiler. Böylece Osmanlı’nın paylaşımı üzerinden sıcak denizlerin hâkimiyetine yönelen bir savaş başlamış oldu." dedi.
Osmanlı yorgundu
1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlı'nın sürekli toprak kaybetmeye başladığını hatırlatan Gür, "Sadece toprak kaybetmemiş, aslında o akıncı ruhunu ve toprak genişletme becerisini de kaybetmişti, umutsuzluğa düşmüştü. Çanakkale zaferine gelinceye kadar Osmanlı sürekli toprak kaybeden, umudunu yitirmiş, mazlumlara ve mağdurlara el uzatan değil de savunmaya geçmiş bir ülke konumuna gelmişti. Bu arada zaman içerisinde özelikle yeni yükselen sömürgeci imparatorluklar oluştu. İngiltere bunların başında geliyor. Amerika vardı. Ama asıl olan, yeni ulus devlet anlayışı içerisinde balkanlarda özellikle İngilizlerin ve Rusların kışkırtmasıyla ayaklanmalar oldu. Yoğun bir balkan savaşları vardı. Osmanlı yorgundu, diğer taraftan Yemen taraflarında Ortadoğu'da İngilizlerin yine ayaklandırmasıyla çeşitli problemler yaşanıyordu. Böylesine yoğun bir coğrafyada teknik imkânlarını kaybetmiş, aynı zamanda toprak kaybeden ve her cephede savaşan bir Osmanlı yorgun düşmüştü. 'Yorgun olan bu Osmanlıyı nasıl olsa bir şekilde bir ay içinde boğazları geçer İstanbul'u alırız.' diyerek o zaman İngiliz kabine bakanı Churchill kabineyi de ikna ederek Osmanlı üzerine boğazlardan geçmek üzere donanmalarını gönderdiler. Tabi ki onların hesap edemediği bir şey vardı. Evet, Osmanlı yorgundu. Savaşlardan bitap düşmüştü, tekniği geri kalmıştı. Ama Mehmetçiğin yani Osmanlı ordusunun o eratının yüreğindeki imanı hiç hesaba katamadılar. Azınlığın çoğunluğa nasıl galebe geleceğini hesaplayamamışlardı. Bu da zaten onların hüsranı oldu." ifadelerini kullandı
"Nasıl olsa yeneceğiz' diye gelmişlerdi"
Gür, "Tabi burada iki önemli faktör vardı. İngilizler tarih boyunca uzun yıllar 300 yıldır yenilmemiş kibir ve gurur abidesi bir imparatorluk olarak 'Nasıl olsa yeneceğiz' diye gelmişlerdi. Yanlarında güçlü Fransa donanmaları vardı. Bir taraftan da boğazların öbür tarafında Rusya onlara destek veriyordu. Ama bunların karşılığında ise ölmekten korkmayan, ölümü bir şeref bilen Osmanlı ordusunun mensupları vardı ki bunlar azınlık olmalarına rağmen ölmekten korkmadıkları için şehit olmak adına o güçlü ordulara karşı mücadele verdiler. Tabi ki burada ikincisi de Alman ordu komutanı Otto Liman Von Sanders, bazı stratejik hatalar yapmakla birlikte, Osmanlı ordusunun erlerinin yani Osmanlı halkını iyi tanımıyordu. Onların mücadele azminin farkında değildi. Çanakkale bir taraftan İngiliz gururunu ve kibrini yerle bir ederken, aynı zamanda birkaç yıl içerisinde olacak istiklal savaşının da önsözünü yazdı ve böylece milletimize bir güç geldi." şeklinde konuştu.
"Bedir'in aslanları ancak o kadar şanlıydı"
Çanakkale zaferinin hiç kolay kazanılmadığını vurgulayan Gür, "Merhum Mehmet Akif'in o sahneleri canlandıran şiirinde olduğu gibi 'Bedir'in aslanları ancak o kadar şanlıydı' diyor. Yani burada çok güzel özetliyor. Bir Allah'ın yardımı, çünkü vatan mevzu bahis olunca millet canını vermekten çekinmedi ki siperin önüne çıktığı andan beş dakika sonra öleceğini bilen bir asker hiç tereddüt etmeden hemen koşuyor ve gözü önünde şehit düşenlerle birlikte şehit düşmekten korkmuyor. İkincisi tabi ki burada şunu da hatırlatmakta fayda var; dünyanın o zamanki gidişatına aslında bakarsanız Çanakkale zaferi değiştirmiş oldu. Eğer Çanakkale zaferinde o zaman İngilizler başarılı olsalardı yani biz Çanakkale'yi kaybetmiş olsaydık İngilizler Ruslara yardım götüreceklerdi. Rusya'da Bolşevik ihtilali olmayacaktı ve yıkılmayacaktı. Dolayısıyla Ruslar, İngilizlerle birlikte Akdeniz ve Karadeniz'e hâkim olacaklardı, dünya farklı bir yerde yer alacaktı. Aslında Osmanlı Çanakkale zaferini kazanmakla dünyadaki o kötü gidişata da 'dur' demiş oldu. Diğer taraftan Seyit onbaşılar, Halime çavuşlar ve şu anda daha ilginci ben bir tıbbiyeliyim ve o dönemde artık askere gidecek kimse kalmamıştı. Tıbbiye öğrencileri askere gönüllü olarak gidiyordular. O zamanın tek tıp mektebi buna Tıbbiye-i Şahane'nin öğrencileri bütün her şeye rağmen cepheye gittiler ve onların hiçbirisi geri dönmedi, o yıl Tıbbiye-i Şahane mezun vermedi. O yüzdendir ki 14 Mart Tıp Bayramı bizim açımızdan aynı zamanda Çanakkale'nin o şehitlerini anma günü olarak da değerlendiriyoruz. Gerçekten de Çanakkale'de imanla birlikte aynı zamanda tarihe altın sayfalarla geçecek bir zafer kazanılmış oldu." diye konuştu.
"Çanakkale'de Arap, Türk, Kürd, Çerkez, Lazı vardı"
Tarih boyunca Anadolu coğrafyasının sürekli sömürgeci güçler tarafından işgal edilmek istendiğinin altını çizen Gür, sözlerine şöyle devam etti:
"Çünkü tarih üzerinde kurulan medeniyetler yer altı ve yer üstü zenginlikleri ticaret ve enerji merkezi olma açısından bu da doğaldır. Anadolu coğrafyasında kurulan bu medeniyetlerde biz milliyet ayrımı yapmadık. Osmanlı, Selçuklu dâhil olmak üzere Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle, Ermenisiyle, Süryanisiyle kadim bütün geleneklerden gelen milletler orada kendilerine yer buldular ve orada huzur içerisinde yaşadılar. Fakat ulus devletin çekirdekleri atılmaya başlayınca özellikle de 1860 ve 1900'lü yıllardan sonra, 'nasıl olsa biz Osmanlı'yı yok edemiyoruz, onları bölerek ulus parçacıklarına ayırarak yok ederiz' diyerek fitne tohumlarını ektiler. Ama Çanakkale buna en iyi verilen cevaptır. Onlar bunu yaparken Çanakkale'de Arap'ı, Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı'da vardı. Böylesi bir ortam içerisinde vatanı ve Payitahtı korumak adına hiçbir milliyet, din, dil ayırımı yapmadan orada mücadele verip, o toprağın bağrına düştüler. O birliktelik nasıl orada zafer kazandırdıysa uzun yıllar Osmanlı'nın bu büyük geleneğinden gelen Anadolu'daki Türk milleti bir süreliğine uyutuldu, başarısız ve tarihte herhangi bir başarısı olmayan, sanki kurulan bu millet geçmişi yokmuş gibi algı üretilerek zayıflatıldı, bir komplekse düşürüldü. Özellikle son 15-20 yıl içerisinde tekrar yeniden bir diriliş hamlesi başladı. Bu diriliş anlayışı içerisinde yükselen eğilim Anadolu ve Türkiye olunca bu defa daha çok üzerimize gelmeye başladılar. Aynı senaryo yine tekrarlanıyor." dedi.
"Allah bir daha bizi böyle ağır imtihanlara maruz bırakmasın"
Gür, "Ama bu millet onlara en iyi cevabı veriyor. 15 Temmuz gecesi hain darbe ve işgal girişimine karşı bu milletin Türk'ü, Kürd'ü, Alevi'si ve Sünni'si hiç fark etmedi. Milliyetçisi, dindarı, sosyali, liberali ve solcusu hiç fark etmeden meydanlara döküldüler. Biz Anadolu coğrafyasında milli bir beraberliğimizin oluşmasını istiyoruz ki bu zaten bizim öz ruhumuzda var, zaten bu bize başarı getiriyor. Ama ben şuna inanıyorum; ayrı fikirlerde, düşüncelerde olabiliriz, ülkenin gelişmesi açısından olmamız da gerekiyor. Vatan söz konusu olduğu anda eğer bizler bir araya gelip, ortak mücadele edebiliyorsak, ayrılıklarımız ve farklılıklarımız bizim sadece zenginliğimizdir. Bu zenginliğimizin potansiyelini kullanalım diyorum ki Allah bir daha bizi böyle ağır imtihanlara maruz bırakmasın. Merhum Mehmet Akif'in dediği gibi 'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.' Allah bu millete bir daha 15 Temmuzları yaşatmasın. Çanakkale'nin o zor durumunda 250 bin civanımızın toprağa kanıyla ve canıyla düştüğü güne bir daha düşürmesin. Bununda tek yolu farklılıklarımızı zenginlik bilip toleranslı, aynı zamanda zenginliklerimizi paylaşarak beraber yolculuk yapmaktadır." dedi.
"Allah'ın ipine, Kur'an'a sarılırsak önümüzde duracak hiçbir millet yoktur"
Son olarak birlik, beraberliğin ve ümmet bilicinin önemine dikkat çeken Gür, şunları dile getirdi:
"Eğer biz sımsıkı Allah'ın ipine, Kur'an'a sarılırsak aynı zamanda kendi milli birlik ve beraberliğimizi korursak, tefrikaya düşmezsek ve kendi içimizdeki tartışmaları da bir tarafa bırakıp birlikteliklerimiz üzerinden hareket edersek önümüzde duracak hiçbir millet yoktur. Ama tarihten alınması gereken en önemli ders; Müslüman ve Türk devletleri hiçbir zaman dışarıdan yıkılmamışlardır, hep birbirlerini tefrika ve fitneyle yıkmışlardır. O yüzden tefrika ve fitneye düşmeyeceğiz. Birlik ve beraberlik halinde ümmet, millet şuuruyla aynı zamanda içimizdeki farklılıkları zenginlik görüp, onları ötekileştirmeden yok etmeye çalışmadan, onların da varlıklarını zenginlik bilerek yolumuza devam etmemiz lazım. Bu şuurla olduğumuz için son zamanlarda yerli ve milli birliktelikler 15 Temmuz ile oluşunca üzerimize daha çok gelmeye başladılar. Ama onların bizim üzerimize gelmesi tam tersine bizi daha çok güçlendiriyor." (İbrahim Koçyiğit-İLKHA)