PEYGAMBERE SADAKAT
Birkaç yıl önce yaşadığı duyguları yeniden yaşıyordu Yusuf.
Birkaç yıl önce yaşadığı duyguları yeniden yaşıyordu Yusuf. Bir yanda öfkeli yüreği buruk, diğer yanda umut ve coşku doluydu. Büyük şeytan ve terörist israil’in finanse ettiği, Firavun evladı bir Kıpti, Efendimize dil uzatan bir filmi internette yayınladı. Birçok İslam ülkesinde bu rezil filme tepkiler yükseldi. Müslümanlar canlarından aziz bildikleri Allah Resulü için canlarını feda ettiler.
-Rabbim şehadetlerini kabul etsin dedi içinden
- Yarab bizlere de Senin ve Resulünün yolunda şehid olmayı nasib et, diye ekledi. Yusuf ailece bu hafta düzenlenecek “Peygambere Sadakat Mitingine” gitmeye hazırlanıyordu. Özel araçlarıyla ailenin tüm fertleriyle gideceklerdi, yalnız bir sorun vardı. Çevrelerindeki tek ekmek fırını kendilerinindi. Fırını kapalı tutmak olmazdı. İçlerinden birinin kalması gerekiyordu.
Peygamber Efendimiz söz konusu olunca babasını kimse durduramazdı. Bayanların zaten dokunulmazlıkları vardı. Zira daha önceki tecrübelerinden bayanların ne denli Peygamber aşığı olduklarını gözlemlemişti. Seçenek olarak kardeşi Ahmed ve on iki yaşındaki Hüseyin kalıyordu. İlk fırsatta meseleyi Ahmed’e söyledi. Ahmed:
-Hiç kusura bakma! Geçen Nisan ayında beni burada bırakmıştınız. Ben sıramı savdım. Sen ve oğlun aranızda bu meseleyi çözün, beni hiç bulaştırmayın, dedi ve kestirip attı. Yusuf:
-Ne yapalım çaresiz Hüseyin beyi iknaya çalışacağız. Ahmed:
- O biraz zor, kaç gündür heyecanla bekliyor. İkna olacağını sanmam. Yusuf çaresiz başını salladı. Bir hal çaresini bulmalıydı. Nazı geçen bütün arkadaşları kendisi gibi mitinge gitmeye can atıyorlardı. Böylesi bir günde mitinge gitmemek olmazdı. En azından gidip bütün dünyaya bu çirkin saldırıya karşı tepkisini göstermeliydi. Dükkânın önünde oturan Hüseyin’e seslendi:
-Hüseyin oğlum! Babasının sesini duyan Hüseyin hızla içeri girdi.
-Buyur babacığım! dedi. Yusuf kem-küm ederek söze başladı.
-Oğlum biliyorsun bu hafta mitinge gideceğiz. Fırına birimizin bakması lazım, biz her şeyi amcanla hazırlasak sen de gün boyu fırına baksan olmaz mı? diye oğlunu ikna etmeye çalıştı.
-Hiç kusura bakma babacığım. Ben de Efendimizi en az sizin kadar seviyorum. Allah resulüne yapılan bu iğrenç saldırılara hiç olmazsa dilimle lanetliyerek karşı çıkacağım. Bunun en güzel yeri de tüm Müslümanların biraraya gelip seslerini yükselttikleri böylesi mitinglerdir. Hem siz hep böyle yapıyorsunuz. Düğün olur, Hüseyin fırına bak, etkinlik olur, Hüseyin fırına bak! Miting olur, Hüseyin fırına bak! Bu sefer ben bakmasam... dedi ve ağlayarak çıkıp giderken, Yusuf oğlunun ardından bakakalmıştı.
Başka bir yol bulmalıydı. Yoksa ihale kendisine kalacaktı. Gitmemeyi kendisi için Peygambere sadakatsizlik biliyordu.
-Başka bir yol, dedi hafif bir sesle. Ahmed ise fırının sıcaklığı ile ağabeyinin çaresizliği arasında duruyordu. İçin için ağabeyine acıyordu. Kendisinin böyle kolayca sıyrılmış olmasını bir nimet biliyordu. Zira her zaman kendisine örnek aldığı Yusuf ağabeyini hiç kırmazdı. Belki de Yusuf ağabeyi onun da huyunu bildiği için fazla ısrar etmemişti. Ahmed bunlara dalmışken Yusuf’un;
-Buldum! diye bağırmasıyla irkildi.
-Neyi buldun? diye sordu Ahmed.
-Fırını kime emanet edeceğimi, dedi Yusuf. Dükkân komşusu Zübeyr amca vardı. Bir günlüğüne fırına bakmasını isteyebilirdi.
-Neden olmasın? dedi mırıldanarak. Zübeyr amca mütedeyyin bir insandı. Bazı mevzularda farklı görüşleri olsa da genelde Yusuf’la iyi geçinirlerdi. Yusuf tüm komşuları gibi ona da saygıda kusur etmez her daim hatırını sorardı. Yusuf hiç vakit kaybetmeden Zübeyr amcanın yanına gitti.
-Selamün Aleyküm Zübeyr amca. dedi dükkândan içeri girerken. Mütevazı bir dükkândı. Çeyizlik eşyalar, elbiselik kumaşlar satardı. Çok büyük kârlar peşinde olmayan orta halli bir esnaftı.
-Aleykümesselam Yusuf’um buyur, dedi, Zübeyr dayı güleç bir yüzle. Yusuf kısa bir hal hatır sorma faslından sonra konuya girmişti.
-Zübeyr amca senden bir ricam olacak, dedi.
-Emret Yusuf’um ne dilersin? dedi Zübeyr amca babacan tavrıyla.
-Estağfurullah ricam olur, size emir haddimize mi? Diye karşılık verdi aynı samimiyetle.
-Zübeyr amca, biz ailece bu Pazar Diyarbakır’daki Peygambere Sadakat Mitingi’ne gideceğiz. Kimseyi kalmaya razı edemedim. Mümkünse bizim fırına bir gün göz kulak olur musun? diye ekledi. Zübeyr amca biran duraksadıktan sonra bir babanın nasihati titizliğiyle:
-Bak yeğenim yıllardır burada komşuyuz, seni ne kadar sevip takdir ettiğimi bilirsin. Yalnız bunlar yanlış işler. Sen aklı başında bir Müslümansın. Müslüman’ın mitingle, kavga, gürültüyle ne işi olur. Bak ilk günden buyana birçok devlet ve din büyükleri çıkıp bunun provokatif bir iş olduğunu, bunu yapanların amaçlarının Müslümanları sokaklara dökmek, onları, yakan yıkan terörist insanlar olarak göstermek olduğunu söylüyorlar. Hem mitingle elimize ne geçecek, kızıp bağırmakla ne hâl olur ki. Onlara en güzel cevap sessiz kalmak ve dinimizi yaşamaktır, dedi. Yusuf Zübeyr amcanın takip ettiği basın ve yayınları biliyordu ve bu malum çevre ilk günden buyana tepkisizliği salık veriyordu. Anlaşılan Zübeyr amca da onlardan etkilenmişti. Yoksa bir Müslüman bunca ahlaksızlığa nasıl tepkisiz kalabilirdi ki. Yusuf gayet olgun bir tavırla:
Ne kadar güzel söylediniz Zübeyr amca. Evet, bizler Müslüman’ız eylem ve tavırlarımız Müslümanca olmalı. Mesela bizler, Yahudi, Hıristiyan bilmem kimler gibi davranamaz, onların yaptıklarını yapmayız. Yani onlar bizim Peygamberimize dil uzatınca biz aynı şekilde onlara cevap vermeyiz / veremeyiz. Çünkü biz hiçbir Peygamberin arasını ayırmayız. Kur’an’ın terbiyesiyle hepsine birden iman ederiz. Onların getirmiş oldukları vahye iman ederiz. Bizler Müslüman’ız. Müslüman’ın ne yapması gerektiğini belirleyecek, onu kısıtlayıp, özgür bırakacak, ayağa kaldırıp oturtacak bir tek merci vardır. O da Kur’an ve sünnettir. Öyleyse ilk bakmamız ve de ilk başvurmamız gereken yer Kur’an ve sünnet olmalıdır. Öyle değil mi?
-Tabi ki bir Müslüman’ın yol göstericisi Kur’an ve sünnet olmalı dedi Zübeyr amca Yusuf’un sözlerini destekleyerek.
-Öyleyse beraberce bakalım Kur’an bu konu hakkında bize ne buyuruyor, dedi ve cebindeki Kur’an’ı çıkardı. Biraz sayfaları karıştırdıktan sonra “ Peygamber, mü’minlere kendi nefislerinden daha evladır; zevceleri de onların analarıdır.” (Ahzab 6) ayetini okudu. Kur’an bize Allah Resulü’nün kendi nefsimizden de öncelikli olduğunu söylüyor. Birimiz, bize yapılan bir hakareti affedebiliriz. Fakat Resulallah Aleyhisselama yapılan bir hakareti kabul etmek mümkün değildir. Bu büyük sorumluluk ve vebal gerektirir. Peygamberin zevceleri yani mü’minlerin annelerine yapılan her türlü saldırıya karşılık verilmelidir. Bizlerin nefsimize, eşimize, annemize yapılacak en ufak hakarete asla tahammülü yok iken, nasıl olur da canımızdan daha aziz bildiğimiz, yoluna başımızı fedaya hazır olduğumuz şeriatının bir tek hükmüne binler can feda dediğimiz Resulallah Aleyhisselam’a ve tertemiz eşlerine yapılanlara karşı sessiz kalmamız bekleniyor. Kaldı ki yapabileceğimizin en azını yapıyor, buna sebep olanları lanetliyoruz.
-Ben hiç böyle düşünmemiştim. Din ve devlet büyüklerimiz bizden daha iyi bilir dedik. Onlar da, bunların asıl amacı karmaşa çıkarmak deyince ben de böyle gördüm. Meğerse ne az düşünmüş ne çok şeyi atlamışız. Senin sözlerini düşününce, gerçektir. Bugüne kadar şahsımıza karşı işlenen en ufak suça dahi şiddetle karşılık verdik. Bize ters düşenleri günlerce ekranlarda linç ettik. Ama Allah Resulüne karşı işlenen suça sessiz kalmayı doğru bulduk. Yazık. Yusuf sözlerine devamla:
Zübeyr amcanın gözleri dolmuştu. Yusuf komşusunu daha fazla hırpalamak istemiyordu. Bir an önce cevabını alıp gitmek istiyordu. Bunu fark eden Zübeyr amca:
-Sen şimdi git akşama sana cevabımı veririm. dedi. Zübeyr amcanın yüzündeki ifade, içinde kopan fırtınaları haber veriyordu. Bu hali gün boyu devam etti. Öğle ve ikindi namazlarını aynı camide kıldıkları halde Yusuf’la göz göze gelmemeye özen göstermişti. Akşam namazında Zübeyr amcayı gören Yusuf belki bir cevap alırım diye geldi yanına.
-Zübeyr amca cevabını bekliyorum, dedi, yarı şaka yolla.
-Kusura bakma senin fırına bakamayacağım, dedi. Yusuf beklemediği bu cevap karşısında şaşırmıştı. Zübeyr amca sözüne devamla:
-Çünkü benim de dükkânım kapalı olacak. Biz de ailece sizinle geliyoruz. Biz de Efendimize sadakatimizi yenilemeye, O’na biat için ellerimizi uzatmaya geleceğiz. Bazıları gazımızı aldıklarını, bizleri uysal koyun yaptıklarını düşünedursun. Biz de peygamber sevdasına koşacağız, hem de en küçük ferdimize kadar. Bizleri temsil ettiklerini söyleyenler, gerçekte kimleri temsil ettiklerini, kimler için kızıp üzüldüklerini gösterdiler. Biz de geliyoruz. Allah için, Resulallah için kimden taraf olduğumuzu göstermek için. Yoluna canımızın ailemizin feda olduğunun ilanı için geleceğiz. Yusuf büyük bir sevinç yaşıyordu. Zübeyr amcanın bu güzel sözlerini duymak onu ziyadesiyle sevindirmişti. Gerisini düşünmek anlamsızdı.
Döndüklerinde saat gece yarısıydı. Sabah namazından sonra çıkmışlar işte gece yarısı varmışlardı eve. Zübeyr amca çocuklar gibi sevinçliydi. İçi içine sığmıyordu. Yol boyunca dilinde tekbirler, salâvatlar vardı. Amerika’ya, israil’e lanetler okuyordu. Miting alanında gördüğü o mahşeri kalabalık ve yüz binlerin bir ağızdan çektikleri tekbirler onu mest etmişti. Yıllardır Yusuf ve ailesindeki o canlılığın, diriliğin, onca koşuşturma ve fedakârlığın sırrını anlamıştı. Müslümanların birliğini, Resulallah Aleyhisselam’a olan aşkı görmüştü. Peygamber sevdasıyla pervaneler gibi dönen genç, yaşlı ve çocuklar onu bambaşka bir iklime götürmüştü. Konuşmacıların hitabetlerindeki samimiyet, kelamlarındaki hoşluk onu adeta bir delikanlıya çevirmişti. İki saat boyunca hiç durmadan tekbir çekmiş, salâvatlar getirmiş, söylenen marşlara eşlik etmişti. Türkçe, Kürtçe, Zazaca hitap eden konuşmacılar ümmetin küçük bir numunesi olmuştu. İslam kardeşliğinin güzel bir yansıması vardı, yüz binlerin buluştuğu meydanda. Özellikle bunca insanın en ufak bir taşkınlık yapmadan çok nizami bir şekilde hareket etmesi onu çok sevindirmişti. O da artık bir Peygamber aşığı, Peygamber sevdalısıydı.
Akan AYÇOBAN
Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi
Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi