• DOLAR 32.236
  • EURO 34.961
  • ALTIN 2412.192
  • ...
II. Oslo`nun Ölüm Orucuyla İmtihanı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Hüseyin Sağlam / Haber-Yorum
PKK’li mahkûmların “Ölüm orucu” ellinci gününü geride bıraktı. PKK/BDP çevresi, süren ölüm orucu eylemlerinin gerekçelerine ve buna bağlı olarak durumun vardığı tehlike sınırlarına dikkat çekmek için her yola başvururken, Başbakan’ın meseleyi “şov” şeklinde nitelendirerek “kuzu dolmasına” odaklanması, iki taraf arasındaki polemiklerin öne çıkmasına neden oldu.

Öyle ki dikkat çekilmek istenen kritik eşik de, eylemlerin amacı da polemik ve laf yetiştirmelerin gerisinde/gölgesinde kaldı.
Başbakan, duruma vakıfız, tamamen şov yapılıyor derken, PKK/BDP tarafının tam tersine durumu vahim olarak nitelendirmesi, belirli oranda bir kafa karışıklığı oluştursa da, bizzat Başbakan’ın ikinci bir Oslo sürecinin kapısını aralayacak tarzda Öcalan’la görüşülmesini savunması ardından böyle bir eylem dalgasının gelmiş olması, polemiklerden kaynaklandığından daha fazla bir kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Ölüm oruçlarına yatanların, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim gibi son derece insani isteklerinin yanı sıra yuvarlak bir anlam taşıyan “Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması” şartı, Öcalan’la görüşmelerin gündeme alındığı, belki de görüşüldüğü bir zaman dilimine denk düşmesi, aslında kamuoyunca bilinmeyen bir takım gelişmelerin ortada döndüğü izlenimini uyandırmaktadır.

Mesela şöyle bir şeyi merak etmemek mümkün mü? PKK’nin eylemlilik mevsiminin sona doğru yaklaştığı sonbaharın son aylarına doğru “Kış üstlenmesi” diye tabir edilen geri çekilip kışı atlatma hazırlıklarının başladığı dönemlerde genellikle ateşkes ya da görüşme teklifleri hep PKK’den gelirdi. Oysa bu sefer tam tersine, kış üstlenmesine ramak kala Öcalan’la görüşme ihtiyacının hissedilmesi ve sükûnet çağrısının zımnen hükümetten gelmesi, alışılan seyir içerisinde normal bir gelişme midir?

Oslo sürecinin kesilmesinden sonra Öcalan’ın “Hem PKK hem de devlet bana kazık attı, çekiliyorum” demesiyle eş zamanlı olarak avukat-akraba ziyaretlerinin askıya alınarak isminin “Bozuk koster”le birlikte anılmasından sonra devlet ya da hükümet neden görüşme ihtiyacı hissetti?

PKK/BDP çevresinin “tecrit” olarak adlandırıp tepki gösterdiği ziyaret yasağından sonra “Öcalan’la görüşmenin” gündeme alındığı bir esnada ortamı daha da gerecek eylemlere yönelmesi çelişki değil midir? Değilse ne anlam taşımaktadır?
Şunu belirtelim ki, açlık greviyle, ölüm orucuyla Öcalan’ın serbest bırakılacağına herhalde kendileri de inanmıyorlardır. O halde bu noktaya yoğunlaşmaları ne anlama gelmektedir?

Bu tür çelişki, bilinmezler ve sorular ard arda sıralandıkça meselenin “çözümsüzlüğe” mahkûm edilme iradesi mi ortaya çıkmakta, yoksa bilinmezlerin mahiyetine mi ışık tutmaktadır?

Açıkçası bu konu etrafında düşünürken yine bilinmezler zincirinin bir halkası gibi görünen Ricciardone’nin bir süre önce dile getirdiği “PKK ile mücadelede Usame bin Ladin modeli” açıklaması, bugünlerde grev ve eylemlerle ortamı germe kampanyası ardındaki sırra ışık tutacak en önemli veri olarak akıllara gelmektedir.

Sahi, Ricciardone neden PKK üst düzey kadrosunu ortadan kaldıracak böyle bir öneri ortaya attı? Bu öneri, Türkiye ile yakın işbirliğinin doğal bir yansıması mıydı? Yoksa PKK üst düzey kadrosuna bir uyarı bir ikaz mahiyetinde miydi?

Türkiye’nin bu yönlü bir mücadele için Amerika’dan silah taşıyan insansız uçak talebinin karşılanmadığını bildiğimize göre, Ricciardone’nin sözleri aslında Ankara’ya bir teklif mahiyetinde olmaktan ziyade, PKK üstlerine “Ayağınızı denk alın” tehdidini içermekteydi.

Şu Suriye meselesinin baş göstermesinden sonra bölgede PKK’ye karşı tüm zamanların en sıkı ittifakı olarak beliren ve PKK’yi en fazla sıkan Türkiye-İran-Suriye ittifakının dağılması, PKK’nin önüne geniş bir manevra alanı çıkardı. İran’la olan çatışma süreci bıçak gibi kesildi. Suriye ise doğal müttefik haline dönüştü. Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı sorunlar ve bunun İran yansıması, PKK’nin hanesine kazanç olarak yansıdı. Yine Suriye üzerinden kamplara bölünen bölge ülkelerinin yanı sıra Rus faktörünün ilk defa bölgede canlı olarak hissedilmeye başlanması, PKK gibi sınır aşan örgütlerin de belli bir safta görünmesini zorunlu kıldı.

Son süreçte PKK eylemlerinin İran ve Suriye’ye mal edilmesindeki temel espri de buydu.

Açıkçası Suriye meselesi ve Türkiye’nin Suriye politikasında Amerikan çıkarlarına angaje olmazdan evvelki süreçte Amerika hem Türkiye’yi hem de PKK’yi idare ediyordu. Ancak Suriye ile başlayan şiddetli kamplaşma, PKK’yi ister istemez
İran-Suriye ve belki de Amerikan karşıtı başka ülkelerin müttefiği konumuna getirmeye yol açtı. Amerika’nın etki alanından uzaklaşmak demek, tehdit ve şantajlara hatta kimi ölümcül darbelere de hazırlıklı olmak demektir ki, Ricciardone’nin PKK’ye karşı “Usame bin Ladin modeli” teklifi de bu anlamda PKK’ye bir uyarıydı.

İşte bu süreçte Kandil ve BDP’ye rağmen Öcalan’la görüşme sinyallerinin verilmesi, Kandil’i İmralı’dan kuşatmaya almak gibi bir Türk-Amerikan ortak girişimini çağrıştırır nitelikler taşımaktadır.

Kandil’in yeni bir görüşme için tekrarlayıp durduğu şart, “Oslo protokollerinin devletçe kabulü” idi. Üstelik Türkiye’yi buna mecbur etmek için son dönemde alan hakimiyeti girişimine paralel olarak çok yoğun bir saldırı konsepti de yürütmekteydi.
Tüm konseptini yeni bir Oslo’ya göre ayarlamış Kandil ekibi, Öcalan’la görüşmelerin gündeme alındığı bir ortamda neden bunu sabote edecek şekilde geniş kapsamlı bir ölüm orucu eylemini hayata geçirdi? Üstelik ölüm orucu dalgasının merkezinde Öcalan’ın şahsını ilgilendiren “salıverilme” gibi, Öcalan’ın duyunca aferin diyeceği bir eylem biçimi, olası bir görüşmede Öcalan’ı sağlama alma ya da görüşmeyi engelleme refleksini hedef almadığı ne malum?

Kısacası, ABD-Türkiye ekseninin Kandil’i İmralı üzerinden kuşatma çabasına karşı, Kandil, cezaevleri ve buna bağlı sokak hareketlenmesi üzerinden İmralı savunmasını güçlendirme yoluna mı gitti?

Böyle bir ihtimal yoksa şayet, Öcalan’ın böyle bir çırpıda serbest bırakılmayacağı gerçeği de ortadayken yüzlerce mahkumu ölüme yollamak, bununla bağlantılı olarak sokakları ateşe vererek kimi yerlerde hayatı durmaya zorlamak ne ile izah edilebilir?
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir