Wisam el-Hasan`ın kanı iktidar entrikalarına mı adandı?
Küresel ve bölge ülkelerinin siyasal manevra alanı haline getirmek için adeta bir yarış halinde bulundukları Lübnan, bir kez daha karışıklıkların merkezine dönüşmeye aday görünüyor. Müdahale alanı Lübnan`da iktidar koltuğuna yerleşecek tarafın belirlenmesi ise, güçler mücadelesinin odağında bulunmaktadır.
2005 yılında suikasta kurban giden Refik Hariri olayının üzerindeki sis perdesi aralanmamışken iç istihbarat şefi ve aynı zamanda Mustakbel partisine yakınlığıyla bilinen Wisam el-Hasan’ın öldürülmesi, her ne kadar Suriye’deki olaylar ve Esad yönetiminin doğrudan etkisine bağlanmaya çalışılsa da, nihai hedefin, kritik eşik olan bu dönemde iktidarın el değiştirilmesi suretiyle 14 Mart cephesine siyasal insiyatif bahşetmek olduğunu belirtmek gerekmektedir.
İstihbarat şefinin ölümünü, müntesibi olduğu siyasi ekolun siyasal konumlamasını da göz önüne alarak doğrudan Esad’a bağlama çabalarını, cereyan eden olaylar akışı içerisinde anlamak mümkün olsa da, asıl meselenin, Hizbullah ve müttefiklerinin ağırlıkta olduğu Mikati hükümetinin düşürülerek yeniden oluşan bölgesel siyasi tavırda Lübnan ülkesini ABD ile hareket eden diğer Arap ülkeleriyle eşgüdüme sevketmek olduğu ortadadır.
Hariri suikastını Hizbullah’a mal etme ve akabinde Hizbullah’a ait mustakil telekomünikasyon hattına yönelen siyasi tavra karşı Hizbullah’ın başkaldırısı ve bilahare 14 cephesinin kontrolündeki hükümete karşı başlattığı siyasi ve toplumsal başkaldırının hükümeti çalışamaz duruma getirerek başarıya ulaşması ardından kurulan Mikati hükümeti, ağırlıklı olarak Hizbullah ve müttefiklerinin üyelerinden oluşmaktadır. Hükümetteki ağırlığın Hizbullah ve müttefiklerinde olması, Suriye’deki iç çatışma süreciyle beraber baş gösteren devletler arası bölünmelerde Lübnan’ın da önemini artırmış, Lübnan’ı Suriye’ye silah ve militan geçişi için bir geçiş koridoru haline getirme arzusu tam değilse de büyük oranda sekteye uğratılmıştır.
Bununla beraber direniş güçlerinin hükümette etkin pozisyon elde etmemeleri yönündeki Arap-ABD-israil ekseninin geleneksel özel çabalara sahip oldukları da zaten bilinmektedir.
Wisam el-Hasan’ın ölüm haberinin açıklanmasından sonra ilk etapta Suriye’ye yönelen tepkisel yorumlar, bilahare Mikati hükümetine yönelmeye başlanmış, eş zamanlı olarak sokaklarda köpürtülen kitle öfkesi de aynı şekilde Mikati hükümetinin istifasına yönlendirilmiştir.
14 Mart cephesi bileşenlerinin de kendi aralarında yaptıkları toplantı sonrası vardıkları ortak karar, Mikati hükümetinin istifasını istemek olmuştur. Yine bu cephenin istifanın gerçekleşmesi adına sokakları uzun soluklu harekete geçirme ve hükümet binası önünde çadır kurma gibi süresiz eylemlere davetiye çıkarması, Hizbullah’ın bir önceki sivil itaatsizlik eylemlerinin birer kötü kopyası olsa da neticede istihbarat şefinin öldürülmesinin hükümet değişikliğine binaen gerçekleştirildiği sonucunu doğurmaktadır.
Dün, 14 Mart cephesinin Lübnan siyasal arenasında insiyatif elde etmesi için Refik Hariri’yi kurbanlık seçenlerin, bugün el-Hasan üzerinden benzer bir uygulamaya giriştikleri sonucu kendini ele vermekte, bu da, suikastlarda siyonist rejimin doğrudan etkisini gündeme getirmektedir. İşin diğer garip bir tarafı da bu tür siyasal hedeflerle yapılan suikastların gerçek manada aydınlatılamamasıdır ki, aydınlatılamamaya dönük özel çabalar, her bir olayın uzun soluklu olarak kullanımın sağlanması olmaktadır.
Bu durumda Lübnan’ın istikrarının hedeflendiği son suikast eyleminin kim ya da kimler tarafından yapılmış olabileceği sorusu, ‘en çok kimlerin işine yarayacaksa’ cevabıyla doğrudan ilişkili duruma gelmektedir.
Lübnan’ı karıştırarak siyasal istikrarsızlık ve beraberinde getireceği toplumsal çatışmalara boğmayı hedefleyen bu son suikastı Esad yönetimine bağlamak isteyenler, öncelikle Esad yönetiminin Lübnan’ı istikrarsızlığa sürükleyerek dikkatleri kendi üzerinden dağıtma senaryosuna sarılmaktadırlar.
İkinci olarak, Esad’ın Lübnan’daki karakutusu olduğu söylenen eski bakanlardan Mişel Samaha’ın, ülkeye patlayıcı sokarken istihbarat servisi şefi el-Hasan’ın özel katkısıyla yakalanmış olmasına bağlamaktadırlar.
Diğer bir gerekçe ise, Esad’a dönük linç kampanyasından kaynaklanan güdüyle hareket edilmesi ve her olumsuzluğun Esad yönetimine bağlanmasının biraz da saplantı haline gelmesiyle alakalı gibi gözükmektedir.
Evvela belirtelim ki, sansasyonel suikastlar, Lübnan siyasi hayatının bir parçası olmuş durumdadır. Esad yönetimi zorda olmadığı durumlarda da Lübnan’da düzinelerce suikast eylemleri gerçekleşti. Kaldı ki öyle bir yeteneği olsa da Esad’ın ilk karıştıracağı ülkenin Lübnan olması ihtimali pek de mümkün gözükmemektedir.
Suriye’de gerçekleşen her sıkıntının etkisinin Lübnan’da hissedildiği gerçeği doğru olsa da, mevcut hükümetin Suriye karşıtı devletlerin aksine bölgesel siyasi denklemde Lübnan’ı Esad karşıtı bir pozisyona getirmekten şiddetle imtina ettiği bir ülke konumundadır. Suikastin hedefinin, mevcut hükümeti düşürerek Lübnan’a Suriye karşıtı bir konumlama tayin etmek olduğu görüşü makul kabul edilirse, o halde bölgede zaten dost yüzü görmeye hasret Esad yönetimi neden kendi elleriyle var olan çok kritik bir pozisyonda bulunan Lübnan’ı karıştırmak istesin? Bunun pek de mantıklı bir izahatı bulunmamaktadır.
Ayrıca Esad yanlısı Mişel Samaha’nın yakalanmasını suikast sebebi sayanlar, acaba aynı istihbarat şefinin özel katkılarıyla son yıllarda ortaya çıkarılan Mossad bağlantılı casusluk şebekelerinin sekteye uğratılarak düzinelerce israil ajanının yakalanmış olmasına neden aynı önemi atfetmekten kaçınmaktadırlar?
Oysa Lübnan üzerinde derin hesaplar yürüten siyonist rejimin, direnişi kollayan bir hükümetten kurtulmak ya da tıpkı Suriye gibi Lübnan’ın da iç çatışmalarla boğuşmasını sağlamak amacıyla böyle bir eylem gerçekleştirme olasılığı, Esad’a atfedilen olasılıktan daha fazla değil midir?
Elbette karanlıkta kalmaya mahkum her eylem için farklı senaryolar üzerinde durmak, farklı fail adayları üzerinde beyin jimnastiği yapmak mümkündür. Nihayetinde Esad yönetimi de farklı saiklerle müdahil olduğu bir suikast da olabilir. Ancak gerekçeler sıralanırken siyonist kaynaklı gerekçelerin diğerlerini gölgede bırakacağını aklı başında her yorumcunun bilebilebileceği bir iş olmalıdır.
Esad saplantısına kapılanlar, umarız “neden siyonist rejim?” diye bir soru sorma gereği duymazlar. Şayet duyarlarsa cevabın gayet açık olduğunu belirtmeye bile değmez.
Suriye’nin, kaos ve çatışmalara teslim olduğu bugünkü haliyle İslam ümmeti arasında oluşturduğu derin çatlak, ne ABD, ne de siyonist rejimin kolayca başarabilecekleri bir iş değildi. Suriye’de fitne kazanı kaynamaya devam ederken, Lübnan’ın Suriyeleştirilerek ikinci bir fitne kazanına dönüşmesi en çok kimlere yarayacak dersiniz?