• DOLAR 34.656
  • EURO 36.369
  • ALTIN 2928.271
  • ...

İNSAMER / DR. CAFER TALHA ŞEKER / ANALİZ

Avrupa Birliği’nin (AB) liderleri olarak kabul edilen Almanya ve Fransa arasında kıtanın enerji güvenliği meselesinde yaşanan görüş ayrılığı, son dönemde iki ülke ilişkilerinde ve Avrupa siyasetinde ABD’nin ne kadar belirleyici olabileceğini göstermektedir. Enerji tedarikinde stratejik müttefikleriyle anlaşmazlık yaşayan Almanya, doğal gaz ithalatında Rusya ile yakın iş birliğinden yana tavır almaktadır. Batılı müttefik rakipler içinde ABD, İngiltere ve Fransa’nın Rus-Alman enerji iş birliğine farklı açılardan itirazları, Kuzey ve Doğu Avrupa’nın jeopolitiğini etkilediği gibi Avrupa’nın birliğini de etkileyecek bir meseledir. ABD’nin NATO’daki finansal ağırlığı Avrupalı ortaklara yükleme politikası sonrası Avrupa Ordusu’nu gündeme alan Fransız-Alman ittifakı, enerji meselesi üzerinden başlatılan yeni bir kriz dolayısıyla 2019 Münih Güvenlik Konferansı’nda bir araya gelemiyor. Peki, gelecek planlarını yenilenebilir enerji üzerinden kurgulayan Alman stratejisini Rusya ile fosil enerjide iş birliği politikasına iten sebepler ve ABD ile Rusya’yı Avrupa’da karşı karşıya getiren jeopolitik paradigma nasıl oluşmaktadır?

AVRUPA’NIN YENİ ENERJİ KORİDORLARI ÜZERİNDE YAŞANAN SAVAŞLAR

Almanya, 20. yüzyıl başlarında ağır sanayide İngiltere’yi yakalamış, Fransa’yı geçmişti. Ayrıca Asya’nın zenginliklerine ve Mezopotamya (Irak) petrollerine ulaşmak için de Osmanlı ile iş birliği halinde Anadolu ve Bağdat Demiryolu projelerini üstlenmişti. Almanya, bu yeni güzergâh inşası ve petrole ulaşma politikasında her ne kadar Rusya ve Fransa’yı rahatsız etse de esas rakibi İngiltere olmuştu. İngiliz-Alman rekabeti, İstanbul’da, sadece 1909 ila 1914 arasında birkaç darbenin yaşanmasına yol açacak kadar şiddetli geçmişti. İngilizler ve Fransızların Bakü petrolünü Avrupa ve Asya’ya arz etmek için Rusya ile iş birliği yaptığı günlerde Almanya, Irak petrolü için Osmanlı ile ittifakını güçlendiriyordu. Nihayetinde İngilizler bu projelerde Almanların önünü kesemeyince Osmanlı petrollerini ortak çıkarma antlaşmasını kabul ettiler. Berlin-Basra Demiryolu hattının da İngiliz kontrolündeki Basra Körfezi sahiline inmemesi kararlaştırıldı. Ancak bu antlaşmalardan kısa süre sonra Büyük Harp başladı. İngiliz-Fransız ittifakı Almanya-Osmanlı ittifakını mağlup etti. Savaş sonrasında İngilizler, Ortadoğu’daki Alman hisselerini ve Türkiye’nin haklarını alıp Fransız ve Amerikan şirketleriyle paylaştılar. Almanya bu hisseleri 2. Dünya Savaşı’nda da geri alamadı. Soğuk Savaş yıllarında Avrupa’nın enerji güvenliğini NATO üzerinden ABD ve İngiltere sürdürmeye çalıştılar. Ancak bu ikisi arasında da sürekli görüş ayrılığı yaşanması, 1956 Süveyş Krizi, Ortadoğu savaşları ve OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) krizi gibi badireler, Batı’da enerji (tedarik) güvenliğini tehdit etti; Avrupa’nın Almanya ve Fransa gibi en kalabalık ve büyük sanayi ülkelerini radikal adımlar atmak zorunda bıraktı. Fransa, nükleer enerjiye dev yatırımlar yaptı. Almanya ise bir yandan Batılı müttefikleriyle diğer yandan Sovyet Rusya ile iş birliğini sürdürmek zorunda kaldı. Soğuk Savaş sonrasında yenilenebilir enerji projelerine ağırlık verdi.

Soğuk Savaş sonrasında Almanya’nın öncülüğünde Birleşmiş Milletler (BM) üzerinden başlatılan iklim değişikliğine çözüm projeleri zamanla ABD’den de destek gördü. Batı ittifakı ülkeleri ve Uzakdoğulu ülkelerin 2015’te görüşmelerini tamamlayıp 2016’da imza attıkları Paris İklim Antlaşması ile enerji dünyasında yeni bir çağ açmaya kararlı oldukları görüldü. İklim Antlaşması, petrol ve tabii gaz üreticisi ülkelerin ekonomileri için elbette belirsizlik çağına girişi de temsil ediyordu. ABD, Kanada, Norveç ve Avustralya gibi ülkeler fosil ithalatı dışında gelir kaynaklarına sahip olsalar da Rus ekonomisi için yeni dönemin zor olacağı, Basra Körfezi’ndeki ülkeler için âdeta karanlık bir dönemin başlayacağı spekülasyonları duyulmaya başlandı. Sanayideki yükselişinin bir kısmını zengin kömür kaynaklarına borçlu olan Almanya ve enerjide dışa bağımlı olan Fransa gibi Avrupa’nın öncü ülkeleri, İklim Antlaşması’nın en koyu savunucuları oldular. Ancak Trump Hükümeti kurulduktan sonra İklim Antlaşması’na en büyük tepki ABD’den gelince Washington ile Berlin ve Paris arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. “Arap Baharı” başladıktan sonra Avrupa’nın Güney Enerji Hattı (Akdeniz) güzergâhı zaten tehdit altındayken 2019’da inşaatı tamamlanması planlanan Rusya-Almanya gaz koridoru bir kez daha ihtilaf mevzusuna dönüştü.

ABD GÖLGESİNDE ALMAN-FRANSIZ İHTİLAFI

Yenilenebilir enerjide ABD’yle anlaşamayan Berlin Hükümeti, Moskova ile fosil ticaretindeki iş birliğini sürdürmekte devam edince küresel piyasalara yeni petrol ve sıvı gaz (LNG) arzı başlatan ABD, Almanya-Rusya ilişkilerini Avrupa pazarındaki çıkarlarına karşı tehdit olarak görmeye başladı. ABD’nin tehditleri karşısında birbirine yakınlaşan Fransa ve Almanya bile 2019’a anlaşmazlıkla girdi. Avrupa’nın enerji, ekonomi ve askerî güvenliğinin tartışıldığı günlerde Almanya ile Fransa arasında tam mutabakatın sağlanmış olması gerekiyordu. Ancak iki ülke arasındaki görüşmelerde henüz ihtilaflar tam olarak çözülmüş değil ve bunun bir göstergesi olarak Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron 15-18 Şubat’ta düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’na iştirak etmeyeceğini bir hafta öncesinden açıkladı. Gerekçe olarak Fransa’daki protestolar ve iç siyasetteki gergin ortam gösterildi. İlginç olan, İklim Antlaşması’nın geçen aralık ayında Polonya’daki toplantısı başlamadan önce Fransa’da sokağa inen Sarı Yelekliler, Münih Konferansı’ndan önce bir daha sokağa indiler. Elbette Fransa’nın sosyoekonomik yapısındaki radikal değişimlere tepki gösteren halk iradesini yok saymak doğru değildir; ancak aynı anda yaşanan büyük pazarlık ortamlarıyla sokakların nabzını birlikte okumak daha doğru olacaktır. Avrupa üzerinde ABD çıkarlarıyla Rusya’nın pazar genişletme politikaları çarpışırken aynı zamanda Paris-Berlin arasında AB’nin ABD ile ilişkilerini düzene sokmak ve Rusya’dan Avrupa’ya Kuzey Akım (Nord Stream) ile fosil ithalatında kontrolü elde tutmak gibi meseleler üzerinden pazarlıkların sürdüğü söylenebilir.

Sibirya’nın zengin tabii gaz yataklarındaki fosili Baltık Denizi altından geçiren ilk Kuzey Akım boru hattı, Akdeniz’deki Güney Hattı çevresinde Arap Baharı başladıktan sonra, 2011’de açılmıştı. Baltık’taki aynı rotada gaz transferini artırmak için inşaatına başlanan Kuzey Akım 2 ise Rusya’nın Almanya’ya gaz ihracatını daha da yükseltecek; ancak şimdilik pazarlık masasında yaşanan krizler sebebiyle bu beklenti tehdit altında görünüyor. Rusya’nın Avrupa enerji piyasasındaki nüfuzunu önlemek ve Rus-Alman iş birliğini kontrol altına almak isteyen Batılı dev şirketlerle hükümetler, Avrupa piyasasında tekelciliği önlemek için enerji sektöründe mülkiyet dağılımını düzenleyen Third Energy Package başlıklı AB’nin enerji yönetmeliğini devreye soktular. 10 sene önce (Doğu Akdeniz’deki enerji savaşı “Arap Baharı” başlığıyla başlamadan kısa süre önce) kabul edilip yürürlüğe konulmuş olan bu kanun, Avrupa’da gaz ve elektrik piyasasında tekelciliği önlüyor. Dolayısıyla Rus gazını üretip Kuzey Akım 2 üzerinden Almanya’ya gönderecek olan Rus devlet şirketi Gazprom’un Avrupa pazarında söz sahibi olması, bu kanunlar üzerinden durdurulmak isteniyor. Ancak bu kez Fransa’nın Brüksel’de Almanya aleyhinde bu kanunu destekleyecek olması, AB’de Fransa-Almanya ihtilafı olarak görülüyor.

ABD’nin Avrupa siyasetini özetleyen Alman medyasından NOZ (Neue Osnabrücker Zeitung) Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Burkhard Ewert’in yorumu, son gelişmeler hakkında açıkça dile getirilmiş bir görüşü temsil ettiğinden dikkate değerdir. Bu görüşe göre, fosil kaynaklarını Avrupa’ya pazarlamak ve Rusya’nın Avrupa pazarında önünü kesmek isteyen ABD, Almanya’nın Rusya ile fosil ticareti yapmasını frenlemeye çalışıyor. Bunun için de Avrupa ülkelerine şantaj yapıyor. Ayrıca Fransa’yı da bu meselede yanına çekip Almanya’ya karşı aynı safta yer almaya ikna etti. ABD, geçen yıllarda Ukrayna’yı da Rusya’ya karşı bu yüzden desteklemişti. Ancak AB’nin geleceği için kritik olan Alman-Fransız ittifakının ABD baskıları karşısında zarar görmesi ve Fransa’nın Kuzey Akım 2 projesine karşı görüş ortaya koyması, Avrupa’nın güvenliğini tehdit etmeye başladı. Trump döneminde daha fazla dile getirilen “Almanya’nın Soğuk Savaş’ta bile Rus enerji kaynaklarına bu kadar bağımlı hale gelmediği” iddiası ise bir propagandadan başka bir şey değil.

Basına yansıyan bu tarz kriz haberleri ve yorumlardan sonra Fransa’dan yapılan son açıklamalarda Almanya ile Avrupa’nın enerji güvenliğinde anlaşma sağlandığı, Fransız-Alman ilişkilerinde kriz yaşanmadığı ve Kuzey Akım 2’nin Avrupa kontrolünde olacağı belirtildi. Amerikalılar ile Almanlar arasında görüşmelerin yapıldığı Münih Konferansı’ndan önce Şansölye Merkel de Kuzey Hattı’nın geleceğinde kriz yaşanmayacağını, Alman-Fransız ilişkileri sayesinde sorunu çözdüklerini söyledi.

Dolayısıyla diyebiliriz ki, ABD, Rusya ve Ortadoğu’nun jeopolitiği ile Avrupa’nın enerji güvenliğini birbirine bağlayan konjonktürde, son 10 senedir Avrupa’nın kuzeyinde ve güneyinde eş zamanlı olarak iki farklı savaş yaşanmaktadır. Bunlardan biri genişletilmesi planlanan Güney Avrupa enerji hattı üzerinde, diğeri de geliştirilmekte olan Kuzey Avrupa enerji hattı üzerinde cereyan etmektedir. Kuzeydeki mücadele soğuk savaş şeklinde olsa da güneydeki mücadele sıcak savaş (veya vekâlet savaşı) şeklindedir. Baltık Denizi’nde Kuzey Akım hattı kısmen Ukrayna’da sıcak savaşa dönüşmüş olmakla birlikte, Güney Hattı’nda Ortadoğu’yu dağıtan “Arap Baharı” isimli savaş olmuştur.

KUZEY VE GÜNEY ENERJİ HATLARI

Soğuk Savaş’tan yıllar sonra Avrupa’nın kuzeyi ve güneyinde yaşanan jeopolitik savaşta en güçlü aktörler olarak yeniden karşı karşıya gelen ABD ve Rusya’nın Avrupa ülkeleriyle ilişkileri ve sonuçsuz kalan pazarlıklar, son yıllarda AB’yi krizden en çok etkilenen bölgelerden biri haline getirdi. Büyük jeopolitik mücadele esnasında yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasi krizler, AB’nin dengesini bozdu. Bu etkilenme, yüzbinlerce insanın Avrupa’ya göç etmesi, enerji tedarikinde alternatifler geliştirmesi gereken kıtanın sosyoekonomik problemlerle muhatap olması ve terör şiddetine maruz kalması gibi sorunlara yol açtı.

Kuzeydeki Kuzey Akım projesi, Moskova-Berlin arasındaki görüşmelerden sonra 2015’te ilan edilmişti. Projeyi Rus enerji devi Gazprom ile birlikte bazı Batılı şirketler üstlenmişti. Batılı şirketler arasında Alman ve Fransız şirketlerinden başka İngiliz-Hollanda ortaklığı olan Shell de yer alıyor. Bu hattın inşası, Ukrayna gibi bazı Doğu Avrupa ülkelerini jeoekonomik pazardan çıkarıp Rus gazını doğrudan Almanya’ya ulaştırmayı hedeflediği için, ABD ve diğer Batılı ülkelerin Doğu Avrupalı ülkeler üzerinden Rus gazı ithalatını durdurma imkânlarının azalması anlamına da geliyor. Eskiden beri zengin kömür kaynaklarına sahip olan Almanya, bir yandan gelecekte kömür çıkarma ve nükleer tesisleri azaltma politikasıyla yenilenebilir kaynaklara yatırım yaparken bir yandan da tabii gaz ithalatını artırmayı kendisi için kârlı buluyor. Karadeniz üzerindeki Türk Akımı hattıyla Ukrayna’yı Doğu Avrupa jeopolitiğinde devre dışı bırakan ve Türkiye’yi sahaya çeken Rusya, Baltık’ta Polonya ve Ukrayna gibi ülkeleri de kenara çekip doğrudan kıtanın en büyük müşterisi Almanya’ya ulaşmış olacak.

Rusya’nın Baltık üzerinden Avrupa’ya uzanma politikasının başarısı, elbette Akdeniz’deki Güney Gaz Hattı’nda güçlü duruş sergileyerek yürütülmesi gereken bir politikaydı. Zira Güney Gaz Hattı, Soğuk Savaş sonrasında Rusya’dan ayrılan Azeri petrol ve gazıyla birlikte Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun yeni fosil kaynaklarını Avrupa’ya aktarmayı hedefliyordu. Azeri kaynaklarını Avrupa’ya bağlama hedefi başarıyla sonuçlandırıldı. Ancak Akdeniz hattının genişletilmesi bir problem olarak masada kalmıştır.

21. yüzyıla zayıf giren Rusya, Azerbaycan kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanmasında büyük pazarlıklar yapamadan sessiz kalmıştı. Ancak 2010’dan sonra Kuzey Hattı’nın değerini düşürmemek için Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’dan yeni kaynakların Avrupa’ya uzatılmasına itiraz etmeye başladı. Bu yüzden Moskova, başından beri Akdeniz’deki yeni Güney Hattı’nı Suriye üzerinden bloke ederek Avrupa’nın enerji jeopolitiğinde elini güçlü tutuyor. Batılı müttefiklerin çevreleyerek baskı altına almaya çalıştıkları Rusya, bunları yapabildiği ölçüde Batılı rakiplerini Avrupa’da çevrelemiş olacağını bilerek bu politikayı yürütmeye çalıştı. Ancak AB ile ABD arasındaki derin ilişkiler elbette Moskova’nın hedefine ulaşmasını önleyebilecek kapasiteye sahip.

Almanya, 20. yüzyıl başlarında Osmanlı jeopolitiğinde Bağdat Demiryolu hattı ve Irak petrolleri için İngiltere ile rekabet ediyordu. Günümüzde ise İngiltere’nin halefi ABD ile Kuzey Akım hattında bir anlaşmazlık yaşamaktadır. Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üzerinden geçen eski Güney Hattı’nın güvenliğinde problem yaşanmasa da Suriye’nin çevresindeki yeni Güney Hattı’nın oluşturulmasında Rusya’nın aktör olarak yer almış olması, Avrupa’daki pazarda Amerikan, İngiliz ve Rus şirketlerini karşı karşıya getirmektedir. Paris İklim Antlaşması’ndan çekilen ABD ile yenilenebilir kaynakların geliştirilmesinde ortaklığın bozulmasından rahatsız olan Almanya, fosil tedarikinde bazı Batılı ortaklarından bağımsız adım atabileceğini göstermek istiyor ve AB’deki pozisyonunu koruyarak Rusya ile ticaretini ABD’ye kabul ettirmeye çalışıyor. Ancak Berlin’in bu politikası, Batı Avrupa’da destek görse de Doğu Avrupa ülkelerinde Alman karşıtı görüşlerin yükselmesine yol açıyor. Özetle ABD, Kuzey Hattı’nda istediğini alana dek Ukrayna ve Polonya’da Alman karşıtlığını destekleyecek ve AB kurumları üzerinden Almanya’yı durdurmaya çalışacaktır.

Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan Şansölye Merkel, Kuzey Akımı’nın siyasi değil sadece ekonomik bir proje olduğunu, Almanya ile Rusya arasında siyasi bir yakınlaşmaya yol açamayacağını söyledi. İlginçtir ki 1910’lu yıllarda İngilizlerle Bağdat Demiryolu hattını görüşen Almanlar da projenin Osmanlı üzerinde siyasi nüfuz kurmakla alakalı olmadığını, sadece ekonomik bir yatırım olduğunu söylemişlerdi. Bir asır sonra da olsa coğrafya üzerinde pazarlık yapan insanların aynı sözlerle bu müzakereleri yürütüyor olmaları, ayrıca dikkate şayandır. O günkü İngilizler, Osmanlı jeopolitiğinde Almanlardan hatırı sayılır bir pay almadan Berlin ile anlaşmayı kabul etmemişlerdi. Peki, bugünkü Amerikalılar farklı bir politika uygulamayı düşünürler mi?

Kaynak, İNSAMER