• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Hz. Ömer (ra) ve Diyarbakır`ın Fethi – 3
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İslam devletinin temelleri Hz. Resulullah (S. A.V.) döneminde atıldı. Hz. Ebu Bekir (ra), mürtetlerin yanında zekatı reddederek İslam’ı reddetmeden İslam devlet nizamına karşı çıkanları isyancı kabul etti ve hizaya getirdi.

Hz. Ömer (ra), halife olduğunda İslam devleti, bu iç isyan belasından büyük ölçüde kurtulmuş ve sükunete ulaşmıştı. Hz. Ömer (ra), sükunet nimetini içerde ve dışarıda olmak üzere iki yönde değerlendirdi:

1. İslam devlet nizamının kurumlara kavuşması

2. İslam devletinin sınırlarının fetihlerle genişletilmesi

İSLAM DEVLET NİZAMININ KURUMLARI HZ. ÖMER (RA)’DAN KALMADIR

Hz. Ömer (ra), kurumlaşma konusunda bir devlet için gerekli bütün alanlara el attı, o alanların her biriyle ilgili gerekli kurumları oluşturdu, önemli yenilikler yaptı:

1. Hz. Ömer (ra), ilk kez `Emirü’l Mü’minin` unvanını kullandı. Büyük sahabelerin Medine’yi terk etmesini engelleyerek Medine’de bir tür Şura Meclisi meydana getirdi. Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Muaz bin Cebel, Hz. Übey bin Kâb ve Hz. Zeyd bin Sabit’in (Allah, hepsinden razı olsun) içinde yer aldığı bu Şura Meclisi devlet nizamını, Kur’an ve Sünnet hükümleri doğrultusunda denetledi, Müslümanların bundan sonraki uygulamaları için örneklik oluşturdu.

2. Fethedilen ülkeler illere ayrıldı. Bu illere doğrudan halifeye bağlı valiler atandı. Böylece merkezi yönetim-yerel yönetim dengesi sağlandı.

3. İlk malî teşkilat ve Beyt’ül-Mal adı verilen devlet hazinesi kuruldu ve devletin mal varlığının sayımı yapıldı.

4. Fetihlerden gelen gelirlerin yılda bir kez Müslümanlara dağıtılması kararı alındı, bunun için ilk kez Divan defterleri tutuldu. Böylece devletin mal dağıtımı kayıt altına alındı. Ayrıca vergilerin toplanması ve maliyeyle ilgili işlerin yürütülmesi için defterler tutuldu.

5. Resulullah’ın Medine’ye hicretini esas alan hicrî takvim kabul edildi. Böylece İslam toplumu zaman kavramı konusunda bağımsızlığına kavuştu.

6. Mücahitler Beyt’ül-Mal’dan maaşa bağlanarak İslam devletinde askeri sınıfın (seyfiyye) temeli atıldı.

7. İlk adlî teşkilat kuruldu. Vilayetlere valilerin yanında kadılar da atandı. Kadı Şureyh Küfe’nin, Kays b. Ebi’l As da Mısır’ın ilk kadısı oldu. Böylece yürütmeyle adliye birbirinden ayrıldı. Valilerin uygulamaları hem Halife hem kadılar tarafından denetim altına alındı.

8. İlk kez, hapishane olarak kullanılmak üzere Mekke’de bir ev satın alındı. Sonraları diğer şehirlerde de hapishaneler kuruldu.

9. Antlaşmaların ve kayıtların korunması için ilk İslam arşivi kuruldu.

10. Geniş ölçekli bayındırlık işleri de yapıldı. Şehirler kuruldu, şehirlere su getiren büyük kanallar açıldı. Basra’ya su getiren Ebu Musa, Bağdat’a su getiren Nehr-i Sad, Nil Nehri’ni Kızıldeniz’e bağlayan Nehr-i Emir’ül-Müminin gibi nehirler, İslam medeniyetini Bizans ve Sasani karşısında bayındırlık konusunda da öne çıkardı.

11. İlk İslam paraları basıldı. Paraların üzerine “Elhamdülillah”, “Muhammedürresulullah” ve “Lâilaheillallah” gibi İslam mühürleri vuruldu.

12. Orduya resmî hekimler, kâtipler ve tercümanlar tayin edildi. Böylece askeri sınıf farklı alanlarda örgütlenmiş oldu.

İSLAM, HZ. ÖMER (RA) DÖNEMİNDE ÜMMET COĞRAFYASINA KAVUŞTU

Hz. Ömer (ra)’den önce İslam, Hicaz ve Yemen’e hakimdi. Hz. Ömer (ra) zamanında önce Şam ve Kudüs fethedildi, fetih Sasani imparatorluğunun Irak içinde kalan bölümlerine yayıldı. Ardından El Cezire’nin Nusaybin’e kadar olan kesimleri fetihle buluştu. Genel itibariyle bu coğrafya o günün şartlarında Araplara aitti. Dolayısıyla İslam din ve toplum anlamında ümmetti ama mekan anlamında ümmet olmaktan yoksundu.

Hz. Ömer (ra), İslam ordularına emir gönderdi, onları kuzeyde ve doğuda daha ileriye sevk etti. Kürdistan ve İran fethedildi. Böylece ilk kez İslam’ın coğrafik sınırları Arap toplumunun yaşamadığı bir coğrafyaya ulaştı.

Daha doğuş aşamasında Süheyb-i Rumî, Selman-ı Farisi gibi sahabelerle Arap toplumunun dışına açılan İslam, coğrafik gerçeklik açısından ilk kez Hz. Ömer (ra) zamanında bir ulusun sınırlarını aştı, mekân anlamında da ümmet zeminine kavuştu. Araplardan sonra toplum olarak ilk kez Kürtler ve Farslar İslam’la şereflendi. İslam, devlet anlamında imparatorluk oldu; toplumsal gerçeklik açısında da teorik ümmet şuurundan pratik ümmet uygulamaları aşamasına geçti.

DİYARBAKIR İSLAM’DAN ÖNCE ESİRDİ

Diyarbakır, İslam’dan önce Sasani ve Bizans zulmü altında esirdi. Diyarbakır halkı, bu iki emperyalist devletin zulmü altında her tür haktan mahrumdu, yoksuldu ve onların savaşlarının en büyük kurbanıydı.

Tarih, Diyarbakır’ın İslam öncesinde yaşadığı esaretin acılarıyla doludur. İşte o acılardan bir demet: “Diyarbakır, İslam’dan önceki yüzyıllarda sürekli Bizans- Sasanî savaşlarına mekân oldu. Yöre halkı, doğrudan tarafı olmadığı savaşların içinde kendisini buldu. Bizans geldi, onu katletti; Sasanî geldi, katletti. Bu katliamların en ünlülerinden biri, Milat’tan Sonra 359’da Sasanî Kisrası II. Şapur’un büyük bir orduyla Diyarbakır’ı kuşatması sırasında yaşandı.

Şevket Beysanoğlu’nun Diyarbakır Tarihi adlı eserinin I. Cildinde yaptığı derlemeleri birlikte okuyalım: Kuşatma sırasında Diyarbakır’da bulunan Antakyalı tarihçi Ammianus Marcellinus anlatıyor:“Akşama kadar uzayan öldürücü savaşla güçlükle savunulan Amida (Amed-Diyarbakır), ölü yığını ve kan çanağı haline geldikten sonra, ceset (kralın oğlunun cesedi) karanlıkta sürüklenerek çıkarıldı… Sonra taş yığını gibi kafalar yarıldı… Şimdi şehir düşman (Sasanî) kuvvetleriyle doluydu. Her taraf kan çanağına büründü. Bütün kaçış ve müdafaa ümidi kesilmişti. Silahlı silahsız (asker olsun veya olmasın) rütbe farkı gözetilmeksizin herkes davar gibi kılıçtan geçirildi. Ben, diğer iki kişi ile birlikte şehrin tenha kapalı bir yerinde saklanıp gecenin karanlığında hiçbir nöbetçinin bulunmadığı arka kapıdan kaçtık.”

İNSANLAR, BİRBİRLERİNİ YİYORLARDI

Ve İslam’ın bölgeye gelişinden yalnız yüz on dört yıl önce, Miladi 503’te Sasani Kisrası I. Kavad, şehri kuşatıyor ve şehir bir daha kılıçtan geçiriliyor.

Diyarbakırlı Mâr-Yeşua, “Vakayiname” adlı eserinde katliama dair şunları anlatır: “Geride kalan İranlılar, Amidli (Diyarbakırlı) ölülerin kokusundan rahatsız olmasınlar diye bu cesetleri Kuzeykapısı (Şimdiki Dağkapı) dışına taşıdılar ve üst üste atarak iki yığın yaptılar. Yanlarında götürüp şehir dışına taşıdıklarından, yapmış oldukları yığmatepenin üzerinde boğazladıklarından, Deklath’a(Dicle’ye) atılanlardan ve anlatmaya muktedir olamadığımız türlü türlü ölümlerle öldürülenlerden başka, buraya (Kuzeykapısı dışına) taşınan ölülerin sayısı seksen binden çoktu.”

Seksen bin ölü… İşte Kürt ulusalcılığı adı altında birilerinin adeta saadet günleri dediği günlerin hâli ama dahası var. Çünkü darbeler, bir Sasanî’den geliyor bir Bizans’tan… Katledilen ise yerli halk… Bir yıl sonra, 504’te Bizanslı Patricus Diyarbakır’ı kuşattı.

Vakayiname sahibi Mâr-Yeşua bu kuşatma sonrasında yaşananları söyle anlatıyor: “Buradaki kadınların yaptıklarından anlatırken, belki de bizden sonra gelenleri inandırmış olamayacağım. Birçok kadınlar birleşerek, akşamları veya sabah erkenden gizlice şehre iniyorlar ve rastladıkları kadın, erkek veya çocuk kime güçleri yeterse onu bir eve çekip öldürerek etini ya kaynatarak veya kızartarak yiyorlardı. Kızartılmış et kokusu yüzünden bunlar buradaki marzebana haber verilince o da bunların birçoklarını öldürttü ve geri kalanlara bir daha bu işi tekrarlayıp insan öldürmesinler diye ağır tehditler savurdu. Sonra da kendilerine, ölmüşlerin cesetlerini yeme müsaadesini verdi. Bunu artık açıkça yapıyorlar, insan cesetlerini yiyorlardı. Bir takımı da eski çarık ve köseleleri ve buna benzer birçok kötü nesneleri sokaklarla mezarlıklardan toplayarak yiyorlardı. Roma askerlerine gelince, hiçbir şeyleri eksik değildi. Her şey mevsiminde tedarik ediliyor, imparatorun buyruğu üzerine özenilerek kendilerine getiriliyordu.”

Romalılar, bununla da yetinmiyor; Diyarbakır çevresi köylerine saldırıp on iki yaşını geçmiş bütün erkekleri tek tek bulup kılıçtan geçiriyor. (Ahmet Yılmaz, Doğruhaber gazetesi, Coğrafyamızın İslam’la Şereflenmesi-2)”

İslam işte böyle bir Diyarbakır’la karşılaştı ve onun fethini şöyle gerçekleştirdi:

DİYARBAKIR, İSLAM’LA ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU

“Mardin, Urfa (Ruha), Harran, Nusaybin, Re’su’l Ayn (Ceylanpınar), Tilmevzen (Viranşehir), Siverek civarı fethedilmişti.

Fatihimiz İyaz b. Ganm(ra) ile Urfa halkı arasında “Ruha Şartları” üzerine yapılan sulh antlaşması İslam fethini olgunlaştırmış, coğrafyamızda İslam’la karşılaşanların nasıl bir muameleye tabi tutulacağına dair sağlam bir vesika olmuştu.

Hicri 18, Miladi 639…Amed’in el değiştirmesinin zamanı gelmişti. Fatihimiz, Hz. İyaz (ra), yaklaşık bin sahabenin bulunduğu sekiz bin kişilik ordusuyla Amed’i kuşattı. Kendisi Mardin Kapı’yı, Said b. Zeyd Urfa Kapı’yı; Muaz b. Cebel Dağ Kapı’yı, Halid b. Velid ise Yeni Kapı’yı (Su Kapı-Babu’l Ma) tuttu. (Allah, onlardan ve bütün sahabelerden razı olsun)

Şehrin melikesi Bizanslara bağlı Meryem ed-Dariye idi. İyaz (ra), acele etmedi, Meryem’e teslim olması için mektup gönderdi. Ancak Meryem teslim olmadığı gibi civar şehirlerden yardım da istedi.

Kuşatma uzun sürdü. İslam orduları bu sırada Palu, Hani, Lice, Siverek, Bingöl ve Ergani gibi Bizans zulmündeki kalelere hücumlar düzenledi. Meyyafarkin’i (Silvan’ı) fethetti. Böylece Meryem ed-Dariye, Bizans zalimlerinin yardımından yoksun kaldı.

Beş aylık kuşatma sırasında nice hücum düzenlendi. Ama muhkem surlar yüzünden fetih nasip olmadı. Nihayet, Halid b. Velid(ra) surun doğu (Dicle vadisine bakan) yönünde, eski Adliye’nin bulunduğu bahçeler tarafında sur duvarlarında gördüğü gizli bir su deliğinin genişletilerek oradan içeri girilebileceğini tespit etti.

Halid b. Velid (ra), bir gece, çoğu sahabeden oluşan yüz kadar mücahitle birlikte bu delikten içeri girdi. Buraya yakın olan ve şehrin fethinden sonra Fetih Kapısı (hastanelere çıkan yol üzerindeki kapı) ismini alan kapıyı açarak İslam ordusunun şehre girişini sağladı. Kapının açılışı sırasında yirmi beş sahabenin şehid olduğu bir çatışma yaşandı. Ama İslam’la Amed halkı arasına giren Bizans savunması aşıldı. İslam ordusu, Amed halkıyla yüz yüze geldi.

Amed halkı, muhtemelen Kudüs ve Urfa’nın fethinden haberdardı. Karşılarında İslam’ın adaleti varken Bizans için çarpışmanın anlamı yoktu. Halk teslim olmayı seçti. Pek çok kişi, İslam’la şereflendi. Geriye kalanlar ile ise Hz. İyaz (ra), Ruha Şartlarını esas alarak, “Heykeller ve onun etrafındaki nesneler, kendilerine ait olmak, mevcut kiliselerden başka kilise bina etmemek; düşmanlarına karşı Müslümanlara yardım etmek, bunlardan birine riayet etmedikleri takdirde Müslümanların himayesinden mahrum olmak şartıyla” anlaştı.

Beş ay boyunca bir şehirle uğraşan her ordu öfkeye kapılır. Ama İslam ordusu “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (Alî İmran 134)” ayet-i kerimesiyle terbiye olmuştu, öfkesini kontrol etmiş, heva ve hevesiyle davranmamış; Yüce Peygamberinin (S.A.V.) Mekke halkına adil davrandığı gibi davranmıştı. Fatihimiz İyaz (ra)’ ın emriyle halk, silahlarını onun önüne bıraktıktan sonra halka şöyle seslendi: “Allah size karşı bize zafer ihsan etti. Şayet Allah-u Teala Peygamberimizi ‘Rahmet Peygamberi’ olarak gönderip de mü’minlerin kalplerine merhamet vermeseydi, hepinizi kılıçtan geçirirdik. Fakat Rabbimiz bize öfkemizi yenmemizi ve bağışlayıcı olmamızı emretmiştir…”

Amed, böyle bir komutan görmemiş, böyle bir orduyla karşılaşmamıştı, böyle bir muameleye tanıklık etmemişti. Eğer, Sasani Şapurlar, Bizans Patrikler burayı beş ay kuşatmak durumunda kalsalardı öfkelerinden şehirde bir tek canlı bırakmazlardı. Daha önceki el değiştirmeler, birer tufandı; bu ise hayata ve cennete açılan kapıydı. (Ahmet Yılmaz, Coğrafyamızın İslam’la Şereflenmesi)”

Fetih, 27 Mayıs 639’da gerçekleşti. O gün hürriyet günüdür, o gün adalet günüdür, o gün karanlıktan aydınlığa kavuşma günüdür.

Bu hürriyet bayramı için Hz. Ömer’i suçlamak Kürt halkının sevincinden rahatsız olmayı, karanlığı seven bir yarasa olmayı, adalete düşman bir zalim olmayı, cehennemi cennete tercih etmeyi gerektirir.

HAFTAYA: HZ. ÖMER (RA)’E NEDEN DÜŞMANLIK YAPIYORLAR?

Ahmet Yılmaz / Araştırma

Bu haberler de ilginizi çekebilir