Zindandan Mektup Var: Bünyanun Mersus
Muhakkak ki Allah, kendi yolunda sanki (kurşunla) kenetlenmiş bir bina gibi saf tutarak (omuz omuza) savaşanları sever (saff- 4)
Başta Resulullah Aleyhisselam olmak üzere tarih boyunca İslam davet önderleri İslam ümmetinin birlik ve beraberliğini şiddetle istemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de ve birçok Hadisi şerifte de Müslümanlara İslam kardeşliğinin oluşturulması öğütlenmiştir. Bazı görüş ve içtihat farklılıklarıyla beraber ümmetin güç birliğinin korunması istenmiştir. Efendimizin “ümmetimin ihtilafında (farklılıklarında) rahmet vardır.” Buyruğu fikir zenginliğinin kapılarını açarken “cemaatten bir karış ayrılanın boynundan İslam halkası çıkarılır” ile “Kim cemaatten bir karış ayrılır ve ölürse, cahili bir ölümden başka bir ölümle ölmez” (Buhari) hadisleriyle birlik ve beraberliğin faziletine işaret etmiştir.
Toplumlara güç ve kuvvet kazandıran, gönül birliğiyle oluşturulmuş saflardır. Namazdan tutun savaş meydanında, Allah düşmanlarının karşında sağlam ve kararlı duruşun vazgeçilme hamlesidir saflar. Sıkı sıkıya kenetlenmiş arada boşluk olmayan. Omuzlar ve kalpler bir hizada, kimi zaman başlar dik eller tetikte, kaşlar çatılmış, gözler düşmanın üzerinde, düşmanın her hareketi izlenir. Kimi zaman başlar tevazuyla öne eğilmiş, yüz hatları olabildiğine masum, gözler secde yerinde dikilmiş ve hareketsiz, kulaklar imamın tekbir komutunda pür dikkat kesilmiştir.
Saflar düzen, intizam ve kuvveti temsil eder. Saflar mü’min’in gönlüne huzur, bakanlara sevinç ve gurur verir. Saflar adanmışlığın simgesi, hükme boyun eğmenin, “ileri” komutuyla canı Allah yolunda fedaya hazır oluşun belgesidir. Saflar pisi temizden ayırmanın nifak perdesinin yırtılmasının kendisidir.
Saflar vardır ki Allah (cc) o safları sever. Mevla’nın sevdiği saflar kurşundan dökülmüş bir duvar gibi birlik ve beraberlik haykıran saflardır. Bir hadis-i şerifte Allah (cc) sevdiği kişiler, şöyle sayılmıştır: Ebu Said-el Hudri (r.a)’dan Resulullah Aleyhisselam buyurdular ki: “Üç topluluğa Allah (cc) güler (sever), gece namaza kalkanlar. Namaz için saf tutan ve savaş için saf tutan kimselere” (ibni Mace)
Allah (cc) bir topluluktan hoşnut olursa muhakkak onu başarıya ulaştırır. Burada Üstad Bediüzzaman’ın konuyla bir sözünden alıntı yapmak istiyorum. Üstad:
“Evet üç elif ittihad etmez ise üç kıymeti var. Eğer sırr-ı adediyetle ittihad etse yüz on bir kıymet alır.” dedikten sonra sözünü şu şekilde tamamlar.
“Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakiki ve samimi bir ittifakta her bir fert sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Bu ya on hakiki muttehid (omuz omuza vermiş) adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akıl ile düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi el ile çalışıyor bir tarzda manen kıymet ve kuvvetleri vardır” (Lem’alar 21. Lem’a)
Müslümanlara düşen içinde bulunduğu şu çağda topluca Allah (cc)’in ipine sarılmaktır. Rabbimiz bizden İslam düşmanlarına karşı omuz omuza mücadele etmemizi istiyor. Bu hem Kur’an’da hem de birçok hadiste buyurulan bir emirdir. İslam düşmanları bizimle top yekun savaşırken, bizler (küfür tek millettir)” hakikatini unutmadan onlara karşı Kur’an’ın tabiriyle “bunyanun mersus” olmalıyız. Çünkü İslam ümmeti birlikte olmamanın acısını yıllardır yaşıyor.
Hastalık ve yolculuk bir birinden farklı görünen iki şey gibi olsalar da sebep oldukları sıkıntı cihetinde birleşirler. Öyle ki namaz gibi hiçbir şartta fetvası bulunmayan bir ibadet dahi imkânın el verdiği şekilde oturarak, uzanarak vs. şekilde kılınır. Yolculukta ise dört rekatlık namazlar iki rekat olarak hafifletilmiştir.
Geçen günlerde ortopedik bir rahatsızlığımdan dolayı hastaneye gitmek zorunda kaldım. Mahkûm olduğum ve hastane sevkinin ne denli sıkıntılı olduğunu bildiğim için mümkün oldukça doktora ve hastaneye gitmek istemiyorum. Lakin sağlığın ihmale gelmeyeceğini bilmem ve uzun süredir bu sıkıntıyı çekmem sebebiyle zorda olsa hastaneye gitmeye karar verdim.
Her ne kadar uzun süredir cezaevinde olmamdan dolayı bazı eklem rahatsızlıklarım olsa da, hamd olsun genel sağlığım yerinde idi. Buna rağmen hastane yolculuğu benim gibi birisine dahi başlı başına bir eziyetti. Sabah erken saatte koğuştan alınıp cezaevinin sağlıksız, oturacak bir sandalyesi dahi bulunmayan odasında (hücre de) 1, 5-2 saat bekledikten sonra sıkı bir aramadan geçirilip ellerin kelepçeli bir metre karelik yere altı insanı sokuşturdukları ring diye bilinen cezaevi aracına bindiriliyoruz. Sıkıntının büyüğü burada başlıyor. Hele bir de aracı kullanan o gün canı sıkkın ise çekeceğiniz var. Aracın dur-kalk ani hareketleriyle içiniz dışınıza çıkar. Yanınızda araç tutan biri varsa o zaman hepten yandınız.
Bin bir sıkıntıyla hastaneye varırsınız.
Şunu ifade edeyim, bulunduğum cezaevi şehir merkezine çok uzak olmadığı halde bu yolculuk asgari yarım saat kırk beş dakika sürüyor. Oysa bazı hasta mahkûmlar bir ilden diğerine bazen günler süren sevk oluyorlar. Ve bu gidiş gelişler ağır hastalıklarda defaatle oluyor. Yakın tarihte sevk esnasında mahkûmların başına gelenleri biliyoruz.
Ring denilen hava alacak tek bir penceresi dahi bulunmayan araçla yaz aylarında sıcak illerde yarım saatlik bir yolculuk çekilmez bir hal alırken, birkaç saatlik yolculuk yapanları düşündükçe içim burkuluyor. Bazen sıcak mevsimlerde ring içinde saatlerce beklediğiniz oluyor. Nefes almak için kapının açık yerlerine yaklaşmak zorunda kaldığımız oluyor. İtirazlar çocuk yaştaki askerlerle sözlü didişmelerden başka bir fayda sağlamıyor.
Bu yolculuktan sonra hastaneye, mahkûmlar için ayrılmış hücreye geliyoruz. Her ne kadar eskiye oranla daha iyi durumda ise de bir insanın kalmasına uygun olmayan bodrum katı bir yer. Bilhassa temizliğe ve hijyene daha çok ihtiyacı olan hastaların oralarda kalmasına uygun değil. sağlam insanlar için bile hastalığa davetiye çıkarır cinsten. Diğer yandan hastanın oturup istirahat edeceği bir yer yok kullanılmış kirli çarşaflarla örtülü birkaç hasta yatağında başka bir şey yok. 10-15 mahkumun bulunduğu 12 m² bir hücre, selameti ayakta durup dolaşmakta buluyorsunuz. Namaz kılacak bir yer zaten yok. Namazlık hiç uğramaz oralara namazlığınızı kendinizle götürüyorsunuz her görene ayrı izahat yapmak zorundasınız. Ki çoğu zaman namazlık götürmemize izin vermezler.
Bu son sevkimde beni en çok üzen Fikret Bayram ağabeyin durumunda olan bir hastayla karşılaşmam oldu. 19 – 20 yaşlarında bir genç yüksekten düşme sonucu vücudunun belden aşağısı felç olmuş, cinayete eksik teşebbüsten 1,5 – 2 yıl ceza almış. Cezasını dışardan çekmek için Cumhurbaşkanına dilekçe yazmış. İhtiyaçlarını karşılayacak halde değil yanında kendisine yardımcı olacak kimsede yok. Yalnız günün belli bir saatinde annesi gelip yardımcı oluyor.
Çektiği sıkıntı ve eziyetler tüm bedeninden anlaşılıyordu. Durumunu anlatırken sesi titriyor, kelimeler boğazına düğümleniyordu insanların bakışlarında, hassasiyet göstermeyenlerin davranışlarından duyduğu eziklik on yılarca hapse eş değer gibi görünüyordu.
Ceza evinde bulunduğu revir koğuşunda her kesin hasta olduğunu, hiç birinin kendisine yardım etmediğini anlatıyordu. Orada kaldığı birkaç günü ve çektiklerini yeme içmesinin nasıl kontrol etmek zorunda kaldığını dinleyince içim burkuldu.
Ben bir yandan bu gençle konuşup kendisine sabretmesini bu halinin ahiretinin kurtuluşuna vesile olabileceğini bu hususta gayret etmesini söylüyor dilim döndüğünce nasihat etmeye çalışıyordum. Diğer yandan Fikret ağabey ve diğer hasta mahkûmları ve çektikleri o tarifi zor sıkıntıları düşünüyordum.
Sağlam birinin dahi yaşamını idame ettirmek için bunca sıkıntı ve zorluk çektiği bu ortamlarda vücudunun % 92 sini kullanamayan bir insanı veya daimi tedavi görmesi gereken hastaları buralarda tutup bu eziyetlerin sürmesine nasıl bir vicdanın müsaade ettiğini anlamakta sıkıntı çekiyorum.
Sağlıklı bir insanın günlerce etkisinden kurtulamadığı bir yolculuk vahim derecede hasta olan insanlara haftada bir kaç gün yaşatılmasının nasıl bir izahı olabilir. Rabbim tüm hastalarımıza acil şifalar versin.
İnançlı insanların sıkıntılarına kulak tıkayan, görmezden gelen yetkililere sesleniyorum. Bu insanlar bu zindanlara zulmen doldurulmuş bütün hakları gasp edilmiş, kendilerince doğru dürüst savunma hakkı verilmeden, ömürlerine denk cezalar verilmiştir. Zulme sessiz kalmak, onun sürmesine izin vermek, mağduriyetleri ortadan kaldırmamak zulümdür.
Adalet sahibi olan Allah (cc)’a kul olduğunu söyleyen O’na ibadet ile boyun eğen birisi, Züntikam olan Allah(cc)ın intikamından korksun Allah(c.c)’ın kendi eline verdiği iktidarın gereğini yerine getrsin ki aynı zulme maruz kalmasın.
Akan AYÇOBAN
F Tipi cezaevi Sarıçam / ADANA