Beklenen Bir Zulmün Başlangıcı Oldu
Türkiye tarihin en karanlık dönemlerinden biri 12 Eylül 1980 darbesi. Bir radyo ilanıyla tüm ülke sessizliğe büründü.
Doğruhaber
Türkiye tarihin en karanlık dönemlerinden biri 12 Eylül 1980 darbesi. Bir radyo ilanıyla tüm ülke sessizliğe büründü. Hemen arkasından gelen zulüm, işkence ölüm ve gözyaşı… Yaşanan büyük mağduriyetler yıllarca göz ardı edildi. Türkiye yakın tarihte darbelerle yüzleşebildi ve birkaç kişinin temsili yargılanmasıyla son buldu. Her yılın 12 Eylülünde o günlerin tüm zulümlerini yeniden yaşayan darbe tanıklarıyla 12 Eylül 1980’i konuştuk. İşte, 64 yaşındaki Ömer Ürgün, o dönemlerde asker olan Abdulhelim Almalı, sürecin tüm sıkıntılarını ailesiyle yaşayan Sinan Başak ve o dönemlerde köyde yaşayan Yusuf Günay’ın dilinden darbe öncesi ve sonrası.
İNSANLIK DIŞI İŞKENCELER
Hacı Ömer Ürgün: 12 Eylül 1980 yılında Kenan Evren tarafından yapılan askeri darbe sonrası 12 günü kısa ama işkence ve zulümle yaşadık. Ben ne sağcıydım ne de solcuydum ben İslami kimliğimle ön plandaydım. Milli Türk Talebeleri Akıncılar mensubuydum. Kendime mahsus bir kitap evim vardı. Müslüman gençlere dinlerini anlatmaya çalışıyorduk. Van İşleri Dayanışma Derneğinin başkanlığını yapıyordum. Derneğimiz en aktif derneklerden biriydi. 12 Eylül tarihine geldiğimizde herkes kaçtı. Tabi haliyle ben de kaçtım. 5 ay ili terk ettim. 5 aydan sonra tekrar döndüm ve yakalandım. Asıl serüven yeni başlamıştı. Burada askeriyenin elinden çektiklerimi bir Allah bilir… Bir oda tasavvur edin 7 kişi içerdeyiz. İçecek suyumuz tuvalet musluğundan… Tüm hayatımız bu oda… Tuvalet, yeme içme yeri vs… Mazgal açılıyor ve bize yemek veriliyor. ‘Bitireceksiniz’ diyor. ‘İçinde hiçbir şey kalmayacak. Kalanı tuvalete dökeceksiniz’ Erdoğan Binbaşı adında Antepli biri vardı. Kendinde insaf namına bir şey yok. Başta sorgusuz sualsiz bir işkence ancak anlatılır cinsten değil. 12 gün kaldım. Daha fazla kalanlar vardı benden çok küçük insanlar çıktıkları zaman saçları bembeyaz olmuştu. İşkenceler… fare yedirmeler, anlatılamayacak iğrençlikler. 12 gün sonra evime geldiğimde aynaya baktım, kendimi tanıyamadım. Saç sakal birbirine girmiş, tırnaklar uzamış ve gözler çukura girmiş. Tozdan, topraktan, havsızlıktan ve farelerin cirit attığı küçücük bir alanda tüm bunları burada, Van’da yaşadım. Düşünün, devlet yok. Askeriye var. Belediye başkanı Yüzbaşı, Vali bir tane binbaşı, sivil hükümet yok her şey askeriyenin elinde… Ondan sonra adam öldürmeler, faili meçhuller… O dönemde her inançlı insan fişlenmiş haberimiz yok. Bir odada bulunan ve İran’dan gelen iki kişi ve Patnos’ta kardeşini ziyarete gelen orda yakalanan ağabey ile kardeşini bizimle ilişkilendirerek örgüt muamelesi yaptılar. Yapılan zulümler anlatmakla bitmez ki…
12 EYLÜL DİNDAR NESLİ SEKÜLERLEŞTİRME OPERASYONUYDU
Sinan Başak: Ben zindan hayatı görmedim. Ama o dönemlerde yaşananların çoğuna tanık oldum. 12 Eylül hakkında çok şey yazıldı çok şey çizildi ve yazılıp çizilmeye de devam edecektir. Lakin devlet geleneğiyle baktığımızda tarihten bu yana hep orduda bir isyan duygusu vardı. Her yerde bombalar patlıyor, günde onlarca insan ölüyor ve sağ-sol, dindar- dindar olmayan insanlar diye insanlar kutuplaştırılmış. Nihayetinde ölen insanlar hep Anadolu insanı… Sağcısıyla solcusuyla dindarıyla dinsiziyle ölenler bu memleketin insanı, bence bu bir intikam dalgasıydı. Yapanlar masum ya da değil hiç ilgilenmiyorum. Mahkeme önünde hesap verecekler. Toplum üzerinde oynanan oyunların da küçücük bir versiyonuydu 12 Eylül. Kardeşim 11 Eylül’de kendilerini milliyetçi olarak tanıtan bir camia tarafından 11 yerinden bıçaklandı. Ölümle karşı karşıya geldi. Ve helikopterler hastane üzerinden geçerken dediler ki “İhtilal” oldu. Farklı bir sevinç dalgası vardı, herkes seviniyordu. 12 Eylül olduğundan değil anarşi bitti diye seviniyorlardı. Lakin bitmedi. Darbeyi iyi irdelediğimizde bunun dışarıdan şırınga edildiğini, bunu yapanın siyonizm olduğunu görebiliyorsunuz. Bu İslam ve değerlerinden intikam alma derdiydi ve zaman gösterdi ki bu 2006 yılına kadar devam etti. Bana göre 12 Eylül iyi irdelenmeli. İşkencelerinden ziyade dindar nesil üzerinde meydana getirdiği seküler hayat tarzına yönelişin de dikkate alınması lazım. Nasıl oldu da dindar gruplar demokrasiyi dillerine pelesenk yaptılar. Bu bir mühendislik faaliyetiydi. Menderes ilk konuşmasını burada Van’da yaptı. Binlerce insan toplanmıştı ve ayetlerle hadislerle niye ihtilal yapıldığını anlatıyordu. 18 maddelik ihtilal gerekçeleri sayılıyordu. Maddelerini topluma deklare ettiğinde belki bizler olsaydık bizler de bunun altına imza atardık. Toplumun, toplumun dini hayatının çürüdüğünü, toplumun saldırılara maruz kaldığını, komünistlerin dinsiz saldırılarda bulunduğunu, toplumun da bu yapılanı alkışlaması gerektiğini söylüyordu. Lakin ilerleyen zaman gösterdi ki bunların tümü bir projeymiş. Yani Evren ve avanesi hak kelam üzerine batıl bir niyet inşa etti diyebiliriz. İnşallah ben bu sürecin bittiğini düşünüyorum.
12 EYLÜLDEN DERS ALMADIĞIMIZ İÇİN 28 ŞUBAT’I YAŞADIK
Abdulhelim Almalı: Askeri darbelerin hep 3. dünya ülkelerini yöneten diktatörler tarafından yapıldığını biliyoruz. Fakat Osmanlı enkazı üzerine kurulan Cumhuriyet, maalesef halkıyla hiçbir zaman barışık olmadı. Halkının değerlerine kıymet veren bir sistem olmadığı gibi halkıyla sürekli savaş halinde oldu. Dolayısıyla bu da her 10 yılda bir gelen bir darbe geleneğine dönüştü. Darbeler halka karşı yapıldı. Özellikle 12 Eylül darbesi halkın tümünü karşısına aldı. Sağcısını, solcusunu, muhafazakârını, liberalini, Müslüman’ını hepsini karşısına aldı. İşin ilginç tarafı verilen emirlerin harfiyen yapılmasına rağmen darbe yapılmasıdır. Darbe yapıldığı gün ben Sakarya’da Adapazarı Sapanca’da askerdim. Bize o gece tam teçhizatlı yatacağımızı söylediler. Gece saat üçte içtimaya toplandığımızda bölük komutanımız bize yönetimi devir aldıklarını, artık yönetimin askeriyenin elinde olduğunu söyledi. Ben eyvah dedim ülke yine askeriyenin eline geçti. Ancak halkın büyük bir kısmı memnundu. Niye? 11 Eylül’de kan gövdeyi götürüyor. 12 Eylül günü yaprak daldan kımıldamıyor. En ufak bir kavga bile olmadı. Bir gün öncesinde onlarca insanın katledildiği bir ülkede bir gün sonra bir anda hiçbir eylem yok. Neden bu insanlar tepki gösterecek iradeyi göstermedi. Çünkü bunlar ölümü gösterip hastalığa razı ettiler. Halk ne zaman ki bu darbenin kendisine karşı yapıldığını fark etti 1982 anayasası çıkarıldı ve sistem halka karşı savunuldu. Halk hiçbir eylem yapamıyordu. Şimdi bile 12 Eylül Darbe Anayasasıyla yönetiliyoruz. Görüşünü açıkça beyan edebilen, sistemi rejimi eleştirebilen, rejimin kurucularının tartışılmasını tabu haline getiren Anayasa maalesef şu anda yine yürürlüktedir. Şimdi iktidarın bugün iyi yöneticilerin elinde olması sadece kanun ve yönetmeliklerin iyi işlemesini ortaya çıkarıyor. Yarın bu sistemi yöneten insanlar el değiştirdiklerinde mevcut yasalarla insanlar yine perişan edilebileceklerdir. Ülkemiz ve Ortadoğuda insanlar hep dinimizi kullanarak bizleri kandırdılar. İşin en önemli kısmı da şudur. Bizler 12 Eylül’den ders almadığımız için 28 Şubat’ı da yaşattı tarihin tekerrür etmemesi için Müslümanların uyanmaları ve bu alanda elde etmiş olduğu hakları Anayasal güvence altına alması gerekir.
DARBENİN OLDUĞUNU SONRADAN ÖĞRENDİK
Yusuf Günay: Ben Yüksekova’da peynir alışverişiyle uğraşıyordum onun için sürekli Yüksekova’nın köylerine gidip geliyorduk. Bir seferinde o taraftan geldiğimizde yolda şehre gelmek isteyen birini aldık. Ayrıca araçta Milli Selamet Partisi’nin il başkanlığını yapan bir ağabeyimiz vardı. Şemdinli merkezine doğru giderken jandarma yolu kesmişti. Nereye gittiğimizi sordular. Bizler de köyden gelip şehir merkezine gideceğimizi söyledik. Bizlere bu kılık kıyafetle giremeyeceğimizi söylediler. Üzerimizde yerel kıyafetler vardı. Bizler ancak elbiselerimizi değiştirerek Şemdinli merkeze gidebildik. Tabi darbe olduğu gece bizim haberimiz yoktu. Önceki gün yorulduğumuz için geceyi köyde dinlenerek geçirdik. Diğer gün erkenden peynirleri toplayıp geri dönecektik. Köyümüz Başkale’ye bağlıdır. İş yaptığımız alan ise Yüksekova merkez ve köyleriydi. Çevredeki köylerde peynir toplayarak Yüksekova’ya gittik. Yeni köprüye vardığımızda jandarma karakolunda anormal bir durum vardı. Askerler sıraya dizilmişlerdi, nereye gittiğimizi sordular. Söyledik. Bize o anda darbe olduğunu söylediler. Her tarafta kontroller vardı. Ve bu bir yıla kadar böyle devam etti. Halkın giyim kuşamıyla, sakalıyla yaptığı ibadetleriyle dalga geçiliyordu. Halkın üzerinde sürekli bir baskı vardı. Bundan herkes gibi bizler de etkilendik. Halkın geleneksel giysileri bilhassa sakallı ve dindar insanlara karşı bir nefret ve bir ayırım söz konusuydu. O dönemlerde İran’dan gelen malzemeler için sıkıntı çıkarıyorlardı. Hatırlıyorum yine jandarma bizim köylerimize geldiğinde sırf bahane etmesinler diye çay tabaklarımızı bile toprağa gömerdik.