"28 Şubat büyük projeydi ve her ayağı mevcuttu"
28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek, "28 Şubat postmodern darbesini sadece üniversitedeki öğrenciler üzerinden tanımlarsak çok eksik değerlendirme olur. Ekonomik, sosyal ve medya anlamında büyük projeydi ve her ayağı mevcuttu." dedi.
Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla inançlı insanları hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.
"Post-modern darbe" olarak adlandırılan o karanlık süreçte yaşadıklarını İLKHA'ya anlatan 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek ile platform yardımcısı Nimet Öztürk, başörtülü oldukları gerekçesiyle bir çok haksızlığa maruz kaldıklarına dikkat çektiler.
Konuşmasına Aliya İzzetbegoviç'in "Soykırımı unutmayın; unutulan soykırım tekrarlanır." sözlerini hatırlatarak başlayan anlatan 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı İpek, 28 Şubat sürecinde Malatya İnönü Üniversitesinde öğrenci olduğunu belirtti.
Üniversiteye başladığında başörtüsü nedeniyle herhangi bir sorun yaşamadığını aktaran İpek, o dönem üniversitelerini rektörlerinin askeri kesimden olduğunu söyledi.
"Direnmeye davet ediyorduk"
İpek, "Üniversite hocalarımız uyarılarda bulundular. Başörtülü bir şekilde derslere girmememiz gerektiğini, girdiğimiz takdirde okuldan uzaklaştırılacağımızı söylediler. Hocalarımız başörtülü öğrencileri, kendi yanlarında işaretlemeye başladılar. İşaretlemelerle tespit ettikleri arkadaşlarımızı odalarına çağırmaya başladılar. Bir nevi 'ikna odaları' kurulmuştu. 'Bizim de anne ve babaannelerimizin başları kapalı. Başınız açın, bizlere de zorluk çıkarmayın. Eğitim hayatınızı sonlandırmayın.' diyorlardı. İlk önce ikna edici konuşmalarda bulundular. Kararlı olduğumuzu görünce üniversite yönetimi bizleri çağırmaya başladı. 'Sizler hangi terör örgütüne hizmet ediyorsunuz da bu kadar direniyorsunuz.' diyorlardı. Uyarılardan sonra başını açan arkadaşlarımız oldu. Ama bizler de direnmeye davet ediyorduk. Oysaki yaşımız 18-20'li yaşlarda. Herhangi bir 'terör örgütünden' ne haberimiz vardı ne de böyle bir düşüncemiz. Ne de böyle bir şey kurabilirdik. Sadece inancımızın gereği tercih ettiğimiz bir yaşantıyı yaşamaya çalışıyorduk." dedi.
"Bir asker bizi ağlayarak copluyordu"
O dönemlerde devlet kurumlarında ve üniversitelerde özel güvenliğin olmadığını; güvenliğin askerler tarafından sağlandığını hatırlatan İpek, "İnönü Üniversitesine de jandarma bakıyordu. Yakınlarında ise bir kışla mevcuttu. Derslerimizden yaka paça çıkarılmaya başlandık. Üniversitenin bahçesinde öğrenciden çok asker vardı. Askeri birliğe dönüşmüştü. Aslında birçok anımı beynimin sildiğini düşünüyorum çünkü hatırlamamak istemediğim anılarımdı. Hiç unutamadığım anılarımdan bir tanese de kampüs bahçesinde 'Eğitim hakkımız engellenemez' diye slogan atıyorduk. Buna sınıf arkadaşlarımız da destek veriyorlardı. Artık dersler de işlenemez hale gelmişti, katılım az olduğu için. Askerler bizleri copluyordu. Bir asker ise bizi ağlayarak copluyordu. Çünkü kendinden üst rütbeli komutanları tarafından emir verilmişti." ifadelerini kullandı.
Unutamadığı bir anısının da tutuklanarak askeri kışlaya götürülmek olduğunu anlatan İpek, böylece hayatında ilk defa bir kışla gördüğünü söyledi ve "Karşımda asker ve üst rütbeli komutanlar, ellerini sallayarak 'bir daha böyle bir şey yaparsanız idamla yargılatacağım sizi' diyordu." diye ekledi.
"Büyük bir projeydi ve her ayağı mevcuttu"
DGM’de yargılandıklarını ve mahkeme devam ederken evli ve bir bebeğinin olduğunu ifade eden İpek, "Askerler evimi basarak beni zorla mahkemeye götürdüler. Bebeğim daha bir haftalıktı. Rabbim bir daha o günleri yaşatmasın inşallah. 28 Şubat postmodern darbesini sadece üniversitedeki öğrenciler üzerinden tanımlarsak çok eksik değerlendirme olur. Ekonomik, sosyal ve medya anlamında büyük bir projeydi ve her ayağı mevcuttu." diye konuştu.
"Bizlerin daha çok yıpratılması için bazı senaryolar yazılıp teker teker oynatılıyordu"
İpek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Medyaya baktığımız zaman her gün ana haberin ilk konusu 28 Şubat olaylarıydı. Bizlerin daha çok yıpratılması için bazı senaryolar yazılıp teker teker oynatılıyordu. Bazı hocalar gündeme getiriliyordu. Bunların gayrimeşru yaşantıları ortaya koyulup Müslüman şahsiyetler bu maksatla itibarsızlaştırılmaya çalıştırılıyordu. Hiç tanımadığımız başörtülü bayanlar, birden medyaya çıkartılıyor, böylece başörtülü itibarsızlaştırılmaya çalışılıyordu.O dönemim cumhurbaşkanı tarafından başörtülü olduğumuzdan ötürü sürekli başka ülkelere İran’a, Arabistan’a kovuluyorduk! Dönemin başbakanı (Bülent Ecevit) tarafından başörtülü bir vekil (Merve Kavakçı) kazandığı zaman 'Şu kadına haddini bildiriniz!' demesini hatırlayınız."
28 Şubat sürecinde cezalandırılan ve hapse konulan İslami kesime değinen İpek, "Cezaevindeki kardeşlerimizin 22 yıldır cezaevinde olmalarını gerektiren bir durum yok. Başörtüsü eylemlerine destek verirken manşet açtıkları için, sözde yasak olduğu için camilerde Kur'an-ı Kerim'i öğrettiği için cezaevinde olanlar var. Temennimiz cezaevindeki kardeşlerimiz de özgürlüklerine ve ailelerine kavuşsunlar." dedi.
Başörtülü arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman 28 Şubat sürecindeki baskılar nedeniyle, dikkat çekmemek için evlerden tek tek çıktıklarını belirten İpek, "Bir arada gördükleri zaman 'terör örgütü' kurmakla suçlanıyorduk. Ev baskınları yapılıyordu. O dönem insanlar, okudukları gazeteleri saklıyorlardı. Gümüş yüzük takıyorlarsa onu takmıyorlardı. Bazıları altın yüzük takıyorlardı." dedi.
Öztürk: Halkımız bize sahip çıktı
28 Şubat Kadın Platformu Başkan Yardımcısı Nimet Öztürk, 1997'de İstanbul’da uygulanan üniversitelerdeki başörtüsü yasağının Malatya’da da uygulamaya konulduğunu hatırlattı.
Öztürk, "Bizler normal bir şekilde derslerine giren, idealleri olan, öğretmen olmak isteyen kişilerdik. Ben, akademik olarak bilimsel araştırmalar yapmayı düşünen birisiydim. Pat diye, başörtüsünden dolayı, başka hiçbir gerekçe yok, 'derslere alınmayacaksınız' deniyor. Biz hiçbir şekilde bir suça karışmış, bir terör örgütüne bulaşmış ve ufacık da olsa zarar vermiş insanlar değildik. Elhamdülillah halkımız bize sahip çıktı. Ama hiç unutmam, bir gün yine arkadaşlar bize destek vermek istedi. 'Hadi, tıp fakültesinden kampüse doğru yürüyelim' dediler. 'Dağılın!' çağrısı yapıldı ve hemen askeri birlikler üzerimize gönderildi. Yakaladıklarını copla vuruyorlar. Biz o copu yememek için normalde 20-25 dakikada yürünen mesafeyi 5 dakikada koştuğumu bilirim. Maratona gitmiyorum, oraya koşturtuyorlar bizi, yoksa şiddet göreceksin." dedi.
"Bizler gibi insanlar bir yerlere gelmesin, birilerine örnek olmasın istiyorlardı"
Başörtüsü yasağıyla amaçlananlara değinen Öztürk, "Aslında istenen şey şuydu: Bizler gibi insanlar bir yerlere gelmesin, birilerine örnek olmasın. Bu insanları farklı şekillerde, zorla da olsa diskalifiye edelim. İstenen buydu. Fakültemiz ile mühendislik fakültesi arasında koridorlarımız vardı. Oradan öğretim üyeleri geçiyordu. Biz de amfilere geçmek için o koridorları kullanırdık. Fakülte girişlerine asker yerleştirmişlerdi. Bizi oradan almıyorlardı. Biz de koridoru kullanırız, diye düşünüyorduk. Bir sefer girdiğimi hatırlıyorum. İkinci kez girmek istediğimizde demir parmaklık örülmüştü oraya. Bu şekilde bizi ikinci sınıf vatandaş gibi her şekilde yok etmeye çalıştılar." şeklinde konuştu.
Başörtü taktıkları için artık üniversiteye hiç alınmadıklarını ve bu nedenle devamsızlıktan dolayı derslerden kaldıklarını anlatan Öztürk, "Oysaki birçok arkadaşım bölüm birincisiydi. Ve yine birçok arkadaşım bölümlerine devam edemediler. Müdür oldular veya bir kurumun başına geçtiler. Arkadaşlarım ve benim gibiler aslında çok çok akademik olarak ilerleyebilecek ve bu vatana, millete çok fazla bir şey sunabilecek arkadaşlardı. Viyana’ya giden bir arkadaşımız, şu an yurt dışında çok ciddi bilimsel çalışmalara imza atıyor. Örnek olarak gösteriliyor." dedi.
Ekonomide de o süreçte sorunların yaşandığını hatırlatan Öztürk, bankaların boşaltıldığını, bir çok kişinin yatırdığı hac parasını dahi çekemediğini anlattı.
"Biz Mekke’ye girene kadar hiç kimse korkusundan tekbir getirmedi"
Kendisinin hacca gidebildiğini ancak pasaport işlemlerinde başörtülü fotoğraf nedeniyle sorun çıkartıldığını söyleyen Öztürk, "Sonunda hacca yolculuğumuz başladı. Normalde bu vazifeyi yapan insanlar tekbir getirmeye başlarlar çünkü rükünleri arasındadır. Biz Mekke’ye girene kadar hiç kimse korkusundan tekbir getirmedi. İnsanlar Allah ismini kullanırlarsa herhangi bir şekilde İslami bir kimliğe ait bir özellik taşıdıklarından zarar göreceklerini düşünüyorlardı." ifadelerini kullandı.
28 Şubat sürecinde FETÖ'ye mensup kişilerin hiçbir zaman direniş göstermediğine dikkat çeken Öztürk, "O kadar uyum gösterdiler ki onlar uyum gösterirken bize terörist muamelesi yapıldı. Çünkü onların tutumu biraz belirleyici oldu. Ne yazık ki onlar bize örnek gösterildi. 28 Şubat'ta gördük ki zorluk anında meydanda olanlar sadece bu işe ruhunu, kalbini vermiş olanlardı. Bu günün getirdiği güzellikler var ancak daha sağlam yere basmamız gerekiyor. Çünkü 28 Şubat bitmiş derken biz 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Yarın bilemiyoruz önümüze ne çıkacak. Dolayısıyla dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum." ifadelerini kullandı. (Mustafa Daştan- İLKHA)