• DOLAR 34.652
  • EURO 36.37
  • ALTIN 2926.169
  • ...
Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül Askeri Darbesi
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğruhaber- ARAŞTIRMA/ Mehmet Emin Özmen

Annem tandırda yakacağı çalı çırpıyı damın etrafına bir avlu gibi dizer, damın orta kısmı boş kalırdı. Ben 12 Eylül sabahında uyandığımda damın kenarından, çalı çırpıların arasından bir miğfer görmüştüm. Biraz eğilip baktığımda damımızın hemen altında silahlı bir askerin beklediğini fark ettim. Aşağıya inip anneme neler olduğunu daha sormadan eliyle susmamı isteyen bir işaret yaptı. Endişeli bir şekilde bekledik. Ne olduysa bundan sonra oldu.

Benim hatırladığım kadarıyla büyüklerimizde bir ihtilal beklentisi oluşmuştu. Çünkü her gün birileri suikast sonucu öldürülüyordu. Memlekette siyasi cinayetler epey çoğalmıştı.

Konuyu anılardan alıp ciddi bir alana götürdüğümüzde görünen manzara pek de iç açıcı değildi. Ülkede hemen her gün siyasi cinayetler işlenmekteydi. Günde ortalama 30 kişi öldürülüyordu. Tabi toplumda tanınan belli başlı kişilere de suikastlar yapılıyordu.  Aşağıya aldığım suikastlar bunlardan sadece bir kısmıdır.

1 Şubat 1979: Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka’daki evinin yakınlarında arabasında iken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü.

10 Eylül 1979: Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı Ceyhun Can, yazıhanesinde; Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal da evinin önünde öldürüldü.

19 Eylül 1979: Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet’te öldürüldü.

3 Aralık 1979: Fedai Dergisi sahibi MHP’li yazar Kemal Fedai Coşkuner, İzmir Agora semtinde öldürüldü.

7 Aralık 1979: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil evinden üniversiteye giderken silahlı saldırıyla öldürüldü. Tütengil uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde denemeler yazmıştı.

11 Nisan 1980: TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, evinin önünde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

27 Mayıs 1980: MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, evinin önünde Devrimci Sol militanları tarafından öldürüldü.

24 Haziran 1980: MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde kızıyla birlikte öldürüldü.

15 Temmuz 1980: CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu İstanbul Şişli’deki işyerinde öldürüldü.

19 Temmuz 1980: Eski Başbakan Nihat Erim, İstanbul Dragos’taki evinin yakınında Mahir Çayan ve arkadaşlarının intikamının alınması adına Dev-Sol militanları tarafından suikasta uğradı.

22 Temmuz 1980: Maden-İş Sendikası genel Başkanı Kemal Türkler, İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Darbe önderlerinin de söylediği gibi “Şartların olgunlaşması” için gereken her şey yapılıyordu. Aynı silah hem sağcıların hem de solcuların öldürülmesinde kullanılıyordu. Hatta darbe sonrası idamlar da dahi “Bir sağdan, bir soldan” şeklinde denge gözetiliyordu. Kısacası Türkiye darbeye hazır hale getirilmişti. Tabi darbenin sadece bu suikastlar neticesi yapıldığı söylenemez. Toplumsal güvenlik gibi nedenlerin yanında bir de ekonomik ve siyasi nedenler vardı.

DARBENİN GEREKÇELERİ:

SİYASİ KAOS: 12 Eylül darbesinin gerekçeleri arasında ülkede meydana gelen kaotik ortam, TBMM’nin birkaç turdan sonra dahi Cumhurbaşkanı’nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi siyasi nedenler olarak belirtilebilir.

DIŞ SİYASETİN İÇ SİYASETE ETKİLERİ: NATO güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından gözleniyordu. 1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi, ardından aynı yıl içinde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine Türkiye’nin ABD politikaları için istikrarlı hale gelmesi önem kazandı.

İKTİSADİ NEDENLER: 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” sözü ile özetlenen ekonomik gidişatın kötü olması.

Bütün bu gelişmeler sonucu bütün Türkiye 12 Eylül sabahına benim uyandığım gibi uyandı. Tabi her şey bitmiş olmuyordu. Gözaltılar, sorgular işkenceler, cezalar ve idamlar peşi sıra geldi. Bizim İlçeye soy ismi Eminağaoğlu olan bir tabur komutanı atandı. Çarşıdan her geçtiğinde tüm esnaf esas duruşa geçerdi. Belediye zabıtası gibi gelir temizlik kontrolü yapar, dükkânının önünde çöp bulunan esnafı bir güzel dayaktan geçirirdi. İlçe halkı kendisine Dördüncü Murat derdi. Bunlar sadece bizlerin dışarıda gördüğü olaylardı. Bir de bizim görmediğimiz olaylar vardı ki bunları sonradan okuduk. Diyarbakır ve Mamak Cezaevlerinde uygulanan işkenceler, Türkiye’de sonradan kangren olan sorunların bir başlangıcıydı.

Önümde Neşe Düzel’in Radikal Gazetesinde Selim Dindar ile yaptığı röportaj var. Selim Dindar Cizre’li bir iş adamıydı. İstanbul’da 2 Aralık 2009 tarihinde öldürüldü. Selim Dindar ile öldürülmeden önce oturup röportaj hakkında konuşmuştuk. Röportajda insanın kanını donduracak türden ifadeler yer alıyor. 12 Eylül darbesinden sonra 3 yıl Diyarbakır Cezaevinde kalmış. Cezaevinde yaşadıkları olaylardan bir kısmını yorumsuz bir şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum. 

“Elimde sigara söndürme izini görüyorsunuz. Yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. Mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. (Not: Selim Dindar elindeki çivi izini bana gösteriyor-M.E.Özmen) Copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. Ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. İnsanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. Gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. Ölümler, işkenceler... Abbas Çelik diye bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içerideydi. Oğluna s… copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. Sonra babaya s……larını oğlunun ağzına veriyorlardı. Batmanlı Veli Gürgen adlı bir genci de babasıyla getirdiler ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürdüler. Tayyip Erdoğan’a, belediye başkanlığı döneminde danışmanlık yapan gazeteci Altan Tan’ın babası Bedii Tan’ı da bir gardiyan işkenceyle öldürdü.

İşte durum bundan ibaretti. Ülke böyle bir sürece girdi. Cezaevlerinde uygulanan işkence yöntemleri tam bir profesyonelliği gerektiriyordu. İşte bunlardan sadece bir kısmı:

KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.

ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.

COP S…: Gardiyanlar bu ve buna benzer hayasızca lanet işkenceyi yaparlardı.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.

Bu tür insan hakları ihlallerini konu edinen Erbil TUŞALP, “Bin İnsan” adlı kitabının sunuş bölümünde şunları kaleme almış: “Gazetecilik uğraşım gereği, bu çarktan geçen yüzlerce insan tanıdım. İnsan olduğuma zaman zaman utandığım öyküler dinledim. Not almaya, ses alma aygıtımın düğmesine elim varmadı. Belge istemedim, verdikleri ile yetindim. İsimlerini bile sormadıklarım oldu.”

DARBENİN SONUCU

Yıllar sonra darbenin bilançosu ortaya çıktı, tabi bilanço çok ağırdı. Yapılan araştırmaların neticesinde manzara şöyle belirmişti.

650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı). 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi.12 Eylül askeri darbesinin esas hedefi solcular olmasına rağmen, sağcılar ve İslami gruplar da payını aldı. Ancak İslami gruplar o zamanlarda solcular kadar etkin olmadıklarından esas darbe solculara yapılmış oldu. Yoksa 12 Eylülcüler İslami grupları da hoş görmüyorlardı. Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi darbenin nedenlerinden birisi MSP’nin Konya’da yaptığı “Kudüs Mitingi” idi.

Darbenin Müslümanlar açısından en önemli sonucu İran’da meydana gelen İslam Devriminin Türkiye’ye girişinin engellenmesidir. Türkiye o sıralar ABD’den bağımsız bir dış politika izlemekteydi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi” anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, darbedeki Amerikan rolünü gözler önüne sermektedir. Müdahalenin ardından Türkiye ile ABD arasındaki Savunma ve Ekonomi İşbirliği Anlaşması 18 Kasım 1980 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylandı. Amerikan üsleri ve tesisleri yeniden açıldı. 12 Eylülcülerin uygulamaları Kürtleri mevcut sisteme yabancılaştırdı. Çünkü Kamu Kurumlarına Kürtçe’nin yasaklanması gibi birçok yasak Kürtleri küstürdü.

Bu da PKK’nin iyice güçlenmesine sebep oldu. Kürt köylerine askerlerce yapılan baskınları ve Diyarbakır Cezaevi işkenceleri Kürt gençlerini sanki bilerek dağa göndermek için yapılıyordu. PKK’nin güçlenmesi muhafazakâr İslami duyguları güçlü olan Kürtlerin İslami açıdan radikalleşmemeleri demekti. Bu nedenle bütün sol çevreleri ezen 12 Eylülcüler PKK’nin Lübnan’daki Bekaa vadisine kaçmasına izin vermişti. Bu gün İslam Dinini kendisine en büyük engel olarak tanımlayan PKK’nin 12 Eylül ürünü bir yapı olduğunu savunmak abartı sayılmaz.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir