Bütün Ölüler Eşittir, Bazıları Daha Eşit!
Bazı dönemler, bazı olaylar için özel seçilmiş midir diye düşünüyor insan.
Bazı dönemler, bazı olaylar için özel seçilmiş midir diye düşünüyor insan. Şubat ayı nasıl şehadet ayı ise Haziran-Temmuz da toplu kıyımların vakti gibidir Müslümanlar için. Mağduriyetin, mazlumiyetin bamteline dokunan anlar hep bu zamanlarda çarpar göze. Şeyh Said ve kahraman yoldaşlarının darağaçlarında infazı, Susa köyü sakinlerinin göğüslerinin bir cami duvarı dibinde mermilere yuva edilmesi, Başbağlar mazlumlarının kurşuna dizilmeleri, evleriyle beraber yakılıp bedel sayılmaları hep bu vaktin kasvetinden dökülenlerdir.
26 Haziran Susa Katliamı…
30 Haziran Şeyh Said ve arkadaşlarının katli…
5 Temmuz Başbağlar Katliamı…
Sahipsizliğin, unutulmuşluğun vefayı katli mi daha ağırdır; yoksa darağaçlarının, keleşlerin cesedi katli mi?
Genelde bütün dünyada özelde ise Türkiye’de Müslümanlara yapılan haksızlıkların bırakın devleti ve onun adalet mekanizmasını, sözde adalet peşinde olan sivil toplum kuruluşlarını bile harekete geçirmediğinin farkındayız. Kesinlikle “biz eziliyorsak onlar da ezilsin” demiyor, böyle bir bakış açısıyla yaklaşmıyoruz ama sol hatta daha da açalım din düşmanlarına yapılanların bir bir açığa çıkarılıp kimi zaman iade-i itibarlarla gönülleri alınmaya çalışılırken; adaletin terazisi ne yazık ki bir türlü Müslümanlar lehine tartmamıştır.
Öldürülenin Müslümanlığı, onu ‘hakkı arananlar listesi’nin en sonuna hatta dışına iterken; köylü oluşun, fukara oluşun, doğulu oluşun bu itişin şiddetini arttırdığını inkâr etmek mümkün mü?
Başbağlar… Erzincan’ın en az 200 km uzağında bir köy. Öldürülenlerden birinin babasının deyimiyle o bölgenin en dindar köyüydü. Şimdi bile cep telefonlarının çekmediği, kenarda kalmış, el atılmamış bir köy. Hizmet götürmesi gerekenlerin lav silahlarını götürdükleri ya da götürenlere göz yumduğu bir köy... Doğunun doğusunda bir köy... Ha bir de güzel bir köydü ki bunun kimseyi ilgilendirir bir tarafı yoktu. Tüm bu sebepler, o topraklarda yaşayanları sebebini bile bilemedikleri bir infazın nesnesi haline getirebilmişti.
Söz konusu 33 ateist aydın(!) ise;
Kurban olsundu onlara 33 idam mahkûmu ve 33 dindar köylü.
Kim arardı Başbağlar’lının hakkını? Avukat mı tutabilecekler, mahkemede etkileyici ifadeler mi verebilecekler, gazetelere sütun sütun yazılar mı yazabilecekler? Geride kalanları evlatlarının, babalarının, kocalarının katillerini mi bulacaklar? Sahipleri mi vardı?
Zanlılar ta İzmir’de yargılanmaya başlıyorlar. Zaten ocağı sönmüş Başbağlar’lı yol parasını bulsa konaklayacak yeri nereden bulacaktı? Ciğerinin sızısını çekip otursundu yerine. Her şey açık ve net; körler ve sağırlar birbirini ağırlıyordu zaten, onları isteyen kimdi.
Tüm garip ve kasıtlı olduğu her halinden belli uygulamalar, bu olayın hal-i hazırda hiçbir failinin bulunamamasına sebebiyet verdi. Olayı aydınlatabilecek iki itirafçıdan bahsediliyordu. Bunlardan biri Diyarbakır öteki ise Elbistan cezaevlerinde kalıyor. Ne hikmetse ikisi de bir türlü İzmir’e ifade vermeye getirilemiyorlardı. O kapkaranlık katliama belki biraz ışık tutabilecek şahısların getirilememesine, -inanamayacaksınız ama- Buca cezaevinde itirafçı koğuşu olmaması gerekçe gösteriliyor. Bir süre sonra Elbistan’daki itirafçının ifadesi alınıyor; ancak verdiği isimlerin üzerinde durulmuyor bile. Ve sonuç itibariyle mahkeme dosyayı kapatıyor.
Oysa 19 yıl önceki olaylarda babasını kaybeden Meryem Özçelik ve diğer tanıklar 100 kişiden bahsediyor. Kimi asker postallı, kimi PKK kıyafetiyle kimi de sivil görünümlü 100 katil. PKK’nin işlediği fiillerde bazen asker üniforması kullandığını, devlet adına eziyet ve katliamda bulunmak isteyenlerin de benzer şekilde PKK’li kılığında iş gördüğünü biliyoruz, örnekleri çoktur. Her iki tarafın da kendini aklayacak hali yok bu hususta.
PKK’den bağımsız gelişmediği anlaşılan olayla ilgili Jitem-Ergenekon iddiaları ortada dolaşırken; ciddi alevi potansiyele sahip solcu silahlı gruplardan birinin, PKK’den yardım alarak gerçekleştirdiği bir vahşet olma ihtimali de düşük değildir.
Masum halka en ufak bir zararı dahi dokunmamış Müslümanlardan ‘özeleştiri’ isteyip de, halklarına ihanetlerini basın-yayın organlarında inkâr etmeyi yeterli görüp kandırma politikası yürüterek, özeleştiri ve pişmanlık beyanıyla özür dilemekten şiddetle kaçınanların yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı.
Hem üzerinden 86 sene geçen Şeyh Said şahsındaki zulmü, hem de 19 sene geçen Başbağlar katliamını masum halka reva gören zihniyetin peşini bırakmak bencilliktir. Tekerrür edeceğini sanmamak gibi bir gaflettir. Geçmişine ve geleceğine ihanettir. Çocuklara bırakılacak mirasın asaletine düşecek bir gölgedir.
Ne yıllardır faşist naralar atanların ne de sosyalizmle adaleti tesis edeceklerini iddia edenlerin, dirilerin ya da ölülerin haklarını teslim edeceği yok.
Nasıl bütün insanları eşit tuttuğunu söyleyen adalet mekanizması nezdinde, bazı insanların daha eşit olduğu aşikâr ise; bazı ölülerin de daha eşit olduğu, öyle bellidir.
Unutulanlar ve hatırlananlar, anısına müzeler yapılanlar ve adları bile unutulanlar…
Dedik ya; özelde Türkiye, genelde ise bütün dünyada durum aynı. 11Temmuz Serebrenitsa katliamının, soykırımının yıldönümü idi. Avrupa’nın göbeğinde BM gözetiminde vahşice öldürülen 8 binin üzerinde Müslüman Boşnak’ın birkaçı dışında katilleri nerede?
Allah’tan mazlumların dirilerine de ölülerine de sahip çıkabilecek kuvveti vermesi duası ile…
Beyza Korkulu / Hürseda Haber