Heyecanlanmak iyidir…
Heyecan, Rabbimizin bir nimetidir. Su gibi, yemek gibi bir nimet…
Heyecanlanmak değil, heyecanlanmamak sorundur. Susuz, yemeksiz kalan insan beden olarak ne duruma düşecekse heyecansız kalan insan da faaliyet olarak o duruma düşer.
Heyecan, gayretin kaynağıdır, heyecanlanmayan insan gayret göstermez. Hani yanlış ve kaba bir tabirle “ruh gibi” diyorlar ya biz heyecansız insan “ot gibi” olur diyelim.
Heyecanımızın nedeni “Bu işin sonu ne olacak?” yönündeki kaygımızdır, insanî endişemizdir. Hepimiz, bir işe başlarken heyecanlanırız. Yılların öğretmeni olarak yeni bir sınıfa derse girdiğimizde eminim ki nabız atışımız ders öncesine göre çok farklıdır. Şu yazıyı yazmaya başlarken bile heyecanlandım, bir nabız ölçer olsaydı elimde bunu size nesnel olarak ispatlardım.
Sınavda heyecanlanmanız kadar tabii bir durum yoktur. Sorun heyecanlanmak değil, aşırı heyecanlanmaktır. Büyükler “Azı karar, çoğu zarar!” demişler. Rabbimizin bizim için çizdiği yol bütün alanlarda orta yoldur. Su içmeyen ölür ama gereksinim fazlası su içen de boğulur ve yine ölür. Yemek yemeyen gıdasız kalır; aşırı yiyen obezite olur, hastalıkların pençesine düşer.
Aşırılık, netice anlamında yokluk gibidir. Heyecanını yitirmiş insanın manevi nabzı durur. İş yapamaz böyle bir insan, amaçsız ve faaliyetsiz yaşar. Aşırı heyecanlananın da nabzı olması gerekenden daha çok atar ve onu iş yapamaz duruma düşürür. Neticede ikisi de iş görmez.
Heyecanın nedeni bilincimizdeki ve bilinçaltımızdaki “Ne olacak?” kaygısıdır, dedik. Aşırı heyecanın nedeni ise bu kaygının bizi harekete geçiren bir nimet olmaktan çıkıp bedenimizi işgal eden bir düşmana dönüşmesidir. Ancak heyecanı düşmana dönüştüren bizzat biziz. Nimeti tanımak şükürdür, mükafat getirir; nimetten korkmak nankörlüktür, azap nedenidir.
“Eyvah heyecanlanıyorum! Bak, kalbim küt küt atıyor; avuçlarımın içi terledi yine, başım ağrıyor, midem bulanıyor!” derseniz heyecanı tanımamış ve onu düşmanlaştırmış olursunuz.
Heyecanlanan sadece siz değilsiniz, öncelikle buna inanın. İkinci olarak ise “Ben heyecanlanıyorum” dediğiniz için heyecanınız artıyor, bunun da farkında olun.
“Heyecan tabii bir durumdur; gelir, geçer” deyip heyecanı yok sayarsanız, heyecan kendiliğinden doğal düzeyine, daha doğrusu sınav için doğal düzeyine iner ve rahatlamaya başlarsınız.
“Sınav için doğal düzey” diyoruz. Çünkü istisnalar dışında asla sınavdaki halle sınav dışındaki hâl bir olmaz. İki farklı durumun heyecanının bir olmasını beklemek yanlıştır.
Hayatı yerinde yaşamaya bileceğiz. Sınav anı, “Kendimizi yargılama, hesaba çekme anı” değil, “Geleceği planlama anı” da değildir; sorulara cevap verme zamanıdır. Kendimizi sınavda denetim altına alacağız ve o anı olması gerektiği gibi yaşayacağız, başka işlerin (hesap sorma ve planlamanın) gelip o anı işgal etmesine izin vermeyeceğiz, zihin kapımızı onlara kapatacağız, programımız üzerine yoğunlaşacağız.
Sınav anında önünüzde sorular dururken “Ah, seni seni, şu gün bu gün çalışsaydın böyle mi olurdun?” dediğinizi düşünün ya da “Sınavdan sonra şu üniversiteye kaydolamasam, buna gideceğim” dediğinizi, şu an o fotoğrafı göz önüne getirin, halinize gülersiniz değil mi? Zamanı mı böyle hesabın, böyle hayallerin, bak sınav süreli bir etkinliktir, der, gülersiniz hâlinize değil mi? O hâlde sınavda da böyle bir hâle düşme tehlikesi hissederseniz, gülün ve soruları çözmeye geçin…
Aşırı heyecanın üstesinden gelmek için bunlar önemlidir. Ama aşırı heyecanın en büyük çaresi “Tevekküldür.”
Elimizden geleni yaptıktan sonra işimizin neticesini Rabbimize bırakacağız. Bütün işlerin hakiminin O olduğuna bütün kalbimizle inanacağız ve O’ndan gelene razı olacağız.
“Hey nabzım, sen dilediğin gibi at; neticeyi sen değil, Rabbim belirler!” diyebilirsek sınavda aşırı heyecan meyecan kalmaz.
Heyecanınızı yitirmemeniz ve aşırı heyecana teslim olmamanız dileğiyle…
Rabbim yardımcınız olsun…
Abdulkadir Turan - Doğruhaber