Ramazan ve Zindan
Zindanda kardeşlerimiz var. Dünyanın dört bir tarafında, birçok ülkenin zindanlarında sayıları kim bilir kaç yüz binlerle ifade edilecek Müslümanlar ömürlerinin önemli kısımlarını zindanlarda geçiriyor. Ülkemizde de çok sayıda kardeşimiz en verimli zamanlarını zindanlarda tüketiyor.
Ümmet olarak Ramazanı doya doya yaşadığımız, ailelerimizle ve yakınlarımızla iç içe iftar ve sahurlarla buluştuğumuz bu mübarek günlerde zindanlardaki kardeşlerimiz ailelerinden, yakınlarından ve memleketlerinden çok uzaklarda; çoğu, gün ışığından mahrum zindanların beton duvarları arasında Ramazanı yaşamaya; iftar ve sahurlarla buluşmaya çalışıyorlar. Onların bir kısmı esaret zincirleri gibi insanı kuşatan zindanın dört duvarı arasında nefes alıp verirken anne ya da babalarını yitirmişler. Kimileri aylar sonra bu acı olaydan haberdar olmuşlar. Kimilerinin anne ve babaları sağ oldukları halde yaşlılıktan, ağır hastalıktan ya da yoksulluktan dolayı yıllardır onları görme imkânı bulamıyor, hasretle tutuşuyorlar.
Mübarek Ramazan bir rahmet meleği gibi evlerimize girdi. Yüreklerimizi ve çehrelerimizi nurlandırdı. Karmaşık geçen on bir aydan sonra arınma zamanı olarak kucakladı bizi. Aslında bu mübarek ay büyük problemlerle boğuşan, birbirlerinden kopuk, birçoğu farklı alanlarda ağır sıkıntılar çeken, kan ve gözyaşıyla hayatları harap olmuş İslam ümmetinin tepesine rahmet yağmurları gibi inerek büyük tesellilere neden oldu.
Ramazan, yürekleri bir kıl kadar incelmiş zindandaki dostların tenine herkesten daha fazla dokunur. Dostlarından, kardeşlerinden ve ailelerinden uzakta, intizar hasretlerinin izleri yüzlerinde gezinen, yollara dikilen gözleri, ansızın çıkıp gelen Ramazanın merhamet pınarlarında yıkanan İslam kahramanlarının, sabır çiçeklerinin ve Allah erlerinin hasretle tutuşmuş bekleme saatleri, manevi iklimin ab-ı hayatında doyasıya ıslanmaya başlar…
Zindan dostları… Kimi beş, kimi on, kimi on beş kimi yirmi hatta yirmi bir yıldır özgürlükten yoksun, güneşi ve ayı görmekten yoksun, dost ve yakınlarla buluşmaktan yoksun, hüzün ve sıkıntı damlatan kalın duvarların arasında yaşıyor. Kimi dostlar tam yirmi bir Ramazan saydı hicran üreten kulübelerin içinde.
İslam’a hizmetten başka suçları bulunmayan, Allah rızasının dışında hedefleri olmayan, İ’la’yı kelimetullah’tan başka amaç tanımayan zindandaki kardeşlerimiz Müslümanların onur ve izzet içinde yaşamalarının bedelini ödüyor. 20 yaşlarında zindanlara girenler 40 yaşını aştılar. Üstelik son zamanlarda kendilerine ve ailelerine yeni bir ceza verilerek yaşadıkları sürgünlerle bin kilometre ötelere, yabancı diyarlara sürüldüler.
Zindandaki dostların yaşadıklarını anlamak için onlar gibi yılları zindanlarda geçirmek gerek. Onların yaşadıkları derk edilse de, sımsıcak bir duadan başka yapılacak bir şey yok. Ancak Allah Teâlâ, Ramazanla birlikte bahşettiği teselli saatleriyle, zamanlarını sabırla süsleyerek zindandaki bahadırların yüreklerine su serpmekte, esaret günlerini yaşanır hale getirmektedir.
Kalın betonlarla örülmüş dört duvar arasında binlerce günü buz gibi manzaralara bakarak geçiren, aynı şeyleri görmekten, teneffüs etmekten, dokunmaktan ve hissetmekten ellerin, ayakların, gözlerin ve kısaca bütün bedenin büyük bir yorgunluk yaşadığı sıkıntılı bir dünyada yaşıyor kardeşlerimiz. Beş bin, altı bin, yedi bin hatta sekiz bin gün kafes gibi küçücük odalarda yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü? Üstelik özgürlük adındaki her şeyin yok edildiği, bir anlam ifade etmediği bir dünyada. Aynı zindanda kalan kardeşlerinizle görüşmenize bize izin verilmiyor. Yüzlerce hatta binden fazla kilometre öteden gelen bir yakınınızla görüşmeniz sadece 20 dakikayla sınırlandırılıyor. Görüşmeye gidip döndüğünüzde ağır hakaretlere uğruyorsunuz. Kimi zindanlarda ziyaretçilerin ayrılmasından sonra ya da bir mahkeme dönüşü arama amacıyla bütün giysilerinizi çıkarmak için dayatmada bulunup hakaretler yapılıyor ve onurunuzla oynanıyor. Kimi yeni zindanlara sürgün edilince, eski çağ cellâtlarına benzeyen, çehrelerine merhametin zerresi uğramamış yaratıklar, ellerindeki kalın coplarla beton duvarlar arasında lastiğe dönüşmüş cildinize “Hoş geldiniz” dayağı indirmeye başlıyorlar.
Bir yere sürgüne gönderildiğinizde ya da bir şehirden başka bir şehre mahkemeye götürüldüğünüzde ring arabası denen dört tarafı kalın demirlerden yapılmış araçların içinde elleriniz, kimi zaman da ellerinizle birlikte ayaklarınız kelepçeli, yazların kızgın güneşleri altında saatlerce yol alıyorsunuz. Tabiatla bütün ilişkiniz demir yığını kafesin üst tarafındaki birkaç santimlik bir aralıkla sağlanmakta. Kelepçelisiniz, başınızı kaşıma imkânınız bile yok. Demir yığınağı içinde terleyen bedeniniz baştan sona ıslanmış. İçecek soğuk bir bardak sudan bile mahrumsunuz. Kimi zaman en zaruri ihtiyaçlarınıza bile izin verilmiyor. Şimdilerde olduğu gibi kimi zaman aynı yolculuğu yazın kalbine yerleşmiş Ramazanda yapıyorsunuz ve oruçlusunuz. Bunu ancak yaşayanlar, yıllarca zindan yığınaklarını canlı barındıran küçük hücrelerinde nefes alıp veren dostlar, sabır çiçekleri ve koç yiğitler bilir…
Zindandakiler için farklı bir duygudur Ramazan. Anadan yardan uzakta, bir tüy gibi incelmiş duygulara bir ana eli gibi dokunup teselli veriyor kimi zaman. Onların bir parçaları, kardeşleri ve dostları olarak sahur için açıldığımız seherler ve ezanını beklediğimiz iftarlar, doya doya dua edip yakaracağımız ve Allah Teâlâ’dan özgürlükleri için dua edeceğimiz en hassas zamanlardır. En samimi ve ihlâslı duygularımızla Allah Teâlâ’dan kardeşlerimizin özgürlüğü ve İslam ümmetinin sıkıntılarından kurtulması için en güzel dualarımızı yapma zamanıdır orucun bereketli saatleri…
Ramazan bir teselliyken, bayramlar acıların duygu hücrelerine hançer gibi dokunuşudur zindanlarda. İnşallah bir sonraki yazıda bayram ve zindanı yazmaya çalışacağız…
Nevvab Yıldız / Hürseda Haber